Popüler Yayınlar

17 Mart 2013 Pazar

MİLLİYETÇİLİK TARTIŞMALARINA ELEŞTİREL BİR BAKIŞ

Her şeyden önce şunu belirtmek gerekiyor: Milliyetçilik ile ilgili tartışmaların Kürt sorununun çözümü için yürütülen müzakere süreciyle eşzamanlı olarak yoğunlaşması son derece doğaldır.

Dünyada örnekleri görülen diğer müzakerelere bakıldığında benzer durumun yaşandığı hemen görülür. Etnik kökenden beslenen örgütlerle yaşanılan silahlı çatışmaları takip eden müzakere süreçleri, yoğun bir milliyetçilik veya millet tartışmasını beraberinde getirir.

Devlet, etnik bir grubun silahlı temsilcisi ile müzakereye başladığı andan itibaren millet tanımı doğal olarak yeniden tartışılmaya açılacaktır. Hemen ortaya çıkacak olan ikinci tartışma konusu ise idari yapıdır.

Dünyanın hemen her yanında yaşanmış olan müzakere süreçlerinden genel olarak yeni idari modeller çıkmıştır. Bir bakıma hükümetle müzakere eden etnik kökenli örgütler, aslında özet olarak yeni bir idari model ve ulus tanımı konusunda taleplerle uzlaşmayı arzularlar.

Hal böyle olunca bir müzakere sürecinin  olmazsa olmaz entelektüel yansıması yoğun bir millet ve milliyetçilik tanımlarının yapılmasıdır.

Entelektüel bir usul hatası

Türkiye’de de yakın zamanda başta hükümet olmak üzere değişik yerlerden milliyetçiliğe yönelik sert bir eleştiri dalgası ortaya çıkmıştır. Özünde “milliyetçiliğin ayaklar altına alınması gerektiğini” ifade eden bu akım, güçlü olarak yeni muhafazakâr ve liberal aydınlar tarafından da destekleniyor.  Bu görüşe göre milliyetçilik Türkiye’yi kötü bir yere getirmiştir ve acilen bu düşünce terk edilmelidir.

Tartışmadaki temel usul hatası şudur: Bu tartışmalar, milliyetçiliği salt entelektüel bir olgu olarak görmektedir. Onu var eden ve hâlâ besleyen güçlü kurumsal yapılar neredeyse görmezden gelinmektedir. Hatta neredeyse milliyetçilik Türkiye’de “zamanın ruhunu ıskalamış” birkaç kişi tarafından sahiplenilen bir düşünceye indirgenmektedir.

Peki, milliyetçiliği bir entelektüel yanlış hatta zavallılık yahut çağı yanlış okuma olarak okumak doğru mu? Dahası bu yaklaşım ile milliyetçilikten kaynaklandığı düşünülen ‘hastalıklar’ yok edilebilecek mi? Yani, entelektüel olarak milliyetçi aydınların ne kadar zamanı ıskaladığı ‘ortaya çıkarıldığında’ milliyetçilik ile olan kavga kazanılacak mıdır?

Dahası milliyetçilik bütün dünyada (mesela Avrupa’da) ölmüş ve sadece Türkiye’de birtakım dünyanın gidişini anlayamayan insanlar tarafından mı sahiplenilmektedir?

Şüphesiz bütün bu soruların cevabı ‘hayır’dır. Kötüsü Türkiye’de yapılan milliyetçilik tartışması bu ideolojinin tarihsel gücünü ve halihazır kapasitesini anlamaktan uzak bir indirgemecilik ile yapılıyor. Açıkça yazmak gerekirse milliyetçiliğin kaynağı bugün Türkiye’de MHP yahut bir ‘kısım eski Kemalist aydın’ değildir, bizzat içinde yaşadığımız uluslararası sistem ve bu sistemin asıl unsurları olan Türkiye gibi ulus devletlerdir.

Dinin siyasal etkisini kaybettiği Ortaçağ düzeninden sonra bütün küresel sistemi milliyetçilik kurmuştur. Bütün aşınmalara rağmen halen ulus devlet merkezli yani milliyetçiliğin özünü oluşturduğu bir uluslararası sistemde yaşıyoruz.

Ulus-devlet merkezli yapıya karşı AB gibi çeşitli reformist hareketler olsa bile modern uluslararası sistemin temel özü ciddi olarak değişmemiştir. Bugün finansal kriz yaşayan Yunanistan’a bazı önemli Avrupacılar “ulusal parana dön” demektedirler.

İkisi de Müslüman olmakla birlikte birbirinin insanlarını öldüren Türkler ve Suriyeliler kendi kayıplarına şehit gözüyle bakmaktadır. NATO gibi ciddi bir savunma anlaşmasına taraf Fransa Cumhurbaşkanı müttefiki Türkiye’nin terörist olarak gördüğü PKK temsilcisi ile ulusal çıkarları için kişisel görüşmeler yapmaktadır.

Kısacası milliyetçiliğin özünü oluşturduğu modern devlet ve modern uluslararası sistem bütün haşmetiyle ortada duruyor. Bu arada küreselleşmenin ulusal algıyı zayıflattığı doğru ama yok ettiği yanlıştır. Geçen yüzyılın hemen başında da büyük bir küresel ekonomik ilişkiler ağı ortaya çıkmıştır ancak hemen arkasında ulus devlet merkezli rekabet bütün Avrupa’yı yakmıştır.

Asıl önemli olan

Hal böyle olunca milliyetçiliğin esas yapısal ve kurumsal kökenini yok sayıp bunu salt Türkiye’de zamanın ruhunu ıskalayan bir grubun hastalıklı görüşü olarak görmek yanlış bir tutumdur.

Ekonomik ölçütler, hükümet kurumları, bayrak, sınırlar velhasıl devlet düzenini var eden bütün milliyetçi kökenli yapılar halen ortada duruyor. Burada sadece Batı Avrupa’yı (ki Batı Avrupa’nın kendisi de modern ulus devlet formunu içten biçimde çok güçlü korumaktadır) dünyanın hepsi olarak görmek de eşit düzeyde yanlış bir algı meydana çıkarmaktadır.

Türkiye’de dünyanın hiçbir yerinde gerçekleşmeyen ihtimalleri bir olgu gibi entelektüel olarak sunmak da ayrı bir yöntem hatasıdır. Bu hata milliyetçilik ile entelektüel çatışma içine giren yeni muhafazakâr ve liberal aydınları siyasi alanda açık düşürebilir.

Artık milliyetçiliği bir romantik şairden kaynaklanan görüş olarak görmemek gerekiyor. Aksine milliyetçiliğin yeni “ajanları”,  ihracatın arttığıyla övünen ticaret bakanı yahut olimpiyatlarda altın madalya sayısının arttığını müspet bir gösterge olarak gören spor bakanı yahut fakir Somali’de Türk yardım ekibi bayraklarıyla gurur duyan Türk STK temsilcisidir. Bu açılardan bakınca Türkiye’de milliyetçiliği eleştirenlerin, aslında onu pek terk etmek niyetinde olmadığı görülüyor.

Diğer bir nokta da şudur: Türkiye’de Kemalizm zayıflamakta ancak ulus devletin organları, personeli büyümektedir. Yani milliyetçiliği salt entelektüel olarak yanlışlarken ulus devleti şişmanlaştırmak da fiilen aslında milliyetçiliğe can suyu vermektir. Bu açıdan yeni muhafazakar entelektüellerin ve siyasi elitlerinin söylem ve eylemlerinin uyum sorunu dikkatle sorgulanmalıdır. Yeni muhafazakâr-liberal sentez, Kemalizm’i zayıflatmakta ancak bu devletin gürbüz görüntüsünü bir türlü ortadan kaldırmamaktadır. Dolayısıyla milliyetçi filozofinin siyasal yansıması, halihazır devlet yapısında aynı haşmetiyle ortada durmaya devam etmektedir.

*Doç. Dr., Zirve Üniversitesi

 http://www.zaman.com.tr/yorum_milliyetcilik-tartismalarina-elestirel-bir-bakis_2064431.html     internet sayfasından alınmıştır.

1 yorum:

  1. "millet" kelimesi nasil kullanilirsa anlamli kullanilmis olur bilmeden onu kullanarak tartismalar acmak??!! Geyik Muhabbeti'dir.

    1. Bakin suradan baslayin : bu ulkede Osmanli Mirasi 72.5 millete mensup 77.5 milyon insan yasamaktadir.

    2. Ulkenin HerkeseYekAnayasa'si 7 milyonluk Isvicre'nin yururlukteki 26 birbirinden bagimsiz anayasalarindan devsirmedir. Bu 26 anayasa ki putperest Roma Hukuku'na dayalidir.

    3. Yukaridaki hesaba gore ulkenin 260 birbirinden bagimsiz anayasaya ihtiyaci vardir. Cunku Osmanli'dan bu yana bu 72.5 millet olmustur 260.

    4. "ulus" kavramiyla "millet" kavramini karistirmakla ancak HerkeseYekYasalciliga hizmet edilebilinir. HerkeseYekAnayasa'daki "ulus" kavrami Fransiz Ihtilali yan urunudur, hayalidir. Simdilerde "yek hayali yetmez" diyerek ikilenmek istenmektedir.

    5. Butun bu kavram kargasasinin ana kaynagi da ex-positivist anlam-kavramidir.

    6. Buyurun Cenaze Namazi'na!

    YanıtlaSil