Popüler Yayınlar

26 Ocak 2014 Pazar

‘Önce mecaz, öğrenin!’ [Behçet Necatigil] - Hilmi Yavuz


Buffon’un çok iyi bilinen bir özdeyişi vardır: ‘Le style c’est l’Homme même!’ Eskiler, bu sözü, ‘Üslub-u beyân, ayniyle insan’ diye çevirmişlerdir;- ‘sözün neyse, sen de o’sun!’ anlamında!
Bu elbette söz’ün içeriğine değil söyleniş tarzına, dile getiriliş biçimine ilişkindir. Söz konusu edilen içerik değil, üslub’dur çünkü…

Burada bir üslub çözümlemesi yapmadan bu çözümlemede uygulanacak metodu önceden belirlemek gerekiyor.

Bu yöntem, İslam mantıkçılarının deyişiyle, delilden medlûle doğru istinbad etme yöntemidir;- kısaca, görünenden [veya, söylenenden], görünmeyeni [veya, söylenmeyeni] çıkarsamak!

Örneklerle işe başlayalım. Mesela, ‘seni kümesinden çıkaracağım!’ dediğinizde, söylenmeyenin, yani medlûlün ‘tavuk’ olduğunu; ‘seni ahırından çıkaracağım!’ dendiğinde, medlûlün ‘eşek’ veya ‘at’ olduğunu; ‘seni ağılından çıkaracağım!’ denildiğinde medlûlün ‘koyun’ olduğunu; ‘seni kovanından çıkaracağım!’ dendiğinde medlûlün ‘arı’ olduğunu istinbad ederiz;- yani, çıkarsarız!

Şimdi bu okumayı ‘sizi ininizden çıkaracağım!’ sözüne uygulayalım. Her barınağa [delil’e] ilişkin bir medlûl olduğundan yola çıkarak, bu deyişin medlûlünün, vahşi bir hayvan, özellikle de gündelik dilin konvansiyonunda ‘ayı’ olduğunu biliriz.

Öyleyse bu sözü söyleyen kişi, ‘sizi’ diye atıfta bulunduğu kişileri, vahşi hayvanlar olarak görüyor demektir. [İlginç bir tespit: Bizim kültürümüzde ‘ayı’ değersizleştirici, aşağılayıcı bir nitelemeyken, mesela Rus kültüründe, tam tersine değerlileştirici, yüceltici bir nitelemedir: ‘Medved’, ‘Ayı’, tıpkı bizdeki ‘aslan’ veya ‘kaplan’ gibi, Rusya’da sıklıkla soy ad olarak kullanılır.]

Bir başka örnek şu olabilir: Mesela, birilerini, ‘haşhaşîler!’ diye işaretlerseniz, bu sözün medlûlü, o kişileri ‘afyonkeş kan dökücüler, katiller’ olarak telakki ettiğinizi gösterir [bilinen: Fransızcadaki ‘assasin’, yani ‘katil’ anlamına gelen kelimenin, Hasan Sabbah’ın ‘Haşhaşî’lerinden türetildiğidir.]

Devam edelim: Demek ki bir topluluğa ‘sizi ininizden çıkaracağım!’ demek, o topluluğu ‘vahşi hayvanlar’; ‘haşhaşîler’ demekse onları ‘afyonkeş katiller’ olarak görmek anlamına geliyor.

Şimdi asıl soruyu sormanın tam sırasıdır: Ama acaba, deliller [in, haşhaşî] ile medlûlleri arasındaki ilişki, mesela ateş’le duman arasındaki ilişki gibi [duman: delil/ ateş:medlûl] gerçeklik olarak değil de, mecazî olarak kullanılmış olduğunda neyi gösterir?

Şunu: Gerçeklikteki delil-medlûl ilişkisinin, ‘ateş olmayan yerden duman çıkmaz!’ örneğinde olduğu gibi mecaz olarak kullanıldığı durumlarda, mecazın gerçeklikteki karşılığı sorgulanmaz, yani, ‘ateşten hep duman çıkar mı?’ denemez.

Oysa, mecazdaki delil-medlûl ilişkisi bir gerçekliğe karşılık gelmiyorsa, bir başka ifâdeyle, bu ilişkiyle atıfta bulunulan insanların gerçeklikte birer ‘vahşi hayvan’ veya ‘afyonkeş katiller’ olmadığı biliniyorsa, o zaman bu ilişkiyi kuran öznenin üslûbuna bakmak, bu üslubu sorgulamak gerekecektir.

Karşısına aldığı insanları mecaz yoluyla vahşi hayvanlara ve afyonkeş katillere benzeten kişinin üslubunun önü alınmaz bir nefret, gözü kara bir düşmanlık ve korkunç intikamcı bir yaklaşımın gayreti içinde bulunduğunu gösterir.

‘Üslûb-u beyan, ayniyle insan’ın bu örnekteki anlamı budur!

Ayrıca, ‘paralel yapı’ teşbihinin de isabetli olmadığını söylemeliyim. Zira Euklides’ten beri bilinen aksiyom, paralel çizgilerin ancak sonsuzda kesiştikleridir.

‘Paralel’lik atfedilen çizginin, asıl çizgi ile ‘kesiştiği’, asıl çizgiye müdahale ettiği öne sürülürse bu, teşbihte bir hata olduğunu gösterir…

Not.: Bu yazımı, pazar eklerindeki bir sudoku bulmacasının çözümü gibi okuyun lütfen! Eğlenirsiniz ayrıca![H.Y.]

Hatırlamakta fayda var - Ahmet Selim


Üzerinde çokça durduğum bazı meseleleri hatırlamakta fayda var… Spinoza hakkında Cemil Meriç şöyle diyordu: “İncil ve Tevrat yüzünden panteist oldu.” 

Doğruydu söylediği. Ne yapacaktı Spinoza? Ya Descartes gibi, “Manevî alan var ama, aklın orada işi yok.” diyerek düalizmi benimseyecekti. (Ki, Kant’ın da söylediği, özde bundan çok farklı değildir.)

Yahut da, düalizmi “madde” lehine ortadan kaldırmanın üç yolundan birini seçecekti: Ya deizm, ya panteizm, ya ateizm!

Ateizmin karanlığını çareymiş gibi gösteremeyecek kadar zekiydi. Voltaire gibi deizme tutunacak derecede gönül fukarası değildi.

Descartes’ın aklı tereddütte bırakıcı düalizmiyle yetinmek istemiyordu. Tevrat’la İncil arasında gidip gelmenin bunalımlarından da kurtulamamıştı. Panteizm’e çark etti… Panteizm, çıkmaz sokakların en uzunu. Kırk katır ve kırk satır yerine pösteki saymak.

Bir sözü daha var Cemil Meriç’in: “Müphem bir deizm, mutlak (çıplak) bir ateizmden çok daha tehlikelidir.” (zehirlidir). Bu aynen panteizm için de geçerlidir. Müphemiyet, zaten, deizmin de panteizmin de kendi mahiyetlerinden doğan has seciyeleridir. Onların propaganda silahıdır…

Vuzuh projektörlerini üzerlerine çevirirseniz, sun’î farklılıklar kaybolur ve mahiyetlerinin sırrı açığa çıkar. Birisi ateizmin yandan çarklısıdır, diğeri menevişlisi! İkisi de estetiği ve edebiyatı çok iyi kullanır.

Çünkü mecazlar, cinaslar, teşbihler, istiareler, (yeni deyişle ve kabulle, imajlar-imgeler-metaforlar vs.), vuzuhtan çok, müphemiyetin ihtiyacıdır. Vuzuh, namuskâr ve cesur fikrin harcı.

Müphemiyet, korkaklığın ve samimiyetsizliğin sığınağı. Bütün vazıhlar ve bütün müphemler aynı hükmün “tahyir” parantezlerine alınamaz; fakat genel manzara böyledir.

Yeri gelmişken, bir ukdeye temas etmek istiyorum…

Bir Müslüman düşünün. İmanı sahih, ibadetlerini de yapmaya çalışıyor… Ama bir dünya görüşü yok, tefekkürî-fikrî bir bakıştan mahrum…

Panteizmi sunuyorlar, yutuyor. Deizmi anlatıyorlar, kanıyor. Masonizmin takdimleriyle karşılaştırıyorlar, kapılıyor.

Ateizmin dolaylı telkinlerini moda cazibesiyle önüne getiriyorlar, sahiplenebiliyor. Pozitivizm’in teknolojik destekli tuzaklarına çağırıyorlar, tıpış-tıpış gidiyor…

Bu hale ne diyeceksiniz? Çözüm nedir?

Satıhta kalmayalım. “Sıfırı bulduk” falan. Sonra ne oldu? Açın bakalım lügatleri; “Meşşaiyye”, “İşrakiyye”, “Revakiyye” ne demekmiş? Hepsinin kökü eski Yunan’dır. Aklımızı çalıştıralım derken ruhumuzu sakatladık.

Tevillere ve makyajlara lüzum yok; inin kaynaklara, gerçeğin bu olduğunu görürsünüz. Gazalî’nin karşı çıktığı da buydu. Nedir sebepleri?

Tefekkürde manevî şuuru öne almamaktır. Yeni meselelerle karşılaşınca; gereken gayreti ve basireti göstermemektir. Fikir ve kavram üretmek yerine, taklitçi benzeşmelere sarılmaktır…

Böyle bir başlangıç noktasından yola çıkmaya çalışırsanız, başlamadan bitersiniz. Bizim önümüzde; Descartes’ın, Kant’ın, Locke’un önündeki talihsizlikler yoktu…

 Önce tefekkürün ne olduğunu tefekkür etmek lazımdır. “Tefekkürde taklit” aklın da ruhun da iflası demektir. Yine Cemil Meriç diyor ki: “Kafatasını çatlatsan bu teslise akıl ermez!” Doğrudur.

Ve Batılı düşünürlerin çoğu mazurdur. Bu mazurlar grubunu (zincirini), Batı’nın kara damarı, teknikle-ekonomiyle güçlenmiş ve pervasız hale gelmiş bir materyalist-saptırma sonucunda tam bir sömürü gasbının aletleri olarak kullandı.

Batı, medeniyetini, bu sömürü gasbının harcıyla inşa etti. “Modernite” deyip, Descartes’ı, Pascal’ı, Rousseau’yu, Locke’u hatta Adam Smith’i suçlamanın; çare olarak da “Voltaire-Comte-Marx-Nietzsche-Freud..” kara damarının uzantılarına “postmodernite” etiketi yapıştırarak piyasaya sürmenin alemi var mı?

Bir mütefekkire göre: “Gafleti anlamak, imanı anlamaktan zordur.” Ne kadar haklı.