Popüler Yayınlar

9 Haziran 2013 Pazar

NİYAZİ BERKES'DE ÇAĞDAŞLAŞMA KAVRAMI - Prof. Emre KONGAR

NİYAZİ BERKES'DE ÇAĞDAŞLAŞMA KAVRAMI

Prof. Emre KONGAR


NİYAZİ BERKES SEMPOZYUMU

Doğu Akdeniz Üniversitesi
Kıbrıs Araştırmaları Merkezi

Gazimağusa
KKTC

21-23 Nisan 1999



I. GİRİŞ

Berkes, Türkiye Cumhuriyeti'nin ellinci yılı kutlamalarına bir kitapla katılmak ister.
Bu amaçla, öğretim üyeliği yapmakta olduğu Kanada'daki McGill Üniversitesi'nden iki yıllık bir izin alır ve bu süre boyunca neredeyse bir ömür boyu yaptığı incelemeleri, "tarihsel olayların nasıl zorunlu olarak Cumhuriyet rejiminin gelişi doğrultusunda aktığının gösterilmesi"ni sağlayacak bir kitaba dönüştürür. (s.9).

Benim, bu yazıda üzerinde duracağım "çağdaşlaşma" kavramını adında da taşıyan "Türkiye'de Çağdaşlaşma" adlı kitap (bu araştırmada kullanılan birinci baskısı, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1973) böylece ortaya çıkar.

Berkes "Önsöz"de bu kitabı yazmak için aldığı iznin, doğrudan doğruya McGill Üniversitesi'nin Cumhuriyet'in ellinci yıl kutlamalarına katkıda bulunması amacıyla verildiğini söylemeyi de unutmaz.

Ben de burada bu vesile ile, Berkes'in Türkiye'nin bilim tarihine böyle değerli bir katkıda bulunmasına destek vermiş olan McGill Üinversitesi'ne teşekkür ediyorum.

Böylece, Türkiye'deki toplumsal ve siyasal bilimcilerin ülkemizin bilimini zenginleştiren böyle değerli bir katkıyı unutmadığını da vurgulamış oluyorum.

Berkes, kitabın yazılmasında özellikle, İ. Hakkı Uzunçarşılı, Halil İnalcık, Şerif Mardin, Tarık Z. Tunaya, Şevket S. Aydemir, Bernard Lewis, Roderic Davison, Stanford Shaw, Ramsauer, Nikki Keddie ve Gotthard Jaeschke'nin araştırmalarından yararlandığını belirtir.(s.9).

Yine aynı Önsöz'de, önce bu kitabın ne olmadığını belirterek konuya girer:

Berkes'e göre bu kitap, "onsekizinci yüzyılın başlarından Cummhuriyet'in kuruluşuna kadar geçen olayların tarihi olarak yazılmamıştır".

Ayrıca "Cumhuriyet'in kuruluşundan sonraki elli yıllık olayların da tarihi değildir".

Bu olumsuz nitelemelerinden sonra, Berkes, kitabı yazma konusunda yukarda belirttiğim amacını şöyle vurgular:

"Tarihsel olaylar, yarım yüzyıl önce kurulmuş olan Cumhuriyet'in gelişinin ön koşulları olarak oynadıkları rol açısından yer almışlardır….Cumhuriyet'in elli yıllık siyasa, ekonomi ve uygarlık olaylarının incelenişinin başlancgıcı bu araştırmanın vardığı son noktadır".

Berkes, kitabının tüm yaklaşımını, Cumhuriyet'in, Osmanlı-Türk siyasal ve toplumsal gelişmesinin zorunlu bir sonucu olduğu varsayımını kanıtlamaya adar:

"Ayrı aşamaları tartışırken bugün karşılaşılan toplum, devlet ve uygarlık sorunlarının köklerinin sandığımızdan çok derinlerde olduğunu gördükçe devrim kavramımızı yüzey(sel)likten kurtarma zorunluluğunu daha iyi kavrarız. Tarihe başvurma bize ancak bugüne ve yarına daha geniş bir çerçeve içinde bakma olanağını sağlama açısından değerli olabilir".(s.9).

İşte Berkes'in bu kitaptaki temel yaklaşımını anlamak için onun "çağdaşlaşma" kavramına yakından bakmakta yarar vardır.

II. BERKES'TE "LAİKLİK"-"SEKÜLERİZM" FARKLILIĞI

Berkes, kitabının genel yaklaşımını açıkladığı, "Giriş" bölümüne "Bu kitabın konusu, Türkiye'nin son iki yüzyıl içindeki yenilenme çabalarının getirdiği aşamaları, din ve dünya işlerini ayırma davasını mihver alarak, çabaların düşün düzeyindeki görünüşlerinin yardımı ile incelenmektedir". (sic.) diyerek başlar.
Hemen ardından da ilave eder:

"Bu din ve dünya işlerini ayırma davası (kitabın son bölümünde görüleceği gibi) Cumhuriyet döneminin layiklik ilkesi ile son görünüşünü almıştır". (sic.) (s.15).

Bu satırlardan, Berkes'in kitabının aslında, "Türkiye'de laikliğin tarihi üzerine bir araştırma" olduğunu anlarız.

Ama Berkes kendisinin "layiklik" biçiminde yazdığı, bugün bizim "laiklik" biçiminde yazdığımız ve telaffuz ettiğimiz bu terimin, Fransızca laicisme kelimesinden gelen bir sözcük olarak, İslam, Osmanlı, Türk din ve siyaset geleneğine yabancı olduğunu düşünür.

1) Berkes'te Laiklik Kavramı.

Berkes'e göre "laiklik" kavramı, "din-devlet ikilemi"ne dayanır. Bu ise esas olarak bir Hırıstiyan kavramıdır.

İslam ve Osmanlı geleneğinde din-devlet ikilemi anlayışı yoktu, din-devlet bileşimi doğal, olağan bir biçim olarak görülürdü. İkisinin birbirinden ayrılması, ya da ikisinin birer kendine buyruk yetkili (authorité) olması gibi bir görüş yer almamıştı.(s.15).

Berkes esas olarak, laiklik teriminin, Hırıstiyanlığın ilk mezhebi olan Katoliklik içinde geliştiğini ve bu nedenle de Osmanlı-Türk toplumuna pek uygun düşmediğini belirtiyor.

Berkes'e göre "Laicisme sözcüğü Katolik Hırıstiyanlığın yayıldığı halkların dilinde, özellikle Fransızca'da kullanılır ve kökenine bakılırsa ‘halksallaştırma' demektir. 

Çünkü kaynağı olan eski ve Hırıstiyanlık öncesi Grekçedeki laos (halk), laikos (halksal) sözcükleri Hırıstiyanlık döneminde klericus, yani din adamları (biz bunlara rahipler diyoruz) dışında olan kişiler için kulanıldı. Modern Fransızca'da laicisme din adamlarından, rahiplerden başka kişilere, kurullara, yetkililere, dünya işlerinde, hatta din işlerinde üstün bir yer verme davasıdır". (.16).

Berkes, bu terimin kullanılmasının iki farklı ve karşıt nedene dayalı olarak büyük bir karışıklığa yol açtığını söylüyor:

Birinci neden, Berkes'e göre, insanların, laiklik geleneğinin geldiği Hırıstiyanlık'taki din ve devlet ikileminin, İslam geleneğinde de bulunduğu konusundaki yanlış sanısıdır.
İkinci neden daha da ilginçtir:

Berkes, bu kez, İslam geleneğinde, Hırıstiyanlıktaki gibi bir "din-devlet ikilemi" olmadığı için, laiklik davasının İslam toplumları için yersiz ve anlamsız olduğunu sanmanın da yanlış olduğunu söyler.

Yani, Berkes'e göre, İslam dininin geleneği, Hırıstiyanlıktaki "din-devlet ikileminden" farklıdır, böyle bir ikileme sahip değildir; ama buna dayanarak laiklik süreci Müslüman toplumlar için yersiz ve gereksizdir denilemez.. (s.15).

İşte Berkes, bütün bu açıklamaları doğrultusunda, gerek İslamda "din-devlet ikilemi" olmadığından, gerekse, bu ikilem olmadığı ve din devlet bütünlüğü bulunduğu için, din ve devletin birbirinden ayrılması gerekliliği ortaya çıktığı zaman, bu süreç Katolik Hırıstiyanlıktaki "laiklik" ile anlatılmak istendiğinde, tarihsel benzemezliklerden dolayı pek çok sorunun ortaya çıktığını düşünür ve "çağdaşlaşma" sürecini anlatırken "laiklik" kavramını kullanmak istemez.

2) Berkes'de Sekülerizm Kavramı.

"Laiklik" sözcüğünü Omanlı-Türk siyasal ve toplumsal değişme sürecinin betimlenmesinde uygun bulmayan Berkes, onun yerine bir başka terimi, "secularism" kelimesini yeğler.

Berkes için, secularism biçiminde kullandığı sözcük, Osmanlı-Türk değişmesini, ya da çağdaşlaşmasını anlatmakta "laiklik" teriminden daha da işlevseldir.

Çünkü Berkes'e göre "secularism" sözcüğü bir yandan tam anlamıyla "çağdaşlaşma" terimine karşılık olurken, öte yandan, dar anlamdaki din-devlet ya da devlet-kilise ayrımı davasından çok daha geniş, "kutsallaşmış gelenek boyunduruğundan kurtulma sorunu"nu ifade eder. (s.16-17)

Berkes, "sekülerizmi" neden "laiklik" yerine tercih ettiğini açıklamaya, sözcüğün etimolojisinden başlar:

"Katolik Hırıstiyanlığın dışındaki Hırıstiyanlığın yayıldığı yerlerde özellikle Protestanlığın etkisi altında olan İngilizce ve Almancada kullanılan terimin kökeni Grekçeden değil, Latinceden gelir. Bu köken de zamanla değişikliğe uğrayarak şimdiki anlamını almıştır. Aslındaki sözcük, saeculum sözcüğü, ‘çağ' anlamına gelir ki Arapçada bunun karşılığı olan asr sözcüğü son zamanlara değin Türkçede asır olarak kullanılırdı. Layiklik teriminden önce, asrîlik biçiminde bir sözcük kullanılıyordu. Bu sözcük, secularisme sözcüğünün kapsadığı anlamı taşırsa da, Cumhuriyet döneminden önceki dönemde, ‘çağa uymak' ya da ‘onun gereklerine uyacak biçimde değişmek' anlamı, dincilerin elinde kötü bir kavram durumuna getirildi. Asrîlik züppelik, köksüzlük, sathilik, dinsizlik anlamına gelmeye başladı. Ziya Gökalp (ki terimi muasırlaşmak biçiminde kullanmıştır) belki de bu üzüntülü anlamdan, anlamı hiç bilinmeyen bir sözcük bularak kurtulmaya çalıştı; Arapça sözlüklerden o zamana dek kimsenin duymadığı, bilmediği bir sözcük bulup çıkardı. Zenîm biçimindeki bu sözcük, Gökalp'ın kendi yazılarında bile tutunmadı, kendisi muasırlaşmak terimini sonuna değin kullandı.

Asrileşmek, ya da muasırlaşmak gibi daha uygun olan terimin yerine (anlamının kötüleştirilmesi yüzünden halkın kulağında olumsuz çağrışımlar yaptığından) büyük çoğunluğun anlamını, kökenini, yazılış biçimini bilmediği layiklik gibi melez bir terim bulma işi de aynı kaygı ile yapılmış olmalıdır. Bu terimin kesin olarak hangi tarihte çıktığı, ilk önce kimin kullandığı, yani resmileşmeden önceki kısa tarihini belirten bir incelemeye raslamadık. Gerek dil çağdaşlaşması, gerek düşün ve ideoloji açısından böyle bir inceleme yararlı olacaktır".(sic.) (s.16).

Aslında dikkat edilirse, Berkes'in tanımladığı kavram, doğrudan doğruya "modernlik"tir.

Ama nedense, Berkes, bu terime iltifat etmemiştir.

Oysa bu terim, günümüz toplumsal bilimlerinde, özellikle de "modernleşme kuramı" başlığı altında büyük bir yaygınlık kazanmıştır (Kongar, 1995: 227-248)

Protestan Hırıstiyanlıkta gelişmiş olan sekularizmi, Katolik Hırıstiyanlıkta ortaya çıkmış olan laiklik sözcüğüne tercih eden Berkes, bu tercihinin altında yatan temel etken olarak sekülerizm teriminin, laiklik teriminden daha geniş kapsamlı olduğunu belirtiyor:

"Çünkü bu terimde, laicisme teriminde olandan farklı olarak, kilise ya da kilise adamı, kurul ve kuralları, yetkilileri ile onların dünyasal karşıtlarının (klerikus ile laikus'un) karşı karşıya gelmesi, çok sayıda ölçülere göre birbirinden iyice ayırdedilmesi durumundan ziyade geleneksel, katılaşmış kurul ve kurallar karşısında zamanın gereklerine uyan kurul ve kuralları geliştirme davasının yüz yüze gelmesi durumu vardır". (s.17).

Protestanlığın "zamana uymakta" Katoliklikten daha esnek olduğunu belirten Berkes, "Asıl sorunun, ‘toplum yaşamının hangi yanları üzerinde gelenek gereklerinin yerine zamanın gerekleri insan davranışlarına yol gösterecektir' davası olduğu burada daha iyi görülür" diyerek, değişme sürecini, bir "sekülerleşme" olarak gördüğünü, bu nedenle de daha dar kapsamlı bulduğu "laiklik" terimini kullanmadığını belirtir.

3) Berkes'te Çağdaşlaşma Kavramı.

Bütün bu açıklamaları yapan Berkes, sekülerleşme ile çağdaşlaşma arasındaki ilişikiyi kesin bir biçimde, "secularism sözcüğü bu çağdaşlaşma sözcüğüne hem anlam, hem köken açısından daha yakındır, hatta onun tam karşılığıdır," diyerek tanımlamıştır. (s.16).

Berkes, din ve devlet ayrımını vurgulayan laiklik kavramından çok daha kapsamlı olduğunu düşündüğü çağdaşlaşma terimi ile ifade ettiği değişme sürecini şöyle tanımlar:

"Değer ölçüleri olmayan hiç bir toplum yoktur; ancak bazı değerler zamanın gereklerine göre değişeceğine, zamanla katılaşma, kireçleşme eğilimi gösterirler. Bu, bize üç şeyi anlatır: toplumun insanları arasında birbirine çok yapışık bir birlik vardır; kişiler değişmez kurallara uyarak yaşamayı çok rahat ve kolay bulurlar; toplumları, yaşlanan kişilerin damarlarının sertleşmesi gibi katılaşmıştır. Kişiler böyle bir durumu çok beğenirler. Ancak değişme zorunluklarının sillesini yemeyen toplum da yoktur. Zamanın yumrukları altında bazı kişiler, alışık oldukları ölçüleri bırakmaya, bazılarını gizli ya da açıkça çiğnemeye; bazıları da dışardan yeni kurallar almaya, ya da kendileri yeni kurallar geliştirmeye başlarlar. Bunu yapanların iç hayatında ise çatışmalar başlar, bunun da sayısız görüntüleri vardır.

"Bir toplumda en yüksek sayılan değerler, özellikle böyle zamanlarda, dinsel değerler kılığına girmeye de eğilimlidirler. Din, geleneğin en son sığınağı, en son savunma kalesidir. Aslında toplumun eski yaşayışının kökeninden gelen bir çok alışkanlıklar, kolaylıkla din gereği imiş gibi bir nitelik kazanırlar. İşte bunun içindir ki, çağdaşlaşma sözcüğünün özü, ‘layikleşme'sözcüğünün söylemek istediği gibi toplumu, bu dinselleşme hummasının yakasından kurtarma işi imiş gibi gözüküyor ve burada laicisme ile secularism terimlerinin anlamları, ayrı sözcük kökenlerinden geldiği halde, birbirlerine uyuyor". (s.17).

Daha sonra Berkes, "çağdaşlaşma" ile "dinselleşme" arasındaki diyalektik ilişkiye işaret ederek, "dinselleşme" sürecini esas olarak değişmenin zorladığı "çağdaşlaşma"nın başlattığını belirtir:

"… bir toplumda değişme zorunlukları ortaya çıkınca, bilerek bilmeyerek ya da isteyerek istemeyerek, çağdaşlaşmaya doğru bir yönelme başlayınca, o zamana dek açıkça din şemsiyesinin altına girmemiş birçok işler, değişme yağmuru karşısında, bu şemsiyenin altında toplanmaya başlar. Örneğin, ilerde göreceğimiz gibi, sırf devlet işlerinde suçlu görülen bir Sadrazam, ‘dine ihanet etmiş bir kişi olarak' öldürülür. Demek ki, ‘çağdaşlaşma' ile ‘dinselleşme' birbirleriyle aşağı yukarı çağdaştırlar. Dinselleleşme, çağdaşlaşmaya karşı, kaplumbağanın kabuğuna cekilmesi gibi bir korunma çabasıdır. Bu eserde de göreceğimiz gibi, her çağdaşlaşma döneminin arkasından bir dinselleşme humması başlar". (ss. 17-18).

Berkes için çağdaşlaşma, özet olarak "kutsal kuralların" sarsılması sorunudur. Bu ise, laiklik ile ifade edilen, din işleri ile devlet işlerinin ayrılmasından çok daha kapsamlı bir süreçtir:

"Şu halde, çağdaşlaşma konusunda asıl sorun, kutsal sayılan alanın ekonomik, teknolojik, siyasal, eğitsel, cinsel, bilgisel yaşam alanlarında daralması, etkisizleşmesi sorunudur. Bu alanın (hiç değilse bazı kişilerin yaşamında) hemen hemen hiçe inmesi eğilimi olduğu için, buna karşı olanlar ‘gerici' adını hak ederler. Bu nitelikle başını kaldırdığı ya da ‘dur, olamaz' diye kolunu kaldırdığı zaman başka çeşitten bir savaş başlar. Bu savaş artık din-devlet savaşı değil, ileri-geri savaşı olur. İlerleme ve gelişme ile tutma ve denge gibi iki amacı gerçekleştirme çabası biçimin alır. Hatta kimi zaman halk-devlet arası çatışma, aydın-yobaz arası çekişme, ya da dengeleşme, millet-devleti, millet-toplumu olma biçimine de girer".(s.20).

III. DEĞERLENDİRME

Hiç kuşkusuz Berkes'in, Osmanlı-Türk değişme sürecini, sadece bir "din-devlet ayrımı" olarak görmeyip, "gelenekselden modernliğe doğru bir değişme olayı" olarak algılaması ve incelemesi doğru bir yaklaşımdır.

Bence, bu sürecin adını "sekülerizasyon" karşılığı olarak "çağdaşlaşma" biçiminde koyması da kabul edilebilir bir tutumdur.

Kanımca Berkes'in asıl katkısı, Osmanlı-Türk değişme çizgisindeki "dinselleşme"nin, aslında "çağdaşlaşma"ya karşı bir tepki olduğu yolundaki diyalektik teşhisidir ki bu bütünüyle doğru bir yaklaşımdır.

Nitekim ben de aynı yaklaşımı 21. Yüzyılda Türkiye adlı kitabımda benimsedim ve kullandım. (Kongar, 1999: 229-263).

Bütün bu olumlu yaklaşımlarına karşılık, Berkes'in, "laiklik" yerine yeni bir terim bulmak için sarfettiği çaba, hem işin terminolojisini biraz daha karmaşık hale getirmiş, hem de "modernleşme" gibi bir terimi dışarda bıraktığı için eksik kalmıştır.

Ayrıca son bir nokta, günümüzdeki oluşumlara da atıf yapılarak, " ‘laiklik' esas olarak, zaten ‘çağdaşlaşmanın' altında yatan ve demokrasinin de olmazsa olmaz koşulu niteliği ile çağdaşlaşmaya damgasını vurmuş bir kavram değil midir?" diye sorularak, belirtilebilir.


KAYNAKÇA
Berkes, Niyazi, 1973, Türkiye'de Çağdaşlaşma, Ankara, Bilgi Yayınevi.
Kongar Emre, 1995, Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği, İstanbul, Remzi Kitabevi.
1999, 21. Yüzyılda Türkiye, İstanbul, Remzi Kitabevi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder