Popüler Yayınlar

10 Ekim 2013 Perşembe

Nedir mutluluk? - Ahmet Selim


Mutluluğun bilimsel bir tanımı var mı? Binbir çeşit tanımı var, bu da üzerinde birleşilmiş bir tanımı olmadığını gösterir.

Bana göre mutluluk manevî (ruhî), maddî (bedenî) sıhhat dengesinin tatminkâr bir seviyede olmasıdır; ama bu bir tanım olmaktan çok, uzun ve derin izahlara muhtaç bir hayat görüşünün ana başlığıdır.

Bir hasta, mutluluk içinde ölebilir; maddeten sağlıklı ve zengin bir insan ise mutsuzluk içinde yaşıyor olabilir.

İnsanı ve hayatı anlamak zordur; kolay zannedilir ama çok zordur. Düşünce konularının en sarp olanıdır.

Sevgi öyle kendiliğinden doğmaz ve kendiliğinden yok olmaz. İnsanın varlığında kan ve lenf dolaşımı gibi bir “sevgi ve düşünce dolaşımı” ağı da vardır.

Bu ruh merkezli ağ iyi çalışmıyorsa, o insan olumlu düşünceye ve olumlu duygulara kapalı demektir.

Burada olumludan kastım, “ufuklu”dur. Bir şeyler düşünür ve hisseder ama onlar ufka açık değildir.

Nefsaniyetle sınırlıdır. Böyle bir insan derin idrake, saf ve halis sevgiye yönelemez.

Bir havuzda kâğıttan kayıklar yüzdürür, enginlere açıldığını zanneder. Ve hayat bunu kaldırmaz.

Mutluluk öyleleri için bir yanılsamadır. Çeşitli tatmin arayışlarıyla karıştırılan bir yanılsama.

“Küçük şeylerle mutlu olmak” denir. Aslında bu, var olan mutluluğun çeşitli sevinme vesileleriyle pozitif dalgalanmalar göstermesidir.

O vesilelerle mutluluk var olmaz, var olan mutluluk gülümser.

Esasen sevgi ile düşünce arasında çok sıkı bir bağlılık vardır. Sevgiye açık olmayanlar düşünceye de, düşünceye açık olmayanlar ise sevgiye de açık değildir.

İnsanın fıtratı böyledir, fıtratın kimyası böyledir. Ve bu hakikati en iyi ve doğru biçimde, İslam’ı öğrenince anlarsınız.

Felsefede bunu fark eden nadir kişiler vardır ama izahını tam yapamazlar. Sadece sezgi ile buldukları bir şey vardır.

Andre Gide gibi... Victor Hugo gibi... Ne var ki sezgilerle hakikat aydınlatılamaz. Zaten o sezgiler Batı felsefesi içinde rağbetsiz kırıntılar olarak kalmıştır.

Beşerî olarak hepimiz ölümden korkarız. Ama şuurlu bir inanan için ölüm korkunç bir şey değil.

“Allah imanlı ölüm nasib etsin” diye dua ederiz sadece. Ölümün korkulacak olanı, imansız gitmektir.

Zaten öyleleri için ölüm bir yok oluştur, yok oluş inancının apayrı bir korkusu vardır ki anlatılması kolay değildir.

 Bizden bir düşünür demişti ki: “Cehenneme razıyım ama ölümün bir yok edilme olmasından çok korkuyorum.”

Yok olmaktan insan her hücresiyle çok korkar; itiraf etmese de böyledir. Böyleleri için sevgiye düşünceye açık olmak, mutluluğu anlayıp yaşamak mümkün değildir. Hayatı anlamanın, ölümü anlamakla ilgili önemli bir tarafı vardır.

İnancın bir hayatiyet irtibatı (kaynağı) halinde var olması gerekir. Öyle inananlar var ki inanmıyormuş gibi yaşıyorlar ve bu çelişkili hale de “gaflet” denir.

Sınavda başarılı olmak isteyen ama çalışmayan, gayret göstermeyen öğrencinin hali gibi.

İnanç, bir ciddi sorumluluk bilinci doğuracak kıvamda olmalı. Gaflet öyle bir derttir ki, nefs onu bir onur meselesi gibi savunur, her türlü eleştiriyi ve uyarıyı şiddetle reddeder.

Belki ateisti eleştirirseniz o kadar tepki almazsınız. Sevgiye açık olmamak en dramatik tezahürlerini Hakikat Sevgisi alanında gösterir.

Bazen hadis bilgilerini bazen tasavvufu toptan inkâr edenler, bu incelikleri göremeyenlerdir.

Hayatı ve insanı anlamak, ancak İslam’ı doğru anlamakla mümkündür. O takdirde gaflete de yer kalmaz.

Sevgiyi ve mutluluğu soyut, yalın ve yüzeysel sözlerle, velev ki güzel bile olsalar, ne anlamak kabildir ne de anlatmak.

Hoşa gider ama beslemez, içselleştirmeyi sağlamaz. O sözler faydalı olurlar ama aradığınız vuzuhu size kazandırmazlar. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder