Popüler Yayınlar

20 Mart 2013 Çarşamba

ALLAH'IN VARLIĞINA İCMÂLÎ BİRKAÇ DELÎL



Varın isbatı yokun isbatından her zaman daha kolaydır. Bir elma cinsinin yeryüzünde bulunduğunu, bir tek elmayı göstermekle isbât edebiliriz. Halbuki yokluğunu iddiâ eden kimse bütün yeryüzünü, hattâ kâinatı dolaşıp, ancak ondan sonra onun yokluğunu isbat edebilir. Bu ise, imkânsızlık çapında bir zorluk demektir. Öyleyse diyebiliriz ki, yok hiçbir zaman isbat edilemez...
İki isbat edici, binlerce nefy ve inkâr ediciye tercih edilir. İki kişi aynı hakikatta ittifak etmişse, binlerce insanın kendi dar pencerelerinden şahsî bakışlarıyla onu inkârları hiçbir değer ifâde etmez.
Bir sarayın kapılarından 999'u açık, biri kapalı olsa, kimse o saraya girilemeyeceğini iddia edemez. İşte inkârcı, devamlı sûrette kapalı olan o bir tek kapıyı nazara verip onu göstermek ister. Aslında o kapı da, onun ve onun gibi olanların gözlerine çekilmiş perde sebebiyle onların ruh dünyâlarına kapalıdır. Mü’min için kapalı kapı yoktur. Yeter ki gözlerini yummasın!... Zaten 999’u herkese açıktır. Hem de ardına kadar... İşte o kapı ve o delîllerden bir kaçı:

1- İmkân Delîli

Âlem, mümkinât nev’indendir. Yani varlık ve yokluğu müsâvidir. Varolduğu gibi, olmayabilir de. Varolurken de, hadsiz oluş keyfiyetlerinden herhangi birinin olması imkân dahilindedir. Yani en az varolan kadar olmayan da varolma şansına sahiptir. Her mümkin ise, kendi dışındaki bir sebebe bağlıdır. Öyleyse önce varolmayı, sonra da varolma şekil ve keyfiyetini, olmamaya ve olması mümkün diğer şekil ve keyfiyetlere tercih eden birisi vardır. O da Allah (cc)'dır.

2- Hudûs Delîli

Âlem mütegayyirdir, durmadan değişiyor. Değişen herşey sonradan olmuştur. Bu bakımdan madde ezelî olamaz. Evet, maddenin termodinamik kanununa göre sürekli yokluğa doğru kayması, kâinatın durmadan genişlemesi, güneşin süratle tükenişe doğru yol alması gibi vak'alar, varlığın bir başlangıcı olduğunu gösteriyor. Sonradan olan her varlığın bir yaratıcısı vardır; illetsiz ma’lûl, sebepsiz netice ve san'atkârsız san'at mümkün değildir. Sebebler ise zincirleme devam edip sonsuza kadar gidemez. Öyleyse durmadan değişen, ezelî olmayıp sonradan meydana gelen ve bir ilk sebebe muhtaç olan şu madde âleminin de bir muhdisi vardır. O da Allah (cc)'dır.

3- Hayat Delîli

Hayat şeffaf bir muammâ!.. Evet o, zâhirî sebeplerle izah edilemeyecek kadar düşündürücü ve Yaratıcı Güc’e delalet etmesi bakımından da şeffaftır. Evet o, doğrudan doğruya Yaratıcısını gösterir ve ilân eder. O, muammâ oluşuyla ilim adamlarını, şeffafiyetiyle de avamdan insanları büyüleyen sihirli bir vak’adır. Ve hayat âdeta hâl diliyle: “Beni var edip yaratan ancak Allah (cc)'dır” der..

4- İntizâm Delîli

Her varlık kendi parçalarıyla bir âhenk ve bütünlük içinde olduğu gibi, bütün kâinat da kendisini meydana getiren varlık parçalarıyla bir âhenk ve bütünlük içindedir. Bu ise bir nizam ve intizamın varlığını haber veren yanıltmaz bir delildir ve bir Nâzım’a delalet eder ki, O da ancak Allah (cc)'dır.

5- San’at Delîli

Atomdan insana, hücreden galaksilere kadar bütün kâinatta ince ve baş döndürücü bir san’at göze çarpmaktadır. Evet, bir baştan bir başa kâinattaki her eser:
Çok büyük san'at değerine sahiptir;
Çok kıymetlidir;
Çok kısa zamanda ve çok kolay yapılmaktadır;
Çok sayıda olmaktadır;
Karışık ve çeşit çeşittir;
Devamlıdır.
Halbuki, zâhire göre kısa zamanda, çok sayıda, kolay ve karışık yapılan işlerde san'at ve kıymet olmaması gerekir. Ancak yapan Allah (cc) olursa, o zaman herşey değişir ve zıtlar biraraya gelir!.

6- Hikmet Ve Gâye Delîli

Her varlıkta kendine mahsus bir gâye, bir maksad, bir fayda ve bir netice ta’kip edildiği göze çarpmakta ve bir zerrede dahi abes, gâyesizlik, ma'nâsızlık ve israf sayılacak herhangi bir durum müşâhede edilmemektedir. Halbuki, ne madde aleminde, ne bitki ve hayvanât dünyasında, ne de eşya ve hâdiselerde şuur ve idrâk mevcut değildir ki, bu gayeler silsilesi ta’kip edilebilsin.. öyle ise, Kâinattaki bu şuurlu işleyişi ve bu hikmet ve gâyeleri ancak Allah (cc)'a isnad etmekle ma’kul bir yol tutmuş olabiliriz.

7- Şefkat-Merhamet Ve Rızık Delîli

Bütün yaratıkların ve bilhassa insanın ihtiyacı sonsuz, ihtiyarı ise bir hiç hükmündedir. Öyleyken, bütün ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçları hiç ümit edilmeyen yerden ve hiç ümit edilmeyen bir tarzda, kimin neye ne kadar ihtiyacı varsa, o keyfiyet ve miktarda karşılanmaktadır. Yardım gönderilmesi, gönderilen bu yardımın ihtiyaca tam cevap vermesi açıkca isbât ediyor ki, bütün bu ihtiyaçlara, herşeye kendisinden daha yakın bir şefkat eli cevap vermektedir. Kâinat çapında işleyen ve sonsuza kadar da işleyecek olan bu sistemli şefkat, merhamet ve rızıklandırma, bütün bu işleri yapabilme sıfatlarıyla muttasıf ve noksan sıfatlardan da münezzeh bir Zât-ı Akdes’i anlatmakta ve isbât etmektedir.

8- Yardımlaşma Delîli

Biribirine en yakın olandan en uzak olana kadar, bütün mahlûkat birbirlerinin yardımına koşuyor. Aralarında hiç münasebet bulunmayan iki ayrı varlık cins ve nev’i, böyle bir yardımlaşmada âdetâ aynı bütünün parçaları haline gelip birbirini tekmil edip tamamlıyor. Düşünmeli ki, bakteriler, solucanlar ve toprak elbirliği içinde ve aynı gâye etrafında toplanıp bitkilerin imdâdına koşuyor ve bu imdâda koşuş tekerrür edip duruyor. Akıl ve şuurdan mahrum bu varlıkların, aklı hayret ve şuuru hayranlık içinde bırakan bu faaliyetleri, perde arkasında Vâcib-ül Vücud bir Zât'ın hikmet dolu faaliyetini gözler önüne sermektedir. Yani bütün kâinat, bu yardımlaşma diliyle “Allah” demektedir...

9- Temizlik Delîli

İnsandan arza, arzdan semânın derinliklerine kadar bütün kâinattaki nezafet ve temizlik, başlı başına bir delîl olarak, bize Kuddûs ismiyle müsemma bir Zât (cc)'ı anlatmaktadır.
Evet, toprağı temizleyen bakteriler, böcekler, karıncalar ve nice yırtıcı kuşlar.. rüzgâr, yağmur ve kar.. denizlerde aysbergler ve balıklar; fezamızda atmosfer, semada kara delikler; bünyemizde kanımızı temizleyen oksijen ve ruhumuzu sıkıntılardan kurtaran mânevî esintiler, hep Kuddûs isminden haber vermekte ve o ismin verasındaki Zât-ı Mukaddes’i göstermektedir.

10- Sîmâlar Delîli

Esasen bütün mâhlûkata teşmili mümkün iken, mes'eleyi müşahhaslaştırmak açısından, sadece insanı ve her insan ferdini diğerlerinden farklı kılan onun en bariz ayırıcı vasfı durumundaki sîmâsını ele alarak mevzûya yaklaşmış olalım:
Herhangi bir insanın sîması, en ince teferruatına kadar kendisinden evvel geçmiş milyarlarca insandan hiçbirisine kat'iyen benzememektedir. Bu kâide, kendisinden sonra gelecekler için de aynen geçerlidir. Bir cihette birbirinin aynı, diğer cihette birbirinden ayrı milyarlarca resmi küçücük bir alanda çizip, sonra da kendileri gibi olması mümkün milyarlarca resimden ayırmak ve herşeyi sonsuz ihtimal yolları içinde bir yola ve bir şekle sokmak, elbette ve elbette yarattığı her varlığı, hem de hiç kapalı bir yanı kalmamak üzere bilen ve o varlığa istediği şekli vermeye gücü ve ilmi yeten Cenâb-ı Hakk'ı en sağır kulaklara dahi duyuracak kuvvette bir ilândır. Evet, sîmâda yer alan uzuvları başka sîmâlardaki uzuvlardan ayrı yaratmak ve her gözü, mutlak surette diğer gözlerden tefrik ettirici bir özellikle techiz etmek, gözünde fer olmasa bile, sînesinde kalb bulunan her vicdân sahibine, bütün bunları yaratıp sonsuz hikmetlerle donatan Zât (cc)'ı gösterir ve tanıttırır..

11- Sevk-i İlâhî Delîli

Yavru ördek, yumurtadan çıktığı anda yüzmesini becerebiliyor. Kozadan çıkan karıncalar, hemen dehliz kazmaya başlıyorlar. Arı, çok kısa zamanda san'at hârikası olan peteği; örümcek ise, gergef inceliğindeki ağını örebiliyor. Bütün bunlardan anlıyoruz ki, bunlar ve bunlar gibi olanlar başka bir âlemde kendilerine öğretilen mâlumatla ve yaratılıştan gelen bir kâbiliyetle iş görüyorlar. Halbuki insan, her şeyi bu dünyada öğrenmek mecburiyetindedir; hem de varlıklar arasında istidatça en mükemmel yaratık olduğu halde. Demek oluyor ki, diğerlerine bu husûsiyetleri veren bizzat kendileri değil, her yaptığını hikmetle yapan bir Zât'tır ki, onlara böyle ihsanda bulunmuş...
Kilometrelerce ötede yumurtalarını bırakıp dönen yılan balıklarının yavruları, yumurtadan çıkar çıkmaz yola koyulur ve annelerini sanki elleriyle koymuş gibi bulurlar. Bunu İlâhî bir sevkten başka ne ile izah edebiliriz? Hayvanlarda gördüğümüz bu hârikulâdelik, ancak ve ancak Allah (cc)'ın bir vergisi olarak açıklanırsa, işte o zaman buna aklî ve mantikî bir açıklama nazarıyla bakılabilir. Yoksa, başka her yorum, sadece bir safsatadan ibaret kalır..

12- Rûh Ve Vicdân Delîli

Mahiyetini bilmemekle beraber, varlığından kimsenin şüphe etmediği rûhumuzun ve ona ait fonksiyonların cesedimize hükmediş keyfiyeti de, yine Cenâb-ı Hakk'ı bildiren delîllerdendir. Dünyada Emir Âlemi’ni temsil eden cevher rûhtur ve rûh, bu âleme ancak terakkî ve tekâmül için gelmiştir. Hikmetin neticeye tesiri mevzûmuzun haricinde olduğu için, biz burada yalnızca onun delâlet ettiği noktaya temasla iktifa ediyoruz. Evet, madde âlemiyle mâhiyeti noktasında hiçbir münâsebeti olmayan rûhun kendine mahsûs bir âlemden buraya gönderilişi, olgunlaştırılmaya tâbi tutuluşu ve bunun da belli bir programla yürütülüşü, şüphesiz Cenâb-ı Hakk'ı ilân eden en mühim delillerden biridir.
Diğer taraftan, insandaki iç sezişler ve zâhirî hiçbir sebep yokken Rab'be dönüşler ve O’na yönelişler ve bu hâdiselerin milyonlara ulaşan adette tekrar edilişi açık bir delildir ki, insanda yaratılıştan var olan ve Hakk'ı bulmanın en mühim vesilelerinden biri durumunda bulunan vicdân, kendi Yaratıcısı’na, O’na perestiş etme derecesinde meftundur ve bütün varlığıyla O'nunla irtibat halindedir. Zaten “Elest Bezmi” nin yanıltmaz şahitlerinden biri de, vicdân değil midir? İşte vicdân, bu şahitliğin hakkına riâyet zarûret ve mecbûriyetinin sevkiyle “Allah” demektedir...

13- Fıtrat Ve Tarih Delîli

Her insanda iyi ve güzele karşı bir sevgi, buna mukabil kötü ve çirkine karşı da bir nefret hissinin varlığı, aksi hiç kimsenin hatırından bile geçmeyecek vuzûh ve açıklıkta bir realitedir. Demek oluyor ki, bu duygular, ahlâklı davranma ve iyi işler yapma yönündeki meyilleri ve ahlâksızlıktan ve çirkin davranışlardan da nefret verip kaçınmayı te’min eden yapıları itibâriyle delalet etmektedir ki, insana iyiyi, güzeli emreden ve onu kötülük ve çirkin davranışlardan men'eden sistemin sahibi kim ise, kendisine bu duyguları veren de, O Zât'tır. Bu Zat da, hiç şüphesiz Allah (cc)'dır.
Dinler tarihi şahittir ki, beşeriyet hiçbir devrini dinsiz geçirmemiştir. Bâtıl, hattâ gülünç dahi olsa hemen her devirde bir dine inanmış ve bir ma’nevî sistemi takip etmiştir. Ayrıca, inanmak bir zarûrettir; zira o fıtratta vardır. İnsan fıtratına bu ihtiyacı yerleştiren Zât'la, bize inanmayı emreden Zât, aynı Zât'tır. Ve O da Allah (cc)'dır.

14- Duygular Delîli

İnsan, binlerce duyguyla techiz edilip donatılmıştır. Her duygu, madde dışı bir âlemden mesaj mahiyeti taşır. Ancak insanda bir duygu daha vardır ki o, doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk'ı tanıtır. Bu duygu, insanda varolan ebed ve sonsuzluk duygusudur. Bu duygu sebebiyle insan, dâima ebed için didinir ve ebed için çırpınır. Sonlu olan hiçbir şey, onu hakiki ma'nâda tatmin edemez. Ve bu duygu, insana başka bir sonlunun tesiriyle tevdî edilmiş olamaz. Sonlu olan sebeplerin hiç biri, bu sonsuzluk bâdesini sunamaz. Halbuki, bunun varlığı bir vâkıa'dır, inkârı da kâbil değildir. Öyleyse bu duygu bize, bizi bu duygu ile yaratan Zât tarafından verilmiştir.. Ve, ebedî hayatı da yine O verecektir.

15- İttifak Delîli

On tane yalancı, arka arkaya gelip bize evimizin yandığını söylese, bu adamların hayatta bir defa dahi doğru söylediklerini duymamış olmamıza rağmen, “ihtimal” der onlara inanırız. Zirâ ortada bir ittifak hâdisesi var. Halbuki, bahsini ettiğimiz ittifak, binlerce Peygamber, yüzbinlerce evliya ve milyonlarca da inanan insan arasında meydana gelmiş bir ittifaktır. Muhtelif zamanlarda ve ayrı ayrı mekânlarda yaşamış bu insanların ittifak ettiği en birinci nokta, “Allah vardır” hakikatıdır. On yalancının bir yalan üzerindeki ittifakına ehemmiyet verildiği halde, milyonlarca, hem de hayatlarında bir kere dahi yalan söyledikleri duyulmamış Nebîler ve velilerin bu çaptaki ittifakına inanmayan insan nasıl insan olabilir? Ve ona nasıl akıllı denebilir..?

16- Kur’ân Delîli

Kur'ân-ı Kerim'in Kelâmullah olduğunu isbat eden bütün deliller, aynı zamanda Cenâb-ı Hakk'ın varlığının da bürhanları durumundadır. Kur'ân'ın Allah kelâmı olduğuna dâir yüzlerce delil vardır ve bunlar, o mevzû ile alâkalı İslâm kaynaklarında en ince teferruatına kadar tafsil edilmiştir. Biz, mes'elenin isbât yönünü o eserlere havale ile iktifa ediyoruz. Evet, bütün bu deliller, kendilerine mahsûs dilleriyle “Allah vardır” derler.

17- Peygamberler Delîli

Peygamberlerin ve bilhassa Peygamberler Efendisi İki Cihân Serveri (sav)'nin peygamberliğini isbât eden bütün deliller de, yine Cenâb-ı Hakk'ı anlatan bürhanlara dahil edilmelidir. Zirâ Peygamberlerin varlıklarının gayesi, Tevhid, yani Allah'ın varlık ve birliğini ilân etmektir. Öyleyse, her peygamberin kendi peygamberliğini isbât eden bütün delilleri, aynı zamanda bütünüyle Cenâb-ı Hakk'ın varlığına da delil olmaktadır. Ne var ki, onların peygamberliğini isbât eden delillerin serdi, şu andaki mevzûmuz dışında kaldığından, teker teker üzerlerinde durmayacağız. Şimdilik sadece şunu arzedelim ki, bir peygamberin hak nebî olduğunu ifâde eden bütün deliller, aynı kuvvetle, hattâ daha da öte bir kuvvetle “Allah vardır ve birdir” demektedir.[1]



[1] İnancın Gölgesinde 1, s:13

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder