Popüler Yayınlar

26 Ocak 2014 Pazar

Hatırlamakta fayda var - Ahmet Selim


Üzerinde çokça durduğum bazı meseleleri hatırlamakta fayda var… Spinoza hakkında Cemil Meriç şöyle diyordu: “İncil ve Tevrat yüzünden panteist oldu.” 

Doğruydu söylediği. Ne yapacaktı Spinoza? Ya Descartes gibi, “Manevî alan var ama, aklın orada işi yok.” diyerek düalizmi benimseyecekti. (Ki, Kant’ın da söylediği, özde bundan çok farklı değildir.)

Yahut da, düalizmi “madde” lehine ortadan kaldırmanın üç yolundan birini seçecekti: Ya deizm, ya panteizm, ya ateizm!

Ateizmin karanlığını çareymiş gibi gösteremeyecek kadar zekiydi. Voltaire gibi deizme tutunacak derecede gönül fukarası değildi.

Descartes’ın aklı tereddütte bırakıcı düalizmiyle yetinmek istemiyordu. Tevrat’la İncil arasında gidip gelmenin bunalımlarından da kurtulamamıştı. Panteizm’e çark etti… Panteizm, çıkmaz sokakların en uzunu. Kırk katır ve kırk satır yerine pösteki saymak.

Bir sözü daha var Cemil Meriç’in: “Müphem bir deizm, mutlak (çıplak) bir ateizmden çok daha tehlikelidir.” (zehirlidir). Bu aynen panteizm için de geçerlidir. Müphemiyet, zaten, deizmin de panteizmin de kendi mahiyetlerinden doğan has seciyeleridir. Onların propaganda silahıdır…

Vuzuh projektörlerini üzerlerine çevirirseniz, sun’î farklılıklar kaybolur ve mahiyetlerinin sırrı açığa çıkar. Birisi ateizmin yandan çarklısıdır, diğeri menevişlisi! İkisi de estetiği ve edebiyatı çok iyi kullanır.

Çünkü mecazlar, cinaslar, teşbihler, istiareler, (yeni deyişle ve kabulle, imajlar-imgeler-metaforlar vs.), vuzuhtan çok, müphemiyetin ihtiyacıdır. Vuzuh, namuskâr ve cesur fikrin harcı.

Müphemiyet, korkaklığın ve samimiyetsizliğin sığınağı. Bütün vazıhlar ve bütün müphemler aynı hükmün “tahyir” parantezlerine alınamaz; fakat genel manzara böyledir.

Yeri gelmişken, bir ukdeye temas etmek istiyorum…

Bir Müslüman düşünün. İmanı sahih, ibadetlerini de yapmaya çalışıyor… Ama bir dünya görüşü yok, tefekkürî-fikrî bir bakıştan mahrum…

Panteizmi sunuyorlar, yutuyor. Deizmi anlatıyorlar, kanıyor. Masonizmin takdimleriyle karşılaştırıyorlar, kapılıyor.

Ateizmin dolaylı telkinlerini moda cazibesiyle önüne getiriyorlar, sahiplenebiliyor. Pozitivizm’in teknolojik destekli tuzaklarına çağırıyorlar, tıpış-tıpış gidiyor…

Bu hale ne diyeceksiniz? Çözüm nedir?

Satıhta kalmayalım. “Sıfırı bulduk” falan. Sonra ne oldu? Açın bakalım lügatleri; “Meşşaiyye”, “İşrakiyye”, “Revakiyye” ne demekmiş? Hepsinin kökü eski Yunan’dır. Aklımızı çalıştıralım derken ruhumuzu sakatladık.

Tevillere ve makyajlara lüzum yok; inin kaynaklara, gerçeğin bu olduğunu görürsünüz. Gazalî’nin karşı çıktığı da buydu. Nedir sebepleri?

Tefekkürde manevî şuuru öne almamaktır. Yeni meselelerle karşılaşınca; gereken gayreti ve basireti göstermemektir. Fikir ve kavram üretmek yerine, taklitçi benzeşmelere sarılmaktır…

Böyle bir başlangıç noktasından yola çıkmaya çalışırsanız, başlamadan bitersiniz. Bizim önümüzde; Descartes’ın, Kant’ın, Locke’un önündeki talihsizlikler yoktu…

 Önce tefekkürün ne olduğunu tefekkür etmek lazımdır. “Tefekkürde taklit” aklın da ruhun da iflası demektir. Yine Cemil Meriç diyor ki: “Kafatasını çatlatsan bu teslise akıl ermez!” Doğrudur.

Ve Batılı düşünürlerin çoğu mazurdur. Bu mazurlar grubunu (zincirini), Batı’nın kara damarı, teknikle-ekonomiyle güçlenmiş ve pervasız hale gelmiş bir materyalist-saptırma sonucunda tam bir sömürü gasbının aletleri olarak kullandı.

Batı, medeniyetini, bu sömürü gasbının harcıyla inşa etti. “Modernite” deyip, Descartes’ı, Pascal’ı, Rousseau’yu, Locke’u hatta Adam Smith’i suçlamanın; çare olarak da “Voltaire-Comte-Marx-Nietzsche-Freud..” kara damarının uzantılarına “postmodernite” etiketi yapıştırarak piyasaya sürmenin alemi var mı?

Bir mütefekkire göre: “Gafleti anlamak, imanı anlamaktan zordur.” Ne kadar haklı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder