Popüler Yayınlar

25 Temmuz 2013 Perşembe

Diyaloğun peşinde: Kutuplaşma yerine melezleşme

19 Temmuz 2013


Gezi sonrası dönem etkileşim adına bir fırsat da içeriyor. Küçümseyici bakışlara rağmen seküler ve dindar gençlik arasında diyalog imkânı oluşuyor.

İletişimci potansiyelin İslam'la ilgili bir yönünün olması çoğunlukla göz ardı edildi.

Belki de bu yön sadece kendilerine antikapitalist Müslümanlar diyen grubun ideolojisine indirgendi. Hâlbuki mesele bu kadar basit değildi.

Kimliğini makro-siyasi biçimde görmeyen Müslümanlar da vardı, başörtülü gençler de oradaydı, başörtülü entelektüeller de. Gündelik hayat içinde sosyal barışa giden bir yol inşa etmek istiyorsak diyalojik unsurları ortaya çıkarmak gerekiyor.

Performatif eylem süreçsel ve tekrarlayıcıdır. İslamcılık hareketi Türkiye'de 80'li yıllardan bu yana zaten tüketim karşıtı, çevreci ve anti-kapitalist öğeler taşıyan bir hareket olmuştu.

Bu türden konular eskiden de İslami entelektüellerin yazdığı eleştirilerde geniş yer bulurdu. Hatta bazı İslami entelektüeller Batı'daki modernite karşıtı yazarlardan hacimli aktarımlar yapardı.

İslami hareket AVM'leri tüketim tapınakları diyerek eleştirirdi. Öte yandan Ali Şeriati, Marksist İslamcı gibi anlatılırdı. Bilgi ve Hikmet dergisinde Medine Vesikası üzerine dosyalar hazırlanırdı.

Sosyalist “Birikim” çevresiyle İslamcılar aynı masalar etrafında paneller düzenlerdi. Bugün aynı rezonansın çıkması niye insanlara çok görülüyor?

Gezi'deki Müslümanlar niye bölücülükle suçlanıyor acaba? Unutmamak lazım, onlar bir teşkilat değil, güç aygıtlarından yoksun bir sosyal hareket. Üstelik bölücülük suçlaması yapanlar kendi başörtüsü mücadelelerini unutmuş durumda. Halbuki bugün suçlamaya değil toleransın diline ve el uzatmaya ihtiyaç var.  
                                                                         
GEZİ’DEKİ MÜSLÜMANLAR VE GEÇMİŞ

Gezi ruhuna giren Müslümanlar basitçe ideolojik ya da sınıfsal bir grup değildi. Yoksul Müslümanlar olmadıkları gibi yeni zengin üst sınıf Müslümanların çocukları da değiller.

Genç, eğitimli, çoğunlukla orta sınıftan Müslüman gençler ve neoliberalizmi İslami bir dille eleştirebilen kültürel sermayeye sahipler.

Kısacası onlar da AKP döneminin gençleri. Demokrasiyi tatmışlar. İktidarın kendilerine ne vaat ettiğini soruyorlar. Tüketim ve meta fetişizmi dışında sistemin gençlere sunabileceği şeyleri merak ediyorlar.

Bu durumda Gezi'de diren Gramsci sesinin bulunduğu kültürel ortamda İslami kimliği taşıyan gençlerin de bulunmaları gayet anlaşılır değil mi? İslami harekette zaten anti-sistemik, anti-hegemonik bir duruş vardı.

Mızraksız İlmihal adlı romanın yazarı Mehmet Efe'nin de kendini Gezi'nin ortasında bulması son derece tabii değil mi? “Norma uygun dindarlar” diyerek küçümseme yapanlar ayıp ettiler.

Zira norm, güç sahibinin elindeki değer ölçütüne denir. Oradaki genç Müslümanlar İslami hareketin ekonomik globalizme asimile olmadığını göstermek istiyorlar.

Güçlülerin arasına yerleşme hevesine girmeyen dindar aydınların manifestosu da kendilerine destek oluyor. Buna rağmen Taksim'de namaz kılmalarını, kandil simiti vermelerini, kandil gecesi orada içki içilmemesini bir çeşni unsuru gibi anlatıp küçümsemek anlaşılır gibi değil.

Üstelik bazıları İslamcılığın 80'li yıllardaki anti-hegemonik özelliğini yakinen bildikleri halde, yani hareketin içinden geldikleri halde aynı küçümsemeyi yapıyorlar.

Bu epey vefasızlık. Kutuplaştırıcı analizler yapmak yerine Gezi sayesinde farklı kesimler arasında oluşan melez etkileşimin tezahürlerini 3 gerçek fenomen dahilinde ele alabiliriz: Yer Sofrası, Başörtüsüzlerin İmza Metni ve Öteki Y Kuşağı.

Beyoğlu Belediyesi Ramazan'ın ilk günü çadır veya çadır içindeki sıra sistemi yerine hem de bu sefer Taksim meydanının ortasına müstakil yemek masaları yerleştirdi.

Şık sandalyelerin çevrelediği masaların üstüne beyaz örtüler ve kırmızı şeritler konuldu. Meydanı birden açık hava restoranı haline getiren, geleneksel olmayan ve sınıfsal çağrışımlar sunan bir düzenleme yapıldı.

Son derece modernist bir mekânın ortasına yine modern görünümlü bir yemek düzeneği yerleştirerek (otel iftarlarını çağrıştırmasıyla yanıbaşındaki the Marmara'nın uzantısı gibi), aslında mekanın sekülarist dokusunu bozmayan, hatta o dokuyu pekiştiren hijyenik ve tümüyle anti-politik ya da merkez-politik bir ortam tesis edildi. Fakat “Yeryüzü Sofrası” denilen cadde iftarı daha farklıydı.

Karton kutularda sıkıca paketlenmiş menü yerine evden getirilmiş sofra örtüleri, ev yapımı yemekler vardı.   

BEYOĞLU VE RAMAZAN VE YERYÜZÜ SOFRASI

İstiklal Caddesi neredeyse hiçbir İslami unsur içermeyen, tamamen dünyevî faaliyetlere açılan, eğlence pratiklerine imkân tanıyan bir kamusal alan.

Buna rağmen İslami bir fiil, yani akşam ezanıyla birlikte oruç açmak, iftar etmek ve bunu İstiklal Caddesi'nin ortasında Galatasaray'a kadar uzanan yer sofrası üzerinde yapmak, mekânın son derece dünyevî, sekülarist dokusunu bozan, diyalojik bir eylem olarak kendini gösterdi.

DJ kutusu başında konser veren Mercan Dede'nin birdenbire ney üflemeye başlamasıyla, mekânın din-dışı atmosferini seyreltmesine benzeyen bir iletişim dili tesis edildi.

Tarihçiler araştırsın ama Beyoğlu, Beyoğlu olalı böyle İslami bir ritüele şahit olmamıştır. Özellikle akşam ezanıyla kitlesel bir oruç açma pratiğine, bu caddeboyu yer sofrasına tanık olmamıştır.

Oraya iftar sofrası sermek melezleştirici dâhiyane bir dini anlatıdır. Sofraya oruçsuz oturmayı kendine yediremediği için hayatında ilk defa oruç tuttuğunu söyleyen olmuş.

Alevi de ateist de yeryüzü sofrasına oturmuş. Bu kadar eleştirecek ne var? Gezi vakasıyla birlikte farklı kesimler arasında iletişim ve etkileşim potansiyelinin açığa çıktığını anlatmak istiyorum.

Buna dair bir başka kanıt 57 başörtüsüz kadının başörtülüler için imza kampanyası başlatması oldu. Şu zamana kadar 10.000 imza toplandı.

Gezide, forumlarda yan yana gelen başörtülü ve başörtüsüz kadınlar birbirlerini daha yakından dinleme ve iletişim kurma fırsatı buldular.

Bu yakın kültürel temas birbirlerinin dertleriyle dertlenmelerine yoğunluk kazandırdı. Başörtüsüz kadınların imza kampanyası bu saikle başladı. Orada ortak yaşam alanlarına bakınca birbirleriyle daha fazla empati kurabildiler.

Üçüncü melez etkileşim kanıtı ise Yeni Şafak'tan Murat Menteş'in bazı üniversite öğrencisi başörtülü kızlarla yaptığı görüşmelerden geliyor.

Kendilerini “Biz de Y Kuşağındanız” diye tanımlayan gençler, yeni tartışmalarda kendilerinden niye bahsedilmediğini sorgulamışlar.

Gezi Gençliğinin “Yaşam tarzımıza, mahremiyetimize, onurumuza dokunmayın” demesi Başörtülü Y kuşağı üyelerinin “Bunlar tam da bizim isteklerimiz” demesine yol açmış.

Üniversiteli gençler, “Medyadan, ülkeden dışlanıyoruz. Gençlik denince kimsenin aklına gelmiyoruz. Sizin bile!” demişler. Röportajları inceledikçe Gezi gençliğine yönelttikleri eleştiriler olduğunu da görüyorsunuz.

Ama aynı gençlik ile ne kadar ortak yanları olduğu da anlaşılıyor. “Gezi eylemine katılmak dahil, yaptığım hiçbir işte başörtülü olarak anılmak istemiyorum” demiş öğrencilerden biri.

Gezi sonrasında bu ortaklıklar ses kazanıyor, başörtülü olanla olmayan arasındaki mesafe azalıyor. İmza kampanyası için “Eyvallah güzel bir jest…” “Başörtüsüne özgürlük için gerekli yasal düzenleme hâlâ yapılmadı” demişler. Öteki Y Kuşağından bu gençlerin diğer ifadeleri şöyle:

“Başörtülü yazarlar da tüm başörtülüleri temsil etmez. Bunu neden kimse anlamıyor…”

“Gökdelenler ve betonlaşma İslam şehri İstanbul'un ruhuna ve dokusuna zarar veriyor. Çamlıca'da cami yerine ağacı tercih ederim. Ağaç da cami kadar İslami”

Seküler ve dindar gençlik arasındaki etkileşim ve söylemsel pratik Gezi vasıtasıyla artmış gibi görünüyor. Kendilerini Y Kuşağının mensubu olarak gören dindar gençlerin Gezi ruhuyla birlikte söyleyebilecek çok sözleri olduğu açık.

Türkiye çoğulculuğun, sevgi ve saygının, sosyal barışın dilini arıyor. Gezi hareketinin nüvesine izin verilirse laik-dindar kutuplaşması azalabilir.

İktidar iki fay hattında Kürt ve Alevi açılımı yaptığı gibi siyasi retorik planında Laik açılımı da yapabilir. Türkiye'nin üçüncü fay hattını (dindar-laik ikiliğini) ihmal etmek doğru olmaz.

Gençleri mutlak biçimde politize olmuş bir temsil yerine özgürlük talepleriyle iletişim kuran toplumsal bir desen gibi görmek gerekiyor.

Farklı kesimler arasındaki etkileşim kanalını ortaya çıkarmaya çalışmak toplumsal hoşgörü ve barışı mümkün kılacak bir yaklaşım içeriyor.

*Doç. Dr., Süleyman Şah Üniversitesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder