Popüler Yayınlar

18 Mart 2013 Pazartesi

LİBERALİZM

Liberalizm veya özgürlükçülük, bireysel özgürlüğü temel alan politika geleneği ve düşünce akımıdır.
Liberalizm içerisinde: insan hakları, çoğulcu demokrasi, sivil haklar, inanç özgürlüğü, eşitlik, barış, adalet, bireycilik, serbest ticaret, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü ve özel mülkiyet [1] gibi fikirleri barındırır. Ayrıca, ekonomik anlamda da değişim temelli bir ideolojidir.

18. yüzyılda liberal fikirlerin Aydınlanma Çağı filozofları ve iktisatçıları arasında yayılmasıyla Liberalizm ilk kez belirgin bir hareket olarak ortaya çıkar. Onu Amerikan, Fransız ve diğer Liberal devrimler izler.

Ünlü Liberal düşünür John Locke'ın devletin asli amacı olarak gördüğü birey haklarını (yaşama hakkı, özgürlük, mülkiyet) koruma görevini, devlet yerine getirmekte başarısız olması veya bizzat bu haklara kendisinin tecavüz etmesi durumunda, devlete karşı başkaldırma hakkının doğması fikri liberal devrimcilerin dayanak noktası olur.

Monarşilere karşı yapılan devrimlerin sonucu yasaların egemenliği anlayışı güçlenir, devletlerin yetkileri sınırlandırılır; yaşama, özgürlük, mülkiyet ve mutluluğa erişme haklarının herkese ait olduğu kabul edilir. 19. yüzyıl köleliğin kaldırılmasıyla ve çeşitli ülkelerde vatandaşlara eşit oy hakkı tanıyan politik eşitliğin tesis edilmesiyle kazanılacak olan eşit haklarının sonuçları için verilen mücadelelerle geçen bir dönem olur.

20. yüzyıl boyunca liberal fikirler daha da yayılır. Avrupa ve Kuzey Amerikada klasik liberalizmin az taraftar toplaması sonucu sosyal liberalizm güçlenir. [2] ABD'de Demokrat Parti adayı Franklin D. Roosevelt 1932 yılında başlayan başkanlık döneminde Yeni Düzen adında çok yönlü bir yeniden yapılanma programı geliştirir.

Onunla başlayan refah politikaları Demokrat Partiyi sosyal liberal kimliğiyle bütünleştirecek süreci başlatır. Ayrıca Franklin ABD tarihinde en uzun süre görevde kalmış başkan olur.

1947 yılında tüm dünyada liberal partileri kapsayan, liberal demokrasinin geliştirilmesi ve güçlendirilmesini amaçlayan Liberal Enternasyonal kurulur. Japonyada sağ politikaları savunan Liberal Demokrat Parti 54 yıl boyunca iktidarda kalır.

2009 yılında iktidardan düşen parti 2012 yılında tekrar iktidara gelir. [3] Klasik liberal geleneğin takipçisi olanlar 1971 yılında Liberteryen Partiyi kurar ve bu parti kısa süre içinde ABD'nin üçüncü büyük partisi olur. 2010 yılında Liberteryenler tarafından tüm dünyada Liberteryenizmin geliştirilmesini amaçlayan uluslararası bir ağ olan Enternasyonal Liberteryenler kurulur.

Doğası ve Kökenleri

Doğuşu

Liberalizmin kökenlerini ilk çağ'da Eski Yunan Siyasi ve İktisadi düşüncesinde bulunması olasıdır. Örneğin, İ.Ö. 5. yüzyılda sofistlerin ( Protagoras, Gorgias, Antiphon, Kallikles, Tharsymachos ve diğerleri) düşünce sistemlerinde liberal düşüncenin izleri görülebilir.

Yine İlk Çağ'da kimi düşünürler yapıtlarıyla onlardan sonraki düşünürler üzerinde etki oluşturmuş ve liberalizmin doğuşuna kaynak yaratmıştır. Örneğin, Aristo'nun Politika adlı eseri bu konuyla ilişkilendirilebilir. Orta Çağ'da ise gerek Hristiyan gerekse İslam dünyasında kimi liberal düşünürler görülür.

Örneğin Hristiyan dünyasında Saint Thomas d'Aquino ilk kez iktidarın sınırlandırılması ve özgürlüğün korunması yönünde fikirler ortaya atmıştır. Aquino bu anlamda Anayasacılığın, iktidarın sınırlandırılması anlayışının, ilk savunucularından birisi olarak kabul edilebilir.

O dönemde Saint Paulus'un "Bütün iktidar Tanrı'dan gelir" sözüne karşılık, Saint Thomas, "Bütün iktidar Tanrı'dan gelir, fakat halkın aracılığıyla kullanılır" görüşünü savunmuştur. Bu sözün demokrasi ve liberalizm açısından büyük değeri vardır.

Yine Orta Çağ'da büyük İslam düşünürü İbn'i Haldun liberalizmin ilk habercilerindendir. İbn'i Haldun'un Mukaddime adlı eserinde liberalizmin bazı temel ilkelerine rastlanır.[4]

Etimolojisi ve Tarihsel Kullanımı

Kelime "hoşgörülü", "yenilikçi" ve "açık fikirli" anlamlarında da kullanılmaktadır.
Avrupa kaynaklı, İspanyolca'dan türetilmiş bir kelime olmakla birlikte, aslı Latincedir. 
 
Kelime, önceleri İngiltere kaynaklı, ulusal olmayan politikaları ifade etmek amacıyla kötüleyici ve suçlayıcı bir anlamda kullanılmıştır. 
 
Garip ve ilginç bir şekilde, izleyen yıllarda İspanyollar "Liberal" sıfatını İngiltere kaynaklı politikaların nitelendirilmesi amacıyla kullanmaya başlamış ve Lockecu anayasal monarşi ve parlementer yönetim ilkelerini savunan milletvekillerini "liberales" olarak adlandırmıştır. 
 
Bir başka görüşe göre, Adam Smith, Ulusların Zenginliği'ndeki "liberal ihracat ve ithalat sistemi" ifadesiyle liberal kavramını ilk kullanan yazar olmuştur. Zamanla kullanımı yaygınlaşan kavram yüzyılın ortalarına ve sonlarına doğru siyaset sözlüğüne iyice yerleşerek "laissez faire laissez passer" (bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler) ifadesinin yerini almış ve düşünce özgürlüğünü, ifade özgürlüğünü, basın özgürlüğünü ve serbest ticareti savunanların adlandırılmasında kullanılan etiket duruma dönüşmüştür. 
 
Ancak daha sonraları liberalizmin bir kavram olarak gittikçe belirsizleştiği ve aşırı esneklik kazandığına tanık olunmuştur. Bunun bir sonucu olarak Liberalizmin yirminci yüzyılda geçirmiş olduğu anlam değişikliklerinden dolayı ‘sol’ düşünceleri savunanlara ABD'de "liberal" denilmeye başlanması üzerine klasik liberal geleneğin takipçisi olanlar, kendilerini ve düşüncelerini ‘liberaller’den ayırmak için "liberteryen" kavramını kullanmıştır. [5]

Önemli Tarihi Olaylar

Rönesans Hareketi

1508-1511 arasında Raffaello tarafından yapılan bu freskte eski Yunan'ın en ünlü düşünürleri tasvir edilmektedir.
Rönesans hareketi ile insana, topluma, bilime, sanata, dine, tarihe tüm siyasal ve sosyal olgulara bakış olarak büyük bir nitelik değişimi oluşmuştur. Avrupa açısından karanlık çağın bitişi insana ve insan aklına olan güven ile birlikte aydınlanma çağının başlamasıdır. Avrupa açısından rönesans bir tarihsel dönüşüm, bir devrimdir. [6]
Rönesans için ekonomik, siyasal ve kültürel düzeylerde 12. yy’dan itibaren süreklilik içinde bir değişimden söz edilmesi mümkündür. Rönesansla birlikte gelişen yeni bir insan anlayışı ve bu anlayışa bağlı olarak vurgulanan özgürlük kavramı en önemli boyutudur. [7]

Rönesansın asıl önemi özgürlük kavramı etrafında oluşan bireycilik anlayışının gelişimine temel oluşturan bir hareket olarak yeni bir insan felsefesi doğurmuş olmasıdır. [8] Bu felsefe liberalizmin en önemli ilkeleri olan bireycilik ve özgürlük anlayışının gelişmesini katkıda bulunmuştur.

Rönesansın insan anlayışının en önemli noktası; insanın kendi eylemiyle kendini gerçekleştiren, kendi tarihini kendi yapıp ettikleriyle oluşturan bir varlık olduğu anlayışıdır. Eski çağdaki toplumsal ve bireysel şartların içine hapsolmuş durağan insan yerine dinamik bir insan anlayışı doğmuştur.

Birey artık kişisel gelişim tarihine kendisi yön verecektir. Bu, liberalizmin tüm felsefi teorilerin kalkış noktası olan bireyin tarih sahnesine çıkışını ifade ediyordu. Rönesans ile birlikte insan birey olarak toplumdan ayrı bir varlık halinde anlaşılmaya başlanmıştır.

İnsanı cemaat, aile, veya toplumsal tabakaların önceden verili hiyerarşik ve değişmez kalıplarının dışında, ayrı bir varlık olarak anlaşılmasının kökleri atılmıştır. İnsan aklının tek yol gösterici olduğu kabul edilmiş, insan aklının sürekli bir şekilde ileriye doğru geliştiği anlayışı sonucu akıl dışı engellerin kaldırılarak akla uygun “rasyonel” bir düzen kurmanın gerekli olması anlamında projeler ve arayışlar başlamıştır.

Liberal arayışlar ve Fransız devrimiyle özgürlük, eşitlik, kardeşlik sloganları bu arayışların tarihsel sonuçları olmuştur.

Amerikan Devrimi

John Trumbull'ın tablosu. Kongre'nin Bağımsızlk Bildirgesi üzerine çalışması..
Amerikanın keşfi tüm Avrupa ülkelerinin ilgisini bu kıta üzerine toplamıştır. İspanyol ve Portekizliler 16.y.y.ın başlarında yerli uygarlıkları altüst etmişlerdi.

Yüzyılın sonlarına doğru Avrupa’nın diğer uluslarının göçmenleri ve İngilizler Amerika’da ilk sürekli yerleşim yerlerini kurdular. İngiliz kolonilerinde ilk yasama meclisi Temmuz 1619 da kuruldu. Bu arada efsanevi bir olay niteliğini alan küçük Myflower gemisi ile 200 İngiliz püriteni Plymouth Rock’a ayak bastı. [9]

Bu püritenler aynı yıl çoğunluk ve eşitlik esasına dayanan bir yönetim kurdular. Bu dönemde İngiltere’de 17.y.y.başlarında Cromwel olayı ile noktalanan Püritenist devrim gerçekleşmişti. Püritenler görev dağılımı ve temsilde eşitlik, insan özgürlüğünün sınırlanmaması gerektiği düşüncelerini kıtaya yaymaktaydılar. [10]

İngiltere’de ve kıta Avrupa’sında faydacılık ve liberalizm akımlarının gelişmesi belirli ekonomik ve sosyal aşamaların sonucunda olmuştur. Devrim sırasında Amerikan kolonilerinin ekonomik ve sosyal ilişkilerinde ağır basan kesim tarımdı. Yani Amerikan devrimine bir tarım toplumu şekil vermiştir.

Göçler kesintisiz devam ediyor, Avrupa ve İngiltere’deki mutlakiyet rejimlerinden kaçan göçmenler, kafalarında umutları ve Avrupa’daki özgürlük düşünceleri ile Amerika kıyılarından karaya çıkıyorlardı. Artan göçlerle beraber, çeşitli koloniler arasında milliyetçilik gelişmeye başladı.

İngiliz kolonileri, 13 tane idi ve her koloninin başında bir vali vardı. Vali ile beraber koloni halkının seçtiği bir de meclis vardı. Vali ile halk meclisi devamlı çatışma halindeydi. Yedi yıl savaşlarında bozulan bütçe için yeni ve ağır vergilerin konması, kolonileri eyleme geçirdi. İngiltere’ye karşı eylemlerin birincisi 1765’te Pul Kanunu Kongresi oldu. 5 Eylül 1774’te Pennsylvania’nın Filadelfiya kentinde toplanan ilk parlamento iki kıta kongresi yaptı.

Kongre, şu önemli kararı aldı: “Sömürge fermanına uygun hareket etmeyen Vali iktidarını kaybeder. Hükümetsiz koloni kendi kaderini kendi tayin eder. Koloni halkı, ayrı, özgür ve bağımsızdır”. 19 Nisan 1775’te başlayan ilk çatışmalarla Amerikan kolonileri, İngiltere’ye karşı bağımsızlık için savaşa başladı.

Bütün Amerika’yı etkileyen oradan da Avrupa’yı etkisi altına alacak olan bir beyanname ile Amerika bağımsızlık savaşını noktalanır. Bu beyanname; siyasal liberalizmin ilk ve en önemli siyasal belgesi olarak tarihe geçmiştir.

Thomas Jefferson, John Adams, Benjamin Franklin, Robert R. Livingston ve Roger Sherman tarafından düzenlenen büyük bölümünü Thomas Jefferson'ın yazdığı “4 Temmuz 1776 Bağımsızlık Bildirgesi” dir bu beyanname. Bildiri Avrupa’yı da etkilemiş, siyasal liberalizmin temel felsefesindeki gelişmeleri hızlandırmış, halkın özgürlük ve eşitlik taleplerini arttırmıştır.
Fransız devrimi sırasında elinde üç renkli bayrağı tutan birinin tasviri.

Fransız Devrimi

Fransız hükümetinin resmi logosu. Fransız Devrminin sloganını görüntüler. Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik. Bu aynı zamanda liberal ilkelerin tarihin akışını etkilediğinin bir kanıtıdır.
Amerikan devrimi kıta Avrupa’sını etkilemiştir. Geç de olsa Amerika’daki gelişmeler İngiltere’ye, Fransa’ya yol göstermiştir. Fakat Amerika devriminden daha etkili olarak 1789’da Fransa’da bir devrim yaşanmıştır.

Fransız Devriminin etkisinin büyüklüğü savunduğu fikirlerin daha hızlı yayılma imkanına sahip olmasıydı.

Devrim eski düzeni yıkıp yeni bir düzen ortaya çıkardı. Yeni düzenin sözcülüğünü “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi” üstlenecekti.

Feodal düzenden doğan sosyal hukuki ayrıcalıklar ortadan kaldırıldı. Angarya kaldırıldı ve toprak mülkiyeti sınırlandırıldı.

Tüm insanlar yasalar önünde eşit kabul edildi. İnsan ve Yurttaşlık Hakları Bildirisi kapsamı bakımından evrensel, ifadesi bakımından soyut, inançları bakımından iyimserdi. [11] Fransız Devriminin doğurduğu İnsan Hakları Bildirisi liberalizmin savunduğu temel ilkeler açısından destekleyici bir belgedir. Bu belge ile liberalizm hedeflerini gerçekleştirmek için dev bir adım atmıştır.

İnsan ve Yurttaşlık hakları Bildirisi Ulusal Meclis tarafından 26 Ağustos 1789’da kabul edildi. Hazırlanacak olan anayasanın başlangıç kısmına insan haklarını ve özgürlüklerini açıklayan bir bildirinin konması zorunlu görülmüştür: “toplumların uğradıkları felaketlerin ve yönetimlerin bozulmasının tek nedeni insan haklarının bilinmemesi, unutulması ya da hor görülmesidir” şeklinde bir başlangıç konmuştur.

 İyi bir anayasanın ancak insan haklarına dayanması ve onu koruması gerektiği belirtilir. Bu bildiri yeni çağın siyasal ilkelerini belirlerken aynı zamanda da eski düzenin ayrıcalıklarına dayanan bozulmaya açık sosyal, siyasal yapısını yıkıyordu.

Bildiri ister koruyucu ister cezalandırıcı olsun herkesin yasa önünde eşit sayılacağı ilkesini açıklıyor ve eski düzenin ayrıcalıklara dayanan yapısını yıkıyordu. Yasa önünde eşit sayılan yurttaşların yeteneklerine göre her türlü kamu görevi , rütbe ve mevkilere eşit olarak kabul edilebilecekleri ilan ediliyordu. Bu ilan eski düzeni temelinden yıkmaktaydı.

Keyfi tutuklamaları ve cezaları yasaklayan bildiri eski düzenin keyfi yönetimine son veriyordu. Konuşma, yazma ve yayın özgürlüğünü getiren bildiri eski düzenin sansürcü sistemini yıkıyordu. Vergi koymayı ulusun ya da ulusun temsilcilerinin iradesine bağlayarak eski düzenin keyfi vergileme sistemine, keyfi el koymalarına son veriyor, vergide adalet ve eşitlik ilkesini getiriyordu.

Bildiri , eski düzenin Katolik kilise örgütünün insanları vicdanları üzerinde kurduğu tekeli yıkıyor, dini inanç özgürlüğünü getiriyordu. Kimse inançları nedeniyle ki bunlar dini inanç olsa bile rahatsız edilmeyecektir ilkesini savunuyordu. Bildiri, liberalizmin temel ilkelerini bu şekilde dile getirirken çağdaş hukuk anlayışını da liberalizmle örtüştürüyordu.

Devletin, siyasal toplumun ve iktidarın varlık nedeni insanların sahip olduğu haklarının ve özgürlüklerinin korunmasıdır. Devlet, iktidar ve toplumun yararı için kurulmuştur.

Bildiri giriş bölümünde insan haklarının evrensel olduğunu belirtiyor ve insan haklarının doğal haklar olduğunu söylüyordu. Doğal haklar insanın sırf insan olmasından dolayı sahip olduğu haklardır ve insanın dışında hiç bir güçten ve iktidardan kaynaklanmaz. İnsan hakları devredilmez.

İnsanlar kendi istekleri ile dahi bu haklardan vazgeçemezler. Bu haklar zaman aşımına uğramaz, kutsaldır, ihlal edilemezler. Devletin amacı da insanların bu kutsal haklarını korumaktır.

İnsanların bu doğal hakları; özgürlük, mülkiyet, güvenlik ve baskıya karşı direnmedir. [12] Fransız Devriminin getirdiği ilkeler liberal düşünürlerin teorilerini yansıtıyordu ve kendisinden sonra gelecek düşünürlere de cesaret veriyor, yol gösteriyordu.

Bazı Liberalizm Türleri

Sosyal Liberalizm

Sosyal liberalizm, liberalizm'in sosyal adalet içermesi gerektiğini savunan siyasi ideolojidir. Sosyal liberaller, toplumda yardıma ihtiyacı olan kesimlere dikkat çeker ve refah düzeyini arttıracak politikalara öncülük eder.

Sosyal liberalizm, sivil hakların genişletilmesi, sosyal güvenlik, sosyal sınıflar ara­sındaki iktisadi dengesizliklerin giderilme­si, iktisaden zayıf durumda bulunan sosyal sınıfların diğer sosyal sınıflara karşı korun­ması, çalışanların ya­şadıkları toplum içinde insan onuruna yaraşır bir asgari hayat standardına kavuş­malarını sağlayacak şekilde milli hasıladan pay almalarını; sabit gelirli tüketicilerin büyük üretici firmalara karşı korunması, vergi yü­künün dar gelirlilerden yüksek gelirlilere doğru kaydırılması, küçük üreticilerin bü­yük üreticiler karşısında korunması; özellikle eğitim, sağlık, altyapı ve çevrenin korunmasıyla ilgili hizmetlerin devlet tarafından yapılması vb. gibi amaçları içinde barındırır.

Sosyal liberaller, tüm insanlar için sosyal eşitliğe inanırlar; ırk, cinsiyet vs. gibi konularda ayrımcılıkla mücadele ederler. Sosyal liberal düşünceler ile partiler merkez veya merkez sol olarak kabul edilir. Sosyal liberalizm terimi genellikle "modern liberalizm" olarak da ifade edilir.

Muhafazakâr Liberalizm

Muhafazakâr liberalizm, bireysel özgürlük, serbest ekonomi girişimciliği, düşünce, din ve vicdan özgürlüğünü; halkın geleneksel, kültürel yapısını göz önünde bulundurarak reformu öngören sağcı ideoloji özgürlüğüdür. Bu tip liberaller radikal değişimlere karşıdır. Onlara göre herhangi bir değişim toplumsal yapıya uygunluğu oranında meşrudur.

Klasik Liberalizm

Klasik liberalizm, bireysel özgürlük üzerine kurulu ve bu özgürlüklerin korunmasıyla sınırlandırılmış, topluma yüksek oranda avantaj sağlayacak bazı hizmetleri sunan bir devletin olması, geriye kalan tüm fonksiyonların düşürülerek serbest piyasa tarafından karşılanması gerektiğini savunan ideojidir.

Klasik liberaller laissez faire ekonomi politikalarını savunur, iktisadi özgürlükler ve piyasa ekonomisini vurgular, devletin görev alanının genişletilmesine karşı çıkar. Genellikle görüşlerini diğer liberallerden ayırmak ve anlam karışıklığını önlemek amacıyla kendilerini liberteryen olarak da adlandırırlar.

Neoliberalizm

Neoliberalizm, 1929 Büyük Bunalımının ardından Keynezyen İktisat Okulunun "Müdahaleci Devlet" anlayışı bütün dünyada önem kazanmaya başlamıştır. Keynezyen iktisat politikaları bütün dünyada 1970'li yılların sonlarına dek uygulanmıştır. Bu politikaların bir sonucu olarak devletin ekonomideki rolü ve işlevleri pek çok ülkede genişlemiştir.

Devletin büyümesinin ortaya çıkardığı yeni sorunlar (kronik bütçe açıkları, yüksek vergi yükü, enflasyon vb.) iktisatçıları bir takım yeni çözüm arayışlarına yöneltmiştir. 1960'lı yıllar ve özellikle 1970'li yılların başlarından itibaren klasik liberalizmin temel ilkelerini savunan çağdaş liberal düşünce okulları akademik ve politik çevrelerde seslerini duyurmaya başlamıştır.

Ordoliberalizm

Ordoliberalizm, Walter Eucken, Franz Böhm, F.Meyer, K.paul hansel, Wilhelm Röpke, Alexander Rüstow, Leonard Milksch ve diğer bazı iktisatçılar görüşlerini uzun yıllar ORDO başlığı taşıyan bir dergi vasıtasıyla yayınlamışlardır. Böylece ordoliberalizm adı verilen bir akım ortaya çıkmıştır.

Ordoliberaller hem merkezi planlamayı hem de laissez faire ilkesini reddetmektedirler. Bu düşünürler serbest mübadelenin erdemlerini açıkça kabul etmekle birlikte, serbest piyasanın sosyolojik, ekonomik ve ahlaki bakımlardan kendi kendine işler olmadığını belirtmektedir.

Ordoliberalleri piyasa ekonomisine fonksiyonel işlerlik kazandırmak için devletin düzenleyici kararlar almasını ve uygulamasının gerekli görmektedirler. Ordoliberalleri "serbest piyasa ekonomisi" kavramı yerine "sosyal piyasa ekonomisi" kavramını kullanmayı yeğlemektedir. Onlara göre sosyal piyasa ekonomisinde, klasik liberalizmin sınırlı devlet düşüncesinin yerine sınırlı ve fonksiyonel devlet düşüncesi almıştır.

Ordoliberalleri laissez faire ekonomisine eleştiriler yöneltirken devletin ekonomideki görev ve fonksiyonlarını bir ekonomik düzen politikası içerisinde belirlemeye çalışmaktadırlar.

Buna göre devlet; özel mülkiyet ve mülkiyetin kullanım kurallarını, para sistemini oluşturan kuralları, mali sistemi oluşturan kuralları, tekellerin kontrolü ve rekabete işlerlik kazandıracak kuralları ve benzeri diğer kuralları saptar. Ekonomik düzen politikası piyasa ekonomisine fonksiyonel işlerlik kazandıracak, böylece merkezi planlamaya ihtiyaç duyulmayacaktır.

Temel Fikirler

Bireycilik ve Bireysel Özgürlük

Bireycilik başlıca iki türde anlamı bünyesinde barındırır. Bunlardan ilki toplumun, toplumsal düzenin ve toplumsal yapıların ancak bunların kurucu unsuru veya temel birimleri olan bireylerden, onların davranışları doğrultusunda açıklanabileceğini savunur.

Başka bir anlatımla, liberalizmin bireyciliği onun toplumsal olanın varlığını reddettiği anlamına gelmez; yalnızca toplumsal gerçeğin bireysel elementleriyle açıklanabileceğini söyler.[13]

İkinci olarak, liberalizm ahlâki veya normatif anlamda da bireycidir. Normatif bireycilik her bir bireyin ayrı bir değer olduğunun kabul edilmesini ifade eder.

Her bir birey kendisi için yaşamı neyin değerli kıldığına ancak kendisi karar verebilir. Bu çerçevede, bir soyutlama olarak toplumun onu oluşturan bireylerinkinden ayrı bir varlığı, iradesi ve amaçları yoktur.

Bireylere bağımsız bir değer olarak saygı göstermek gereği onların her birinin ahlâki bir statüye sahip olmalarından kaynaklanır.

Ahlâki bir değer olarak bireycilik, bireysel insanların kendi potansiyellerini geliştirebilecekleri ve değerlerini belirleyip gerçekleştirebilecekleri bir alanın varlığına gereksinim gösterir. Kendini geliştirme ancak bireysel olarak başarılabilir.

Özgürlük bireysel bir durumu belirtir, özgürlüğün öznesi herhangi bir toplu varlık biçimi (toplum, ulus, grup, cemaat vs.) değil, yalnızca ve her zaman birey olarak insandır.

Dolayısıyla, liberallerin “özgür toplum” sözüyle belirttikleri, genellikle, özgür bireylerden oluşan ve özgürlüğü güvenceleyen kurumlarla donatılmış olan bir toplumdur.

Liberal kuramda özgürlük esas olarak politik bir değerdir. Politik anlamda özgürlük siyasi baskıdan korunmuşluk durumunu belirtir.

Hoşgörü

Hoşgörü, insanların onaylamadıkları davranışlara ya da eylemlere müdahele etmemeleri gerektiği inancıdır.

Bu inancın iki temel niteliği bulunur: belirli bir davranışın onaylanmaması ve kişilerin kendi görüşlerini başkalarına dayatmalarının reddedilmesi.

Ahlaki açıdan ikna etmek, muhakemede bulunmak ya da argümanlar ileri sürmek gibi bazı müdahele biçimleri meşru olabilir, ancak baskı yapmak ya da güç kullanmak değildir.

Hoşgörü bireysel özgürlüğe bağlılığın önemli ifadelerinden biridir. Bireysel özgürlüğü olduğu bir yerde insanlar, pek çok insanın görüşünden gayet farklı olsa bile, iyi yaşama dair kendi görüşlerini takip edebilirler.

Bireyler bağımsız, yani kendi yaşamları ve içinde bulundukları koşullar üzerinde kontrol sahibi olabilmelidirler.

Özerklik

Özerkliğin farklı anlamları vardır. Mesela William Galston özerklikten kendini yönetmeyi kastetmektedir. Liberal özerklik çok kere kendinin, başkalarının ve toplumsal pratiklerin devamlı olarak akılcı incelemeden geçirilmesiyle ilişkilendirilmiştir.[14]

Andrew Mason da buna benzer şekilde, özerkliğin kendi kendini yönetme veya kendi yazgısını kararlaştırmayla ilgili olduğunu belirtmekte ve bunun akıl tarafından yönetilmek ve başkalarının iradesinden bağımsız olmak (kendisi tarafından yönetilmek) gibi iki unsuru bulunduğunu belirtmektedir. Bu ikinci unsurla ilgili başlıca özerklik anlayışları ise “bağımsız düşünceli” olmak ve “eleştirel-düşünme” yeteneğidir.[15]

Susan Mendus ise özerkliği, Kantçı bir tarzda, kişinin kendisi için belirlediği bir yasaya itaat etmesi olarak tanımlamaktadır. Bu tanımın da üç unsuru var:
  • Özerk kişi eylemde bulunabilecek bir konumda olmalıdır; yani, işkence veya ceza tehdidi gibi dış etkenlerin zorlaması altında olmamalıdır.
  • Özerk kişinin eylemlerini istekleri yönetmemelidir veya kişi ussallığını baltalayacak güçlü etkenlerin baskısıyla hareket etmemelidir. Özetle özerk kişi akılcı, özgür bir seçici olmalıdır.
  • Özerk birey uyacağı yasayı kendisi yaratmalı veya koymalıdır. Başkalarının zor kullanılarak yaptırılan eylemlerinden bağımsız olmanın yanında, onların iradesinden de bağımsız olmalıdır. Onun için, üzerinde düşünüp taşınmadan geleneğe veya günün pratiğine uyan kişinin doğru anlamda özerk olduğu söylenemez, çünkü onun iradesi çevresindekilerin iradesi tarafından belirlenmektedir. Özerkliğin bu anlatımı kişinin yalnızca (zordan, sınırlandırmadan ve tehditten özgür olma gibi) standart negatif özgürlükleri değil, fakat aynı zamanda toplumsal törenin ve geleneklerin boğucu sınırlarının ötesine geçip özgür olmayı da gerektirmektedir.[16]
Kısaca özerklik fikri kişinin seçimlerinin dışsal etkenler tarafından belirlenmemesini, kendi gerçek iradesinin sonucu olması gerektiğini savlar.

Çoğulculuk ve Tarafsızlık

Liberalizm toplumsal-siyasi tasarımı açısından bakıldığında çoğulcu bir teoridir. Charles Larmore’a göre,[17] liberalizm, nihai önemdeki meseleler hakkındaki görüş farklılıklarımıza rağmen, birlikte yaşamanın zora başvurmayan bir yolunu bulabileceğimize ilişkin umudumuzu simgeler.

Ona göre, hayatı neyin yaşanmaya değer kıldığı konusundaki farklı görüşlerimizi koruyarak öz bir ahlakilik açısından anlaşmaya varabiliriz.

Liberalizm başlangıçta insan aklının özgür kullanımı yoluyla ahlâki ve siyasi konularda doğrunun bulunabileceği inancının baskın etkisi altında kalmışsa da, zamanla toplumsal bilimlerdeki gelişmeler ahlâk ve toplumsal düzen konularında akla uygun olarak farklı sonuçlara ulaşılabildiğini, başka bir anlatımla, “aklın yolu”nun hiç de “bir” olmadığını' göstermiştir.

Farklı kültürler arasında olduğu kadar, her bir kültürün kendi içinde de durum böyledir. Belli bir toplumda aynı anda farklı iyi anlayışlarının var olduğu anlamına gelen bu durum liberallerin akla güveni büsbütün yitirmelerine yol açmamışsa da, bunlar arasında daha ölçülü bir akılcılığı yeşertmiştir. Bu durum ayrıca kimi liberalleri göreceliğe ve “değer kuşkuculuğu”na yaklaştırmıştır.

Öz-Sahiplik

John Locke’un “öz-sahiplik” düşüncesinin liberalizmin temellerinden olduğuna kuşku yoktur. Öz-sahiplik düşüncesini Matt Zwolinski’nin anlatımını izleyerek şöyle özetlenebilir: Locke’un başkalarına zarar vermenin yasak olduğuna ilişkin inancı onun her bir bireyin “onun kendi kişisi üstünde bir mülkiyete” sahip olduğuna ilişkin daha temel inancından kaynaklanır.

Başka bir anlatımla, bireyler kendilerinin sahibidirler. Bu, her bireyin kendi bedeni üstündeki bütün kullanım haklarına sahip olduğu anlamına gelir.

Ayrıca, yapmak istediğimiz hemen hemen her şey için harici malların kullanımına da ihtiyacımız olduğundan, Locke bunlar üzerinde de bir şekilde mülkiyet edinebilmemiz gerektiğini düşünmüştür. Bunun da olağan yolu, sahip olduğumuz kendi emeğimizi bu harici mallara katmaktır.

Böylece onları da mülk edinmiş oluruz. Böylece, Tanrı’nın onlara ortak olarak verdiği dünya bireylerin özel kullanımına açılmış olur. Ancak, Locke’a göre, harici malları özel mülk haline getirebilmenin bir sınırı vardır.

“Lockecu şart” denen bu sınıra göre, sahiplenmenin meşru olması için geriye “başkalarının ortak kullanımı için yeterli miktarda ve iyi durumda” bırakılmış olmalıdır.

İlkeler ve Ayrımları

Bireycilik

Bireycilik, bireyin özgürlüğüne büyük ağırlık veren ve genellikle kendine yeterli, kendini yönlendiren, görece özgür bireyi ya da benliği vurgulayan siyaset ve toplum felsefesidir.

Bireycilik, her şeyden önce insanlığın toplumsal birliklerden değil, bireylerden oluştuğu düşüncesine dayanır. Otoriteye ve birey üzerinde özellikle devlet tarafından uygulanan her türlü denetime karşı çıkar.

Ayrıca "ilerleme"ye inanır, ilerlemenin bir aracı olarak da bireye farklı olma hakkı tanınır. Bireyin varlığı sınıf, halk gibi bütünlerden daha gerçektir. Birey toplumun, her türlü kurum ve yapının üstündedir, herhangi bir toplumsal bütünden daha fazla ahlaki değere sahiptir.

Bireyler bir ideal uğruna eritilemez, tercihleri kimilerinin kamusal dediği genel ve soyut şeyler için yok sayılamaz. Her birey önemlidir, her birey saygıya değerdir. Bireye dayanmayan ve bireysel istek ve iradeden kaynaklanmayan her türlü toplumsal bütün liberalizm için en büyük tehdittir.

Özgürlük

Locke, sınırlı devlet projesine henüz devletin ortaya çıkmadığı bir doğa durumu tasavvuru ile başlar. Doğa durumunda her bireyin Tanrı tarafından bahşedilmiş, devredilemez, elden alınamaz nitelikte olan hakları vardır.

Locke, bunların hayat, özgürlük ve mülkiyet hakları olduğunu belirtmiş ve tamamını genel mülkiyet hakları altında toplamıştır. Devletin olmadığı bu durumda bireyler arası ilişkilere düzen veren bir doğa yasası vardır. Doğa yasasının kuralları akıl yolu ile bulunabilir.

Doğa yasası, her bireye kendisinin ve başkalarının mülkiyetini hak tanımaz kişilere karşı savunma ödevini yükler. Bireyler, saldırganları cezalandırma hakkına sahiptir. Ancak, sadece hakkı yenenler tazminat alma hakkına sahiptirler.

Bir taraftan, hak tanımaz kişilerin tecavüzlerini daha etkin bir şekilde önlemek, diğer taraftan da bireylerin özellikle kendi haklarına tecavüz edenleri cezalandırmak ve zararlarını tazmin ettirmek hususunda hakkaniyet ölçülerinin dışına taşabilmeleri ihtimalinin önüne geçebilmek için, bireyler bir sosyal sözleşme ile devleti tesis ederler.

Bunu yaparken bireyler, kendilerini savunma hakları saklı kalmak kaydıyla, doğa durumunda sahip oldukları doğa yasasını çiğneyenleri cezalandırma hakkını tamamen siyasal otoriteye devrederler. Böylelikle siyasal itaatin temeline de bireylerin rızası yerleştirilmiş olur.

Ancak, bireylerin siyasal otoritenin yönetimi altına kendilerini sokmaları anlamında gösterdikleri bu rıza, koşulsuz bir teslimiyet de değildir. Devletin, asli amacı olan birey haklarını korumak görevini yerine getirmekte başarısız olması veya bizatihi bu haklara kendisinin tecavüz etmesi halinde, bireyler açısından sözleşme hükümsüz sayılıp, devlete karşı başkaldırma hakkı doğar.

Hayek serbest piyasa düzeninin felsefi savunucularındandır. Avusturya Okulu'nun 20. yüzyıldaki en önemli temsilcilerinden biridir. 1974'te Nobel Ekonomi ödülünü almıştır. Merkezi ekonomik planlamanın insanların özgürlüklerini ve ihtiyaçlarını kısıtlayacağı tezini vurgulamış, çoğulculuğu ve ekonomik sübjektivizmi savunmuştur. Hayek'e göre iktisadi karar verme hakki, bireylerden, onların değerlerinden ve amaçlarından bağımsız değildir. Kölelik yolu (1944) adlı eseri, Hayek'in özgürlük savunusuna adadığı uzun entelektüel hayatının en çarpıcı ürünlerindendir. Klasik liberal geleneğin takipçileri arasındadır.
Locke ile benzer sonuçlara, Locke’tan farklı bir yol izleyerek ulaşan bir başka liberal düşünür David Hume’dur. Locke’un insan haklarının tespiti ve bu hakları koruyacak olan siyasal iktidarın oluşturulması sürecinde izlediği rasyonalist metoda Hume’un düşüncesinde rastlanmaz.

Hume, bireylerin akıl yoluyla bulunabilecek tabii haklarının olduğu ve bu hakları korumak üzere bir sözleşmeyle devletin oluşturulduğu fikrini reddeder. Hume’a göre tıpkı diğer sosyal kurumlar gibi, mülkiyet kurumu ve devlet kurumu da tarihsel tecrübe içinde kendiliğinden ortaya çıkmış ve fayda sağladığı için de muhafaza edilmiştir.

Mülkiyet kurumu, insan ihtiyaçlarının en iyi şekilde karşılanmasına hizmet eder. Bu nedenle mülkiyetin istikrarı, rıza ile transfer edilebilmesi ve bireylerin birbirlerine karşı verdikleri sözlerin tutulması toplumsal varoluşun sürdürülebilmesi için büyük önem taşır.

Devletin sağladığı en temel fayda ise toplumsal düzen ve adaletin sağlanmasıdır. Bu kurumun olmadığı bir ortamda kendilerini ve yakınlarını öncelikli olarak düşünmeye yatkın, kısa vadeli çıkarlarını uzun vadeli çıkarlarına tercih etmeye eğilimli olan bireyler, kıtlığın olduğu bir dünyada birbirlerinin mülkiyet haklarına tecavüz ederek birbirleriyle boğaz boğaza geleceklerdir.

Toplumsal birlikte varoluşun sağladığı faydaları devam ettirebilmek için, bu türden adaletsizliklerin önüne geçilmesi gerekir. Bu yüzden devlet kurumuna ihtiyaç vardır. [18]

Hem sosyal sözleşme geleneğinin liberal temsilcilerinden Locke’un düşüncesi, hem de evrimci-rasyonalizm olarak nitelendirilen düşünce geleneğinin öncüsü Hume’un düşüncesi, klasik liberalizm olarak adlandırılan liberal gelenek içerisinde yer alır.

Bu geleneğin 20. yüzyıldaki önde gelen takipçileri arasında Friedrich von Hayek, Ludwig von Mises, Milton Friedman ve Robert Nozick gibi düşünürler yer almaktadır. Bu düşünürlerin en temel ortak noktaları, bireyin özgürlüğüne atfettikleri önemde bulunmaktadır.

Mack ve Gaus’a göre, klasik liberaller için bireysel özgürlük, merkezi siyasi ve yasal normu oluşturmaktadır. Klasik liberaller, klasik demokrasi teorisyenlerinin ileri sürdüğü gibi özgürlüğün ancak kamusal alanda aktif katılımla gerçekleşebileceği düşüncesinde değildirler.

Bilakis, onlar bireysel özgürlüğe karşı en büyük tehlikenin siyasal alandaki sınırlandırılmamış güçten gelebileceği endişesini taşırlar. Onların özgürlük anlayışı, B. Constant’ın ayrımıyla modern özgürlük anlayışıdır ve ancak müdahaleden korunma anlamında bireyin özgür olabileceğini ifade eder.
Thomas Hill Green 1836 yılında Yorkshire, Birkin'de parish rektörünün oğlu olarak doğar. Rugby'den Oxford Balliol Kolejine gider. Yaşamının geri kalan bölümünü orada öğrenci, öğretmen, profesör olarak geçirir. 1878'de Ahlak felsefesi profesörü seçilir ve 1882'de ölene dek bu görevi sürdürür. Green, akademik görevlerinin yanı sıra, kendisini eğitimsel, politik ve toplumsal etkinliklere de adar. Bunları yaparken her zaman için düşük gelirli sınıflara sıcak bir sempati ile yaklaşır ve demokrasiye olan inancını korur. Kendisi ayrıca sosyal liberalizmin öncüsü olarak da nitenlendirilir.

20. yüzyılın önde gelen liberal filozoflarından Isaiah Berlin’in kavramlaştırmasıyla, klasik liberal ve liberteryenler “negatif özgürlük” anlayışına sahiptirler. Negatif özgürlük anlayışı, bireyi başkalarına zarar vermeyen kendi tercihleri konusunda serbest bırakmak dışında ikinci kişilere hiç bir pozitif yükümlülük yüklemez .

Bu çerçevede, “bireysel özgürlük, bireyin diğer bireylerden meşru olarak talep edebileceği tek şeydir. Ancak, geniş liberal gelenek içerisinde yer alan tüm düşünürler, özgürlüğün bu negatif yorumuna bağlı kalmazlar.

Nitekim, daha 19. yüzyılda Thomas Hill Green, bireylerin dışarıdan bir baskıya maruz bırakılmamalarının onların gerçekten özgür oldukları anlamına gelmediğini ifade etmiştir. Green’e göre, bireylerin özgür addedilebilmesi için onların kişisel potansiyellerini gerçekleştirme doğrultusunda diledikleri şeyleri yapabilmeye muktedir olmaları da gerekir.

Green için özgürlük ‘yapmaya ya da zevk almaya değer bir şeyi yapmak veya zevk almak hususunda olumlu bir güç ya da yeterliliktir.’ Dolayısıyla, insanın gerçekten özgür olabilmesi için, yalnızca ona bu imkânı sağlayan hukuksal bir çerçevenin bulunması yeterli değildir.

Aynı zamanda fiili olanaklardan, toplumun ürettiği mal ve hizmetlerden pay almalı ve bireyin gücü ortak refaha katkıda bulunacak ölçüde artmalıdır. Basit bir örnekle açıklarsak, bireyin kişisel gelişimine katkıda bulunabilecek olan seyahat özgürlüğüne gerçek anlamda sahip olabilmesi için onun seyahat etmek istemesi halinde engellenmemesi yetmeyip, bilet alabilecek maddi imkânlara da sahip olması gerekir.

Bu bağlamda, Green topluma bireyi refah devleti benzeri pozitif destekler sağlayarak özgürleştirme misyonunu yükler. Literatürde bu yaklaşım pozitif özgürlük anlayışı olarak nitelenmektedir.

Pozitif özgürlük anlayışının bir diğer kavramlaştırması I. Berlin’de görülür. Berlin’e göre insan ben’i yüksek ben ve alçak ben olarak ikiye ayrılmıştır. Özgürlük, yüksek ideallerin hizmetinde olan yüksek ben’in, tam tersi istikametteki alçak ben’e hakim olması ve insanın alçak ben’in yansımaları olan basit çıkarlar peşinde koşması yerine, yüksek ben’in alçak ben’i kontrol altına alması ve insanın yüksek ben’den kaynaklanan yüce ideallerin buyruğunda olmasıdır.

Özgürlüğün bu pozitif yorumuna bağlı kalan liberaller, “modern liberaller” olarak isimlendirilir. Modern liberaller arasında John Rawls, Ronald Dworkin ve Will Kymlicka gibi düşünürler yer almaktadır. Modern liberallere göre, bireylerin, kendi iyi hayat anlayışlarını oluşturabilmeleri için onların dış baskıdan korunmaları (negatif özgürlük) yetmez; bireyler aynı zamanda imkânlarla (pozitif özgürlük) da donatılmalıdırlar.

Serbest Girişim

Serbest girişim, mal ve hizmetlerin gönüllü mübadelesine dayanan ekonomik bir sistemdir. Bu sistemde insanlar nerede çalışacaklarına, nereye yatırım yapacaklarına, emeklerinin ürünlerini nasıl harcayacaklarına ya da saklayacaklarına ve kimlerle ticaret yapacaklarına kendileri karar verirler ve böylece ekonomik ilişkilerini kendileri tayin ederler.

İnsanlar serbest girişim toplumunda bu kararları almakta serbesttirler, çünkü kanunî yapı mülk edinmelerine, (emekleri dahil) sahip oldukları şeyleri mübadele etmelerine ve kanunen bağlayıcı sözleşmeler yapmalarına izin verir. Bu kanunî idare, bireylerin ticarî işlerini yürütmek için yasal birliktelikler kurarak ortak faydaları için işbirliği yapmalarına izin verir.

Buna şirketler, ortaklıklar ve kâr amacı gütmeyen örgütler kurmak da dahildir. Devlet, insanların mülklerini koruma ve onları yaptıkları sözleşmeleri yerine getirmeye zorlama rolünü üstlenir; böylece insanlar birbirleriyle güven içinde ticaret yapabilirler. [19]

Sivil Toplum

Aile, kilise, spor ve müzik kulüpleri, yardım dernekleri gibi birey ve devlet arasında yer alan ve gönüllü olarak kurulan bütün örgütler sivil toplumu oluşturur. Sivil toplum düşüncesi medeniyetin bir ürünüdür. Alexis de Tocqueville'nin birlikte yaşama sanatı olarak adlandırdığı şey, hedeflerine ulaşmak amacıyla tanımadıkları kişiler ile işbirliği yapan insanların modern uygulamalarının bir sonucudur.

İşbölümünün ve insanların kendi mülklerini belirli amaçları için kullanabildikleri kanuna dayalı toplumların ortaya çıkışı ile, birlikte yaşama sanatı insanların arasında barışın ve refahın temeli haline gelmiştir. Bu nedenle sivil toplum anlayışı liberalizmden ayrı tutulamaz.

Sivil toplum teorisi, özgürlüğün olduğu durumda insanlara adil kısıtlamaların uygulanmadığını ve birbirleriyle ortaklaşa hareket etmekle her kişinin kendi içinde bulunduğu koşulları geliştirdiğini bize hatırlatmaktadır.

Constant kadim ve modern dönemlerdeki iki farklı özgürlük tipini ana hatlarıyla açıkladığı bir konuşmasında, modern dünyanın bir buluşu olarak insanın en önemli özgürlüğünün, yönetime katılma özgürlüğünden ziyade, bir kişinin bir diğeriyle birliktelik kurması olduğunu ileri sürmüştür.

Sınırlı Devlet

Sınırlandırılmamış, kurallara bağlanmamış bir devlet insanın özgürlüğüne yönelmiş en büyük tehdittir. Liberal devlet, vatandaşlar üzerinde sonsuz otoriteye sahip olan, onlardan ayrı ve onlara üstün bir varlık olan devlet değildir. Devletin görevi, sivil hakları uyruklarının her biri için tarafsız bir şekilde yerine getirerek güvence altına almaktır. Toplum sözleşmelerinin amacı devleti sınırlama ve kurallara bağlamaya yöneliktir.

Eşitlik

Eşitlik, insanların aynı ya da eşit muamele görmesi ilkesidir. Eşitlik hakkındaki tartışma, insanlara aynı şekilde davranmanın hangi durumlarda doğru ve yanlış olduğuyla ilgilidir. En az beş farklı türden eşitlik tanımlanabilir: ahlaki eşitlik, kanun önünde eşitlik, politik eşitlik, fırsat eşitliği ve gelir eşitliği. Bunların ilk üçü arzulanır türden eşitliklerdir. Dördüncüsü, fırsat eşitliği liberaller arasında tartışmalı bir konudur, gelir eşitliğinin kabulü ise bahsi geçen konunun içeriği ve neyi ima ettiğiyle ilgilidir.

Dünya tarihin çoğu boyunca, eşitlik bir ahlak prensibi olarak görmezden gelinmiş ya da kavranması mümkün olmayan ve gerçeklikle uyuşmayan bir şey olarak görülmüştür.

İnsanların farklı bir şekilde, örneğin baronlar ve köylüler için farklı yasaların olması gibi, muamele görmesi olağan sayılmıştır. 19. yüzyıl, köleliğin kaldırılmasıyla ve tüm vatandaşlara eşit oy hakkı tanıyan politik eşitliğin tesis edilmesiyle kazanılacak olan eşit haklarının sonuçları için verilen mücadelelerle geçen bir dönem olmuştur.

Bununla birlikte, pek çok ülkede kadınlar oy verme hakkını 20. yüzyılın başlarına kadar elde edememişlerdir. Güney Afrikada yapılan ırk ayrımında zenciler ve farklı ırktan olanlar politik ve mülkiyete ilişkin haklardan mahrum bırakılmışlardır. [20]

Barış

Barış, özgürlük ve adaletle birlikte liberal medeniyetin en büyük değerlerinden biridir. Barışın pasifizm ile yani güç kullanımın reddedilmesi ile karıştırılmaması gerekir. Ülkeler arasındaki belirli bir duruma işaret etmekle birlikte, pasifizm her ne pahasına olursa olsun uygulanması gereken bir barış politikası değildir.

Özgürlük veya adalete değer verildiği gibi barışa da değer verilir, çünkü barış tek başına bir amaç olmaktan ziyade insanların kendi yaşamlarını yönlendirmesine izin verir.

Barış düşüncesinin gücü, milletler arasında savaş olmaması sayesinde insanlığı edineceği maddi, kültürel ve manevi yararlarda yatmaktadır. Barışın insanlara faydaları hakkındaki bu modern düşünce eski düzenin elitlerince bir sapkınlık olarak görüldü.

Aydınlanmanın büyük düşünürlerinden biri olan David Hume, uluslararası ilişkileri bir ülkenin kazancının zorunu olarak diğerininkinin kaybını oluşturduğu negatif toplamlı bir oyun olarak kabul eden geleneksel akla çatıyordu: "sadece bir insan olarak değil, aynı zamanda bir İngiliz uyduğu olarak da Almanya, İspanya, İtalya ve hatta Fransanın ticaretinin gelişmesi için dua ediyorum." Bu şekilde Hume'un politikası Britanya'nın geleneksel düşmanlarıyla bile ticareti tavsiye ediyordu. Çünkü ticaret ve mübadele, düşmanı dosta çevirecek güce sahipti. [21]

Faydalı Makaleler

Dış bağlantılar

Kaynakça

  1. ^ Nigel Ashford “Özgür Toplumun İlkeleri”, Liberte yayınları
  2. ^ Liberalism in America: A Note for Europeans by Arthur Schlesinger, Jr. (1956) from: The Politics of Hope (Boston: Riverside Press, 1962).

    « Liberalism in the U.S. usage has little in common with the word as used in the politics of any other country, save possibly Britain.  »


  3. ^ Liberal Demokrat Parti’nin İktidara Dönüşü
  4. ^ Liberal doktrinin doğuşu ile ilgili olarak bkz: Ayferi Göze, Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, İstanbul, Beta Basım Yayım Dağıtım, 1986, s. 153-226; Yayla, a.g.e., s. 25-135
  5. ^ Atilla Yayla, Liberalizm, Turhan Kitabevi, Ankara, 1992, s. XIV
  6. ^ Çotuksöken, Betül: “Ortaçağ ve Rönesans Üzerine Kimi Bilgiler”, Gergedan, sayı 13.
  7. ^ Ağaoğulları, M. Ali - Köker, Levent: (1991a) İmparatorluktan Tanrı Devletine, İmge Yayınları, Ankara
  8. ^ Kılıçbay, M.Ali: “Bir İtalyan İcadı: Rönesans ve Doğunun Olanaksız/ Olanaklı Rönesansı”,Gergedan, Sayı 13 .
  9. ^ Tunaya, Tarık Zafer: (1969) Siyasi Müesseseler ve Anayasa Hukuku, Suphi Garan Matbaası, İstanbul.
  10. ^ Ateş, Toktamış: (1994) Demokrasi, Ümit Yayıncılık, İsanbul,.
  11. ^ Akın, İlhan: (1968) Temel Hak ve Özgürlükler, sayfa 36 İ.Ü.Yayınları,İstanbul.
  12. ^ Göze, Ayferi: (1987) Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, Beta Yayınları, İstanbul. .
  13. ^ Yayla, Atillâ, Liberalizm (Ankara: Liberte, 2. b., 1998).
  14. ^ Galston, William A. (1995), “Two Concepts of Liberalism”, Ethics, 105 (April), ss. 516-534.
  15. ^ Mason, Andrew D. (1990), “Autonomy, Liberalism and State Neutrality”, The Philosophical Review, Vol. 40 No. 160, ss. 433-452.
  16. ^ Mendus, Susan (1987), “Liberty and Autonomy”, Proceedings of Aristotelian Society,
  17. ^ Larmore, Charles (1990), “Political Liberalism”, Political Theory, Vol. 18 No. 3 (August), ss. 339-360.
  18. ^ Yayla 1992: 46-63
  19. ^ Nigel Ashford “Özgür Toplumun İlkeleri”, Liberte yayınları, sayfa 43,44
  20. ^ Nigel Ashford “Özgür Toplumun İlkeleri”, Liberte yayınları, sayfa 33,34,135
  21. ^ Nigel Ashford “Özgür Toplumun İlkeleri”, Liberte yayınları, sayfa 89,91

1 yorum:

  1. Yasama hakki inkar edilmis bireyin gercekte ne hakki olabilir ki? Liberaller de komunistler gibi kisinin Yasama Hakkini inkar eder, anarsistlerin dustugu cukura dusmemek icin de yasasizligin bilinmez bir gelecekte gerceklesecegini vaadederler ve bu arada HerkeseYekYasalariyla saltanat surmaya bakarlar. Allah'in insana tanidigi Yasama Hakkini engellerler. Allah buyurur "De ki "senin yasana sana, benim yasam bana!"" Liberaller buyurur "Bizimki hepimize yeter EVRENseldir!" Yani Liberaller Allah'tan daha adil, daha hakim, daha galib Firavun pozlarinda.

    YanıtlaSil