Popüler Yayınlar

2 Ağustos 2013 Cuma

Marifetullaha Sosyolojik Bir Bakış

Marifetullaha Sosyolojik Bir Bakış

Üniversiteye başladığımdan beri aklımda dönüp duran bir mesele vardı. 

Sorunun özü şuydu: okuduğum ilim, benim Allah’ı tanımama nasıl yardım edebilir?

Ben sosyoloji mezunuyum. 

Kafamdaki problem, bu bilimin bir sosyal bilim olmasından kaynaklanıyordu. 

Çünkü fen ilimlerinin marifetullaha nasıl basamak olduklarını anlamak bana o kadar da zor gelmiyordu.

Mesela fizik, kimya veya tıp bilimlerinin, Cenab-ı Hakk’ın sayısız isimlerini nasıl gösterdiklerini anlamak, görece daha kolay gibi görünüyordu.

Ancak, mesela benim okuduğum ilim, yani sosyoloji, benim Allah’ı daha iyi tanımamda bana nasıl bir basamak olabilirdi? Marifetullaha sadece fen ilimleri mi hizmet eder? Öyleyse boşuna dirsek çürütmüşüz demekti çünkü.

İçimden bir ses, sosyal bilimlerin de bir şekilde insanın bu asli vazifesine, yani marifetullaha hizmet edebilmesi gerektiğini söylüyordu. Bu hususta Risale-i Nur’dan medet umdum.

Kendi tabiriyle, her vurduğu yerden bir Asa-yı Musa gibi tevhide giden bir yol çıkartan bu çağın tefsiri, eğer sözünde haksa, bana bu müşkülümde yardımcı olmalı, okuduğum ilimden marifetullaha nasıl yol bulacağımı göstermeliydi.

Lakin bu hususta üzerime düşen talebelik, yani bu sorunun cevabına ‘talip olma’ görevini pek yerine getiremedim.

Risaleleri hakkını vererek okumuş olmamama rağmen, Allah bana, geçen günlerde yaşamış olduğum bir olayı Risale-i Nur’un bakış açısını kullanarak yorumlamayı rahmetiyle lütfetti ve yukarıda zikretmiş olduğum soruya bir cevap bulma hususunda da mühim bir kapıyı benim için araladı diye düşünüyorum. 

“Söz uçar, yazı kalır” kaidesince ve aynı zamanda da bir tahdis-i nimet olarak, bu düşüncelerimi kağıda dökmek istedim.

Başımdan geçen olayı anlatmadan önce, yukarıdaki paragrafta bahsettiğim ‘Risalelerin bakış açısı’ tabirinden ne kastettiğimi kısaca açıklamak isterim.

Benim Risale-i Nur’dan talep ettiğim şey, bana kendi alanım hakkında bir bilgi yüklemesi yapması değildi.

Nasıl ki Risaleler bir fıkıh kitabı veya bir astronomi kitabı değildir, aynı şekilde bir sosyoloji kitabı da değildir.

Ancak aynı şekilde, nasıl ki Risaleler fıkhi mevzulardan veya yıldızlardan bahseder, aynı şekilde sosyolojik meselelerden de bahseder.

Benim görmekten bunaldığım şey, özellikle benim alanımda güncel bir meselede, Risale-i Nur’un anlayışı olarak sunmak üzere yapılan kopyala/yapıştır tarzıydı.

İşte Said Nursi’nin bu konudaki görüşü şudur” şeklinde yapılan, yüzeysel bir iki yorumla süslenip temcit pilavı gibi hizmet adı altında yapılan her aktivite / organizasyon / yayın / basımda sunulan argümanlar, benim soruma cevap vermiyordu.

Benim için mesele, Said Nursi’nin toplumsal yaşam hakkında neler yazmış olduğu değildi. Bu zaten herkes için malumdu. 

Benim için mesele, elimde ilmini tuttuğum toplumbilimin, topluma ve insana bakarak beni nasıl marifetullaha ulaştıracağı idi.  

Yani mesele, bilgi değil, metottu. Risale-i Nur bana, topluma, insana ve insan ilişkilerine bakarak Allah’ı daha yakından tanımak için bir okuma metodu sunuyor olmalıydı.

Sanırım, Risale-i Nurları tetkik ederek, dikkatlice okumak bunun için çok önemli, çünkü bu eserlerde Metotlar başlığı altında bu işe yarayacak taktikler sıralanmıyor. 

Ciddi çalışmak gerekiyor. Risale-i Nur’u okumak gerekiyor.

Bu şekilde, aradığım şeyi özetlemiş oldum. Şimdi de bulduğum şeyi anlatmaya çalışacağım. Bunun için önce yaşadığım anektodu aktarayım.
 
Her zamanki gibi kütüphaneye doğru yol aldığım bir gün, yolda elinde süpürgesiyle yerleri temizleyen bir işçiye rastladım. 

Hepimiz temizlik işçilerine her gün, her yerde rastlıyoruz. Sanırım bu durumun insanların pek dikkatini çekmediğini söylersem yanlış olmaz. 

Benim de çekmemişti. Adamın yanından geçerken, bir şeyler söylediğini fark ettim. Bana mı dediğini, yoksa kendi kendine mi konuştuğunu anlamadığımdan, durdum.

“Efendim abi?” dedim. Adam mealen şunu söylüyordu:

Buraları ben temizledim!”
 
Şaşırdım. Ne demekti yani şimdi bu? Bir yandan da beni muhatap alarak söylenmiş bir söz olduğundan, kendisine bir tepki vermem gerekiyordu ama ne tepki vereceğimi de bilemedim. 

Adam söylediği sözün manasını açıkladı:

Buraları böyle tertemiz yaptım. Siz temiz temiz oturun diye. Nasıl, iyi olmuş mu?

Meseleyi anlamıştım. Güldüm. “Çok iyi olmuş abi, Allah razı olsun, elinize sağlık” dedim. O da memnun oldu. Laf açılınca biraz ayak üstü muhabbet ettik, sonra da yoluma devam ettim.
 
Bu şekilde biraz renkli bir olay yaşayınca, bir süre aklımdan çıkmadı bu konuşma. Üzerinde düşündüm. Meczup işte, deyip geçebilirdi insan. 

Halbuki adam, meczup değildi. Aksine, sonuna kadar fıtri davranan ve akli sağlığı yerinde biriydi bence.

Çünkü adam, yaptığı işin çevredekiler tarafından görülmesini istiyordu. Belli ki toplumun alt tabakası gibi görülmekten, pis bir iş yaptığının düşünülmesinden ve görmezden gelinmekten sıkılmıştı. 

Şehrin en mühim işlerinden birini, yani temizlik işini yaptığını biliyordu ve birisine bunun önemini göstermek istemişti. Önemi görülsün, anlaşılsın ki takdir edilsin istemişti. 

Bunu açığa çıkarmak istemişti. Yani, insanın fıtratına uygun davranmıştı.

Bu olay, benim, toplumun bir ferdi ile, belirli bir toplumsal düzen içinde belirlenmiş bir mesleksel ayrım çerçevesinde, bir şehir hayatı içinde yaşadığım bir ilişki idi. Yani toplumsal yaşama dair bir nükteydi. Risale-i Nur’un yardımıyla, marifetullah yolunda bana şöyle basamak oldu:

Otuzuncu Söz’deki “ene” bahsinden dar kapasitemle anlayabildiğim kadarıyla biliyorum ki, Cenab-ı Hak, benim O’nu tanımam için bir ölçü birimi mahiyetinde kullanmak üzere belirli özellikleri bana takmış.

Mesela, nasıl ki ben görüyorum, O’nun da gördüğünü anlayabiliyorum. Aynı şekilde, nasıl ki ben kızıyorum, O’nun da kızdığını anlayabiliyorum. Duygularım ve hissiyatım da, Allah’ı tanımak için bana birer ölçü birimi oluyor.

Demek ki, nasıl ki bu temizlik işçisi, yaptığı işin gizli kalmasından ve hak ettiği değeri görmemesinden rahatsız oluyor; Allah da yaptığı işlerin gizli kalmasını istemiyor ve yaratılış tahkir edildiği zaman hiddetleniyor.

Nasıl ki bu adam beni yolun ortasında tutup “Buraları ben temizledim” diyerek yaptığı işi göstermek istiyor; Allah da bana Resul gönderip “Bu kainatı ben yarattım” diyerek yaptığı işi göstermek ve tanıtmak istiyor.

Nasıl ki bu adam, bu bildirimin sonunda benden teşekkür bekliyor; Allah da bana tahsis ettiği, yıldızdan zerreye bütün nimetleri için benden şükür bekliyor.

Nasıl ki bu adam ben kendisine teşekkür edince yüzü aydınlanıyor, tebessüm ediyor; muhakkak ki Allah da ben kendisine şükredince memnun kalıyor, anlıyorum.

Nasıl ki bu adam, eğer ben kendisine teşekkür etmemiş olsam ve kendisini ve yaptığı işi kaale almayıp çekip gitsem, arkamdan nefretle bakacak ve belki küfredecek; Allah da bana verdiklerine ve benim için yaptıklarına şükretmediğim zaman bana lanet edecek, anlıyorum.

Nasıl ki ben, bugüne kadar vatandaş olarak her gün gözümün önünde olan olayı fark etmediğim için şaşırıyor ve adama bunu bana düşündürttüğü ve gösterdiği için müteşekkir kalıyorum; aynı şekilde yine ben, bu sefer kul olarak, alışmışlıktan dolayı fark etmediğim Allah’ın sonsuz mucizelerini, bana tanıttığı, gösterdiği ve beni üzerlerinde düşünmeye sevk ettiği için şükrediyorum.

Risale-i Nur’da bu hususa şu şekilde dikkat çekiliyor: “Demek, hüsün ve cemal, görmek ve görünmek ister. Görmek, görünmek ise, müştak seyirci, mütehayyir istihsan edicilerin vücudunu ister.”
 
Ben, bu hakikati, yaşamış olduğum bu olay üzerinden belki de hakkalyakin bir şekilde tecrübe etmiş oldum. Allah’ı biraz daha tanımış, benden ne istediğini biraz daha anlamış olduğumu hissettim. Bana, yaşamış olduğum bu olayı, Risale-i Nur’un metoduyla bu şekilde yorumlamayı ve marifetine bir basamak yapmayı nasip eden Cenab-ı Hakk’a hamdolsun.
 
Şimdi, “İnsani bir münasebet yaşamışsın. Bunu böyle yorumlamak için sosyolojiye ne gerek var?” diyebilirsiniz. Demeyin.

Bu olayı yorumlamak için muhakkak ki sosyolojiye gerek yok. Ancak, sosyolojinin marifetullaha basamak olması için bence bu bakış açısına ihtiyacı var.

Yani Risale-i Nur’un bakış açısına ihtiyacı var. Çünkü birey, toplumun en küçük birimidir. Ve denilir ki, “bir toplum, bir topluluktaki insanların toplamından fazlasıdır.” İşte bu fazlalığı oluşturan şeylerden bir tanesi de, yukarıda bahsetmiş olduğum olaya benzer münasebetlerdir.

Nasıl ki Batı’nın el üstünde tutulan bir sosyoloğu, içinde yaşadığı toplumdaki münasebetlere bakıp, dini toplumsal bir evrim sonucu insanlar tarafından oluşturulagelmiş bir kurum olarak yorumlayabiliyorsa, ben de aynı özgürlükle, aynı topluma ve bu toplumdaki ilişkilere bakarak, bu ilişkileri Allah’ın bilinmek istemesine bir delil olarak yorumlayabilir ve tecrübe edebilirim.

Nasıl ki ben bu yaşadığım küçük bireysel münasebeti Allah’ı daha iyi tanımak için kullanabiliyorsam, o zaman birey-birey ve birey-toplum ilişkilerinde uzmanlaştıkça ve derinleştikçe, bu ilmi Allah’ı daha iyi, daha derin bir şekilde ve daha güçlü bir iman derecesiyle tanımak için kullanabilirim demektir. Neden olmasın?

Demek ki benim vazifem, bunun yollarını araştırmaktır.

Evet, bence doğru açıdan bakılmak şartıyla, her fen bilimi gibi, her sosyal bilim de marifetullaha hizmet edebilir.

Muhammed Ali Asil

- See more at: http://www.risaleajans.com/nur-alemi/marifetullaha-sosyolojik-bir-bakis#sthash.bbRXN3Lt.dpuf


Üniversiteye başladığımdan beri aklımda dönüp duran bir mesele vardı. Sorunun özü şuydu: okuduğum ilim, benim Allah’ı tanımama nasıl yardım edebilir?

Ben sosyoloji mezunuyum. Kafamdaki problem, bu bilimin bir sosyal bilim olmasından kaynaklanıyordu. Çünkü fen ilimlerinin marifetullaha nasıl basamak olduklarını anlamak bana o kadar da zor gelmiyordu. - See more at: http://www.risaleajans.com/nur-alemi/marifetullaha-sosyolojik-bir-bakis#sthash.bbRXN3Lt.dpuf
Üniversiteye başladığımdan beri aklımda dönüp duran bir mesele vardı. Sorunun özü şuydu: okuduğum ilim, benim Allah’ı tanımama nasıl yardım edebilir?

Ben sosyoloji mezunuyum. Kafamdaki problem, bu bilimin bir sosyal bilim olmasından kaynaklanıyordu. Çünkü fen ilimlerinin marifetullaha nasıl basamak olduklarını anlamak bana o kadar da zor gelmiyordu. - See more at: http://www.risaleajans.com/nur-alemi/marifetullaha-sosyolojik-bir-bakis#sthash.bbRXN3Lt.dpuf
Üniversiteye başladığımdan beri aklımda dönüp duran bir mesele vardı. Sorunun özü şuydu: okuduğum ilim, benim Allah’ı tanımama nasıl yardım edebilir?

Ben sosyoloji mezunuyum. Kafamdaki problem, bu bilimin bir sosyal bilim olmasından kaynaklanıyordu. Çünkü fen ilimlerinin marifetullaha nasıl basamak olduklarını anlamak bana o kadar da zor gelmiyordu.

Mesela fizik, kimya veya tıp bilimlerinin, Cenab-ı Hakk’ın sayısız isimlerini nasıl gösterdiklerini anlamak, görece daha kolay gibi görünüyordu.
 
Ancak, mesela benim okuduğum ilim, yani sosyoloji, benim Allah’ı daha iyi tanımamda bana nasıl bir basamak olabilirdi? Marifetullaha sadece fen ilimleri mi hizmet eder? Öyleyse boşuna dirsek çürütmüşüz demekti çünkü.
 
İçimden bir ses, sosyal bilimlerin de bir şekilde insanın bu asli vazifesine, yani marifetullaha hizmet edebilmesi gerektiğini söylüyordu. Bu hususta Risale-i Nur’dan medet umdum.

Kendi tabiriyle, her vurduğu yerden bir Asa-yı Musa gibi tevhide giden bir yol çıkartan bu çağın tefsiri, eğer sözünde haksa, bana bu müşkülümde yardımcı olmalı, okuduğum ilimden marifetullaha nasıl yol bulacağımı göstermeliydi.
 
Lakin bu hususta üzerime düşen talebelik, yani bu sorunun cevabına ‘talip olma’ görevini pek yerine getiremedim.

Risaleleri hakkını vererek okumuş olmamama rağmen, Allah bana, geçen günlerde yaşamış olduğum bir olayı Risale-i Nur’un bakış açısını kullanarak yorumlamayı rahmetiyle lütfetti ve yukarıda zikretmiş olduğum soruya bir cevap bulma hususunda da mühim bir kapıyı benim için araladı diye düşünüyorum. “Söz uçar, yazı kalır” kaidesince ve aynı zamanda da bir tahdis-i nimet olarak, bu düşüncelerimi kağıda dökmek istedim.
 
Başımdan geçen olayı anlatmadan önce, yukarıdaki paragrafta bahsettiğim ‘Risalelerin bakış açısı’ tabirinden ne kastettiğimi kısaca açıklamak isterim.

Benim Risale-i Nur’dan talep ettiğim şey, bana kendi alanım hakkında bir bilgi yüklemesi yapması değildi.

Nasıl ki Risaleler bir fıkıh kitabı veya bir astronomi kitabı değildir, aynı şekilde bir sosyoloji kitabı da değildir.

Ancak aynı şekilde, nasıl ki Risaleler fıkhi mevzulardan veya yıldızlardan bahseder, aynı şekilde sosyolojik meselelerden de bahseder.

Benim görmekten bunaldığım şey, özellikle benim alanımda güncel bir meselede, Risale-i Nur’un anlayışı olarak sunmak üzere yapılan kopyala/yapıştır tarzıydı.“İşte Said Nursi’nin bu konudaki görüşü şudur” şeklinde yapılan, yüzeysel bir iki yorumla süslenip temcit pilavı gibi hizmet adı altında yapılan her aktivite/organizasyon/yayın/basımda sunulan argümanlar, benim soruma cevap vermiyordu.

Benim için mesele, Said Nursi’nin toplumsal yaşam hakkında neler yazmış olduğu değildi. Bu zaten herkes için malumdu. Benim için mesele, elimde ilmini tuttuğum toplumbilimin, topluma ve insana bakarak beni nasıl marifetullaha ulaştıracağı idi. Yani mesele, bilgi değil, metottu. Risale-i Nur bana, topluma, insana ve insan ilişkilerine bakarak Allah’ı daha yakından tanımak için bir okuma metodu sunuyor olmalıydı.
 
Sanırım, Risale-i Nurları tetkik ederek, dikkatlice okumak bunun için çok önemli, çünkü bu eserlerde Metotlar başlığı altında bu işe yarayacak taktikler sıralanmıyor. Ciddi çalışmak gerekiyor. Risale-i Nur’u okumak gerekiyor.
 
Bu şekilde, aradığım şeyi özetlemiş oldum. Şimdi de bulduğum şeyi anlatmaya çalışacağım. Bunun için önce yaşadığım anektodu aktarayım.
 
Her zamanki gibi kütüphaneye doğru yol aldığım bir gün, yolda elinde süpürgesiyle yerleri temizleyen bir işçiye rastladım. Hepimiz temizlik işçilerine her gün, her yerde rastlıyoruz. Sanırım bu durumun insanların pek dikkatini çekmediğini söylersem yanlış olmaz. Benim de çekmemişti. Adamın yanından geçerken, bir şeyler söylediğini fark ettim. Bana mı dediğini, yoksa kendi kendine mi konuştuğunu anlamadığımdan, durdum.
 
“Efendim abi?” dedim. Adam mealen şunu söylüyordu:
Buraları ben temizledim!”
 
Şaşırdım. Ne demekti yani şimdi bu? Bir yandan da beni muhatap alarak söylenmiş bir söz olduğundan, kendisine bir tepki vermem gerekiyordu ama ne tepki vereceğimi de bilemedim. Adam söylediği sözün manasını açıkladı:
 
Buraları böyle tertemiz yaptım. Siz temiz temiz oturun diye. Nasıl, iyi olmuş mu?
 
Meseleyi anlamıştım. Güldüm. “Çok iyi olmuş abi, Allah razı olsun, elinize sağlık” dedim. O da memnun oldu. Laf açılınca biraz ayak üstü muhabbet ettik, sonra da yoluma devam ettim.
 
Bu şekilde biraz renkli bir olay yaşayınca, bir süre aklımdan çıkmadı bu konuşma. Üzerinde düşündüm. Meczup işte, deyip geçebilirdi insan. Halbuki adam, meczup değildi. Aksine, sonuna kadar fıtri davranan ve akli sağlığı yerinde biriydi bence.
 
Çünkü adam, yaptığı işin çevredekiler tarafından görülmesini istiyordu. Belli ki toplumun alt tabakası gibi görülmekten, pis bir iş yaptığının düşünülmesinden ve görmezden gelinmekten sıkılmıştı. Şehrin en mühim işlerinden birini, yani temizlik işini yaptığını biliyordu ve birisine bunun önemini göstermek istemişti. Önemi görülsün, anlaşılsın ki takdir edilsin istemişti. Bunu açığa çıkarmak istemişti. Yani, insanın fıtratına uygun davranmıştı.
 
Bu olay, benim, toplumun bir ferdi ile, belirli bir toplumsal düzen içinde belirlenmiş bir mesleksel ayrım çerçevesinde, bir şehir hayatı içinde yaşadığım bir ilişki idi. Yani toplumsal yaşama dair bir nükteydi. Risale-i Nur’un yardımıyla, marifetullah yolunda bana şöyle basamak oldu:
 
Otuzuncu Söz’deki “ene” bahsinden dar kapasitemle anlayabildiğim kadarıyla biliyorum ki, Cenab-ı Hak, benim O’nu tanımam için bir ölçü birimi mahiyetinde kullanmak üzere belirli özellikleri bana takmış.

Mesela, nasıl ki ben görüyorum, O’nun da gördüğünü anlayabiliyorum. Aynı şekilde, nasıl ki ben kızıyorum, O’nun da kızdığını anlayabiliyorum. Duygularım ve hissiyatım da, Allah’ı tanımak için bana birer ölçü birimi oluyor.

Demek ki, nasıl ki bu temizlik işçisi, yaptığı işin gizli kalmasından ve hak ettiği değeri görmemesinden rahatsız oluyor; Allah da yaptığı işlerin gizli kalmasını istemiyor ve yaratılış tahkir edildiği zaman hiddetleniyor.

Nasıl ki bu adam beni yolun ortasında tutup “Buraları ben temizledim” diyerek yaptığı işi göstermek istiyor; Allah da bana Resul gönderip “Bu kainatı ben yarattım” diyerek yaptığı işi göstermek ve tanıtmak istiyor.

Nasıl ki bu adam, bu bildirimin sonunda benden teşekkür bekliyor; Allah da bana tahsis ettiği, yıldızdan zerreye bütün nimetleri için benden şükür bekliyor.

Nasıl ki bu adam ben kendisine teşekkür edince yüzü aydınlanıyor, tebessüm ediyor; muhakkak ki Allah da ben kendisine şükredince memnun kalıyor, anlıyorum.

Nasıl ki bu adam, eğer ben kendisine teşekkür etmemiş olsam ve kendisini ve yaptığı işi kaale almayıp çekip gitsem, arkamdan nefretle bakacak ve belki küfredecek; Allah da bana verdiklerine ve benim için yaptıklarına şükretmediğim zaman bana lanet edecek, anlıyorum.

Nasıl ki ben, bugüne kadar vatandaş olarak her gün gözümün önünde olan olayı fark etmediğim için şaşırıyor ve adama bunu bana düşündürttüğü ve gösterdiği için müteşekkir kalıyorum; aynı şekilde yine ben, bu sefer kul olarak, alışmışlıktan dolayı fark etmediğim Allah’ın sonsuz mucizelerini, bana tanıttığı, gösterdiği ve beni üzerlerinde düşünmeye sevk ettiği için şükrediyorum.

Risale-i Nur’da bu hususa şu şekilde dikkat çekiliyor: “Demek, hüsün ve cemal, görmek ve görünmek ister. Görmek, görünmek ise, müştak seyirci, mütehayyir istihsan edicilerin vücudunu ister.”
 
Ben, bu hakikati, yaşamış olduğum bu olay üzerinden belki de hakkalyakin bir şekilde tecrübe etmiş oldum. Allah’ı biraz daha tanımış, benden ne istediğini biraz daha anlamış olduğumu hissettim. Bana, yaşamış olduğum bu olayı, Risale-i Nur’un metoduyla bu şekilde yorumlamayı ve marifetine bir basamak yapmayı nasip eden Cenab-ı Hakk’a hamdolsun.
 
Şimdi, “İnsani bir münasebet yaşamışsın. Bunu böyle yorumlamak için sosyolojiye ne gerek var?” diyebilirsiniz. Demeyin.
 
Bu olayı yorumlamak için muhakkak ki sosyolojiye gerek yok. Ancak, sosyolojinin marifetullaha basamak olması için bence bu bakış açısına ihtiyacı var.

Yani Risale-i Nur’un bakış açısına ihtiyacı var. Çünkü birey, toplumun en küçük birimidir. Ve denilir ki, “bir toplum, bir topluluktaki insanların toplamından fazlasıdır.” İşte bu fazlalığı oluşturan şeylerden bir tanesi de, yukarıda bahsetmiş olduğum olaya benzer münasebetlerdir.

Nasıl ki Batı’nın el üstünde tutulan bir sosyoloğu, içinde yaşadığı toplumdaki münasebetlere bakıp, dini toplumsal bir evrim sonucu insanlar tarafından oluşturulagelmiş bir kurum olarak yorumlayabiliyorsa, ben de aynı özgürlükle, aynı topluma ve bu toplumdaki ilişkilere bakarak, bu ilişkileri Allah’ın bilinmek istemesine bir delil olarak yorumlayabilir ve tecrübe edebilirim.

Nasıl ki ben bu yaşadığım küçük bireysel münasebeti Allah’ı daha iyi tanımak için kullanabiliyorsam, o zaman birey-birey ve birey-toplum ilişkilerinde uzmanlaştıkça ve derinleştikçe, bu ilmi Allah’ı daha iyi, daha derin bir şekilde ve daha güçlü bir iman derecesiyle tanımak için kullanabilirim demektir. Neden olmasın?
 
Demek ki benim vazifem, bunun yollarını araştırmaktır.
 
Evet, bence doğru açıdan bakılmak şartıyla, her fen bilimi gibi, her sosyal bilim de marifetullaha hizmet edebilir.

Muhammed Ali Asil
- See more at: http://www.risaleajans.com/nur-alemi/marifetullaha-sosyolojik-bir-bakis#sthash.bbRXN3Lt.dpuf
Üniversiteye başladığımdan beri aklımda dönüp duran bir mesele vardı. Sorunun özü şuydu: okuduğum ilim, benim Allah’ı tanımama nasıl yardım edebilir?

Ben sosyoloji mezunuyum. Kafamdaki problem, bu bilimin bir sosyal bilim olmasından kaynaklanıyordu. Çünkü fen ilimlerinin marifetullaha nasıl basamak olduklarını anlamak bana o kadar da zor gelmiyordu.

Mesela fizik, kimya veya tıp bilimlerinin, Cenab-ı Hakk’ın sayısız isimlerini nasıl gösterdiklerini anlamak, görece daha kolay gibi görünüyordu.
 
Ancak, mesela benim okuduğum ilim, yani sosyoloji, benim Allah’ı daha iyi tanımamda bana nasıl bir basamak olabilirdi? Marifetullaha sadece fen ilimleri mi hizmet eder? Öyleyse boşuna dirsek çürütmüşüz demekti çünkü.
 
İçimden bir ses, sosyal bilimlerin de bir şekilde insanın bu asli vazifesine, yani marifetullaha hizmet edebilmesi gerektiğini söylüyordu. Bu hususta Risale-i Nur’dan medet umdum.

Kendi tabiriyle, her vurduğu yerden bir Asa-yı Musa gibi tevhide giden bir yol çıkartan bu çağın tefsiri, eğer sözünde haksa, bana bu müşkülümde yardımcı olmalı, okuduğum ilimden marifetullaha nasıl yol bulacağımı göstermeliydi.
 
Lakin bu hususta üzerime düşen talebelik, yani bu sorunun cevabına ‘talip olma’ görevini pek yerine getiremedim.

Risaleleri hakkını vererek okumuş olmamama rağmen, Allah bana, geçen günlerde yaşamış olduğum bir olayı Risale-i Nur’un bakış açısını kullanarak yorumlamayı rahmetiyle lütfetti ve yukarıda zikretmiş olduğum soruya bir cevap bulma hususunda da mühim bir kapıyı benim için araladı diye düşünüyorum. “Söz uçar, yazı kalır” kaidesince ve aynı zamanda da bir tahdis-i nimet olarak, bu düşüncelerimi kağıda dökmek istedim.
 
Başımdan geçen olayı anlatmadan önce, yukarıdaki paragrafta bahsettiğim ‘Risalelerin bakış açısı’ tabirinden ne kastettiğimi kısaca açıklamak isterim.

Benim Risale-i Nur’dan talep ettiğim şey, bana kendi alanım hakkında bir bilgi yüklemesi yapması değildi.

Nasıl ki Risaleler bir fıkıh kitabı veya bir astronomi kitabı değildir, aynı şekilde bir sosyoloji kitabı da değildir.

Ancak aynı şekilde, nasıl ki Risaleler fıkhi mevzulardan veya yıldızlardan bahseder, aynı şekilde sosyolojik meselelerden de bahseder.

Benim görmekten bunaldığım şey, özellikle benim alanımda güncel bir meselede, Risale-i Nur’un anlayışı olarak sunmak üzere yapılan kopyala/yapıştır tarzıydı.“İşte Said Nursi’nin bu konudaki görüşü şudur” şeklinde yapılan, yüzeysel bir iki yorumla süslenip temcit pilavı gibi hizmet adı altında yapılan her aktivite/organizasyon/yayın/basımda sunulan argümanlar, benim soruma cevap vermiyordu.

Benim için mesele, Said Nursi’nin toplumsal yaşam hakkında neler yazmış olduğu değildi. Bu zaten herkes için malumdu. Benim için mesele, elimde ilmini tuttuğum toplumbilimin, topluma ve insana bakarak beni nasıl marifetullaha ulaştıracağı idi. Yani mesele, bilgi değil, metottu. Risale-i Nur bana, topluma, insana ve insan ilişkilerine bakarak Allah’ı daha yakından tanımak için bir okuma metodu sunuyor olmalıydı.
 
Sanırım, Risale-i Nurları tetkik ederek, dikkatlice okumak bunun için çok önemli, çünkü bu eserlerde Metotlar başlığı altında bu işe yarayacak taktikler sıralanmıyor. Ciddi çalışmak gerekiyor. Risale-i Nur’u okumak gerekiyor.
 
Bu şekilde, aradığım şeyi özetlemiş oldum. Şimdi de bulduğum şeyi anlatmaya çalışacağım. Bunun için önce yaşadığım anektodu aktarayım.
 
Her zamanki gibi kütüphaneye doğru yol aldığım bir gün, yolda elinde süpürgesiyle yerleri temizleyen bir işçiye rastladım. Hepimiz temizlik işçilerine her gün, her yerde rastlıyoruz. Sanırım bu durumun insanların pek dikkatini çekmediğini söylersem yanlış olmaz. Benim de çekmemişti. Adamın yanından geçerken, bir şeyler söylediğini fark ettim. Bana mı dediğini, yoksa kendi kendine mi konuştuğunu anlamadığımdan, durdum.
 
“Efendim abi?” dedim. Adam mealen şunu söylüyordu:
Buraları ben temizledim!”
 
Şaşırdım. Ne demekti yani şimdi bu? Bir yandan da beni muhatap alarak söylenmiş bir söz olduğundan, kendisine bir tepki vermem gerekiyordu ama ne tepki vereceğimi de bilemedim. Adam söylediği sözün manasını açıkladı:
 
Buraları böyle tertemiz yaptım. Siz temiz temiz oturun diye. Nasıl, iyi olmuş mu?
 
Meseleyi anlamıştım. Güldüm. “Çok iyi olmuş abi, Allah razı olsun, elinize sağlık” dedim. O da memnun oldu. Laf açılınca biraz ayak üstü muhabbet ettik, sonra da yoluma devam ettim.
 
Bu şekilde biraz renkli bir olay yaşayınca, bir süre aklımdan çıkmadı bu konuşma. Üzerinde düşündüm. Meczup işte, deyip geçebilirdi insan. Halbuki adam, meczup değildi. Aksine, sonuna kadar fıtri davranan ve akli sağlığı yerinde biriydi bence.
 
Çünkü adam, yaptığı işin çevredekiler tarafından görülmesini istiyordu. Belli ki toplumun alt tabakası gibi görülmekten, pis bir iş yaptığının düşünülmesinden ve görmezden gelinmekten sıkılmıştı. Şehrin en mühim işlerinden birini, yani temizlik işini yaptığını biliyordu ve birisine bunun önemini göstermek istemişti. Önemi görülsün, anlaşılsın ki takdir edilsin istemişti. Bunu açığa çıkarmak istemişti. Yani, insanın fıtratına uygun davranmıştı.
 
Bu olay, benim, toplumun bir ferdi ile, belirli bir toplumsal düzen içinde belirlenmiş bir mesleksel ayrım çerçevesinde, bir şehir hayatı içinde yaşadığım bir ilişki idi. Yani toplumsal yaşama dair bir nükteydi. Risale-i Nur’un yardımıyla, marifetullah yolunda bana şöyle basamak oldu:
 
Otuzuncu Söz’deki “ene” bahsinden dar kapasitemle anlayabildiğim kadarıyla biliyorum ki, Cenab-ı Hak, benim O’nu tanımam için bir ölçü birimi mahiyetinde kullanmak üzere belirli özellikleri bana takmış.

Mesela, nasıl ki ben görüyorum, O’nun da gördüğünü anlayabiliyorum. Aynı şekilde, nasıl ki ben kızıyorum, O’nun da kızdığını anlayabiliyorum. Duygularım ve hissiyatım da, Allah’ı tanımak için bana birer ölçü birimi oluyor.

Demek ki, nasıl ki bu temizlik işçisi, yaptığı işin gizli kalmasından ve hak ettiği değeri görmemesinden rahatsız oluyor; Allah da yaptığı işlerin gizli kalmasını istemiyor ve yaratılış tahkir edildiği zaman hiddetleniyor.

Nasıl ki bu adam beni yolun ortasında tutup “Buraları ben temizledim” diyerek yaptığı işi göstermek istiyor; Allah da bana Resul gönderip “Bu kainatı ben yarattım” diyerek yaptığı işi göstermek ve tanıtmak istiyor.

Nasıl ki bu adam, bu bildirimin sonunda benden teşekkür bekliyor; Allah da bana tahsis ettiği, yıldızdan zerreye bütün nimetleri için benden şükür bekliyor.

Nasıl ki bu adam ben kendisine teşekkür edince yüzü aydınlanıyor, tebessüm ediyor; muhakkak ki Allah da ben kendisine şükredince memnun kalıyor, anlıyorum.

Nasıl ki bu adam, eğer ben kendisine teşekkür etmemiş olsam ve kendisini ve yaptığı işi kaale almayıp çekip gitsem, arkamdan nefretle bakacak ve belki küfredecek; Allah da bana verdiklerine ve benim için yaptıklarına şükretmediğim zaman bana lanet edecek, anlıyorum.

Nasıl ki ben, bugüne kadar vatandaş olarak her gün gözümün önünde olan olayı fark etmediğim için şaşırıyor ve adama bunu bana düşündürttüğü ve gösterdiği için müteşekkir kalıyorum; aynı şekilde yine ben, bu sefer kul olarak, alışmışlıktan dolayı fark etmediğim Allah’ın sonsuz mucizelerini, bana tanıttığı, gösterdiği ve beni üzerlerinde düşünmeye sevk ettiği için şükrediyorum.

Risale-i Nur’da bu hususa şu şekilde dikkat çekiliyor: “Demek, hüsün ve cemal, görmek ve görünmek ister. Görmek, görünmek ise, müştak seyirci, mütehayyir istihsan edicilerin vücudunu ister.”
 
Ben, bu hakikati, yaşamış olduğum bu olay üzerinden belki de hakkalyakin bir şekilde tecrübe etmiş oldum. Allah’ı biraz daha tanımış, benden ne istediğini biraz daha anlamış olduğumu hissettim. Bana, yaşamış olduğum bu olayı, Risale-i Nur’un metoduyla bu şekilde yorumlamayı ve marifetine bir basamak yapmayı nasip eden Cenab-ı Hakk’a hamdolsun.
 
Şimdi, “İnsani bir münasebet yaşamışsın. Bunu böyle yorumlamak için sosyolojiye ne gerek var?” diyebilirsiniz. Demeyin.
 
Bu olayı yorumlamak için muhakkak ki sosyolojiye gerek yok. Ancak, sosyolojinin marifetullaha basamak olması için bence bu bakış açısına ihtiyacı var.

Yani Risale-i Nur’un bakış açısına ihtiyacı var. Çünkü birey, toplumun en küçük birimidir. Ve denilir ki, “bir toplum, bir topluluktaki insanların toplamından fazlasıdır.” İşte bu fazlalığı oluşturan şeylerden bir tanesi de, yukarıda bahsetmiş olduğum olaya benzer münasebetlerdir.

Nasıl ki Batı’nın el üstünde tutulan bir sosyoloğu, içinde yaşadığı toplumdaki münasebetlere bakıp, dini toplumsal bir evrim sonucu insanlar tarafından oluşturulagelmiş bir kurum olarak yorumlayabiliyorsa, ben de aynı özgürlükle, aynı topluma ve bu toplumdaki ilişkilere bakarak, bu ilişkileri Allah’ın bilinmek istemesine bir delil olarak yorumlayabilir ve tecrübe edebilirim.

Nasıl ki ben bu yaşadığım küçük bireysel münasebeti Allah’ı daha iyi tanımak için kullanabiliyorsam, o zaman birey-birey ve birey-toplum ilişkilerinde uzmanlaştıkça ve derinleştikçe, bu ilmi Allah’ı daha iyi, daha derin bir şekilde ve daha güçlü bir iman derecesiyle tanımak için kullanabilirim demektir. Neden olmasın?
 
Demek ki benim vazifem, bunun yollarını araştırmaktır.
 
Evet, bence doğru açıdan bakılmak şartıyla, her fen bilimi gibi, her sosyal bilim de marifetullaha hizmet edebilir.

Muhammed Ali Asil
- See more at: http://www.risaleajans.com/nur-alemi/marifetullaha-sosyolojik-bir-bakis#sthash.bbRXN3Lt.dpuf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder