Popüler Yayınlar

19 Mart 2013 Salı

Kürt sorununda egemenlik kavramı veya efendileri çoğaltmak (2)

Kürtlerin insanca taleplerini salt modernist ve sekülerist iktidar arayışına hasretmek ve güç yarışına düğümlemek patolojik bir yaklaşımdır. “Kürtlüğe” adeta onto-teolojik bir anlam yüklemek ve egemenlik talep ederek bunu fetiş haline getirmek 100 yıldır kutsallık atfedilen Türkçü egemenlik felsefesini eleştirmemizi engellediği gibi, Kürtlüğün sürekli eleştirdiği bir siyaseti Kürtlere dayatmaktan öteye gitmez.

Bu durum mutlak sekülerist bir evrende, yani hakikati olmayan bir yerde hakikatten bahsetmeye benzer. Egemenlik arzusuyla şiddet kullanımı her zaman iç içe geçmiştir. İster Türk olsun ister Kürt olsun beşerî eylem kavramını egemenin eylemi biçiminde kurgulamak barışı zora sokar.

Geçmiş dönemler için kullanılan “Kürtler bu ülkede her şey olabilirler ama Kürt olamazlar” tespiti oldukça değerli bir formülasyondu ve gerçekten o zamanın şartlarını betimlemek için kullanışlı bir ifadeydi. Ancak şimdiki zamanda bile Kürt sorunundan bahsederken tamamen 90'lı yılların parametreleriyle konuşmak çok anlam ifade etmiyor.

İsimler hiç önemli değil. Beni ilgilendiren şey kullanılan dil, söylem, üslup ve tarzdır. Kimsenin iyi niyetinden kuşku da duymuyorum. Ancak biz sanki şu anda, bir zaman dilimi içinde yaşamıyormuşuz gibi ya da 2013'e özgü bir dönemde değilmişiz gibi; sanki AKP yönetiminde Kürtlerin maruz kaldığı eşitsizlikler hakkında bir arpa boyu yol kat edilmemiş, değişim sadece bir alanda olmuş, sadece laikçi vesayet geriletilmiş gibi ajitatif ifadelerle yorumlar yapmak diyalog sürecine zarardan başka bir şey getirmiyor.

Kürtler ancak ve ancak boyun eğdirildikleri zaman Türklerle eşit olabiliyorlar veya Kürtler eğer Kürtlüklerini savunmazlarsa, Kürtler eğer Kürtlüklerini vurgulamazlarsa Türklerle eşit olabiliyorlar… gibi tespit ve yaklaşımlar günümüz Türkiye'sini ne kadar açıklayabilir?

 Bu türden kışkırtıcı yaklaşımlar yeni Türkiye'ye egemen olan siyasî ve global koşullar altında ve bu yeni siyasî koşulların (ister post-seküler deyin, ister post-nasyonalist deyin) harekete geçirdiği daha barışçı sosyolojik zemin üstünde ne kadar anlamlı hale getirilebilir?

Üstelik bazı Kürtler ancak ve ancak zor yoluyla başka Kürtlere boyun eğdirerek “siz Kürt'sünüz bunu bilin” demediler mi? Kürtlere Kürtlük bilinci katmak nev'inden üstenci elitist misyonlara saplanıp kalmanın kimseye faydası olmuyor. Kürtler Kürtlüğün bilincinde olmamak gibi bir yaftalamaya maruz bırakılamaz. Kürtler böyle bir aşağılamaya maruz bırakılamayacak kadar her şeyin bilincindedirler, farkındadırlar.

VAR OLAN SÖYLEMİN DEĞİŞİM İHTİYACI

Kendilerini Kürtlerin yegâne dillendiricisi sananlar ister İslami Kürt ister sosyalist Kürt olsunlar kendilerini ajitasyondan kurtaramazlar.

Kürtlerin hisler tribününe oynamak (aslında bazen yazarlar sadece kendi hislerini oynuyorlar) modası geçmiş bir yöntemdir ve başka bir dert adına (devlet fetişizminin Kürt versiyonu adına) Kürtlerin ezilmişliğini, dışlanmışlığını sömürmek anlamına gelir.

Basitçe şunu söylemek istiyorum: Geçmişte son derece gerçekçi olan “bu ülkede Kürt olunamaz” türünden tavır alma pozisyonları ve dil kullanımları bugün artık iyice geride kalmış hatta birçok durumda fazlaca sündürülmüş gözüküyor. Mağduriyet dili eskidi. Artık yeni bir konum lazım.

Üstelik bu türden son derece eskimiş eleştirilerin yöneldiği yeni siyasî aktörler kimlerdir diye sormak lazım. Bunlar CHP ve MHP iseler, bu eleştiriler zayıf kalır çünkü diyalog sürecini onların yönetmediği aşikârdır. İçinden geçtiğimiz dönemde “bu ülkede Kürt olmanın imkânsız olduğunu” söylemek çok sakil durmaktadır ve bu türden bir söylemi hiç usanmadan parlatmanın retorik değeri önemli olabilir ama bu retorik değer dışında diyaloğu zora sokmaktan öte Kürtlerin lehine fazla bir anlamı yoktur.

Çünkü hissî, retrospektif ve alışkanlığa dayalı bir bilgiyi yansıtır ve bu durum hâlâ sadece mazlûmiyetin ve maduniyetin dilini kullanmaya ve bu dili kullanmaktan kurtulamayışa işaret eder.

Elbette Kürtlerin mazlûmiyeti, mağduriyeti, ezilmişliği sona ermiş değildir ve bu kurbanlaştırmalara dayalı hislerin 10 yılda unutulması mümkün olmadığı gibi unutulmasını beklemek de insanca değildir, ama milyonlarca insanı ilgilendiren bir soruna ilişkin olarak entelektüellerin her iki taraftaki ölümler nedeniyle açık duran yaraların kapanmasına katkıda bulunacak şekilde bir dil kullanmaları ve akan kanın durmasını şu anda öncelikli bir amaç haline getirmeleri daha mâkul değil midir?

Çünkü akan kan ilanihaye durmadıkça, bu trajedi sona ermedikçe entelektüellerin eleştirilerini şimdi ve gelecekte sağlıklı biçimde ele alma imkânını da kaybederiz.

Entelektüellerin gelecek adına retorik üstünlük kurmaktan başka dertleri olmazsa, dillerinin içinde birikmiş kini veya ezilmişliği tecelli ettirmekten başka ne işe yaradıkları sorulmaz mı?  Kürt sorunu büyük oranda bir onur sorunudur.

Kurban edilmişlik söyleminin devam etmesinin sebebi budur. Ama Mutlak bir Mazlum dilini hiç durmaksızın sahiplenmek yerine “ben Kürt'üm kardeşim, kadimden beri Kürtçe konuşurum ve işte konuşuyorum ve Kürt olmaktan da gurur duyuyorum” demek daha onurlu olmaz mı?

Böyle demek ve eskiden Kürtlüğü talep ettiğin için seni mahkûm eden bir ulusalcılığın sistemin marjlarına düştüğünü görerek çözümün diliyle konuşmak daha vakur bir duruş değil midir? Dışlanmışlık ve yok sayılmışlık söylemini biteviye, hiç değişmeksizin yinelemek yerine bambaşka bir duruşa ihtiyaç yok mu artık? Eski pozisyonun dili tüketilmiş değil midir?

Yenilmemek için yenilenmek gerek. Elbette AKP döneminde alınmış haklar yetersizdir, ama milli eğitim denen süreçte bile Kürtçe dili seçmeli olarak öğretilebiliyorsa ve bunun da ilerisinde anadilde eğitim hakkı ciddiyetle konuşuluyorsa, özel ve resmî medyada Kürtçe yayın yapılıyorsa, mahkemelerde Kürtçe savunma yapmak serbestse, Kürtçe vaaz önünde engel yoksa, adem-i merkeziyetçilik, AB yerel yönetimler şartı, yeni anayasa gündemdeyse… ülkeyi halen daha 1990'ların diliyle yorumlamanın manası nedir?

Elbette ki reformlar, haklar ve özgürlükler daha istenen düzeye çıkartılmış değildir ama sürekli gerilimi diri tutacak şekilde keskin bir dil tercihinde bulunmanın Kürtlere faydası olabilir mi?

Bu epistemik şiddetin psikolojik sebepleri nelerdir? Psikolojik sebepler dili bu kadar umarsızca eğip bükmeyi meşru kılabilir mi? Bazı köhnemiş eleştirilerle Kürt halkına bilinç kazandıracağını sanmak bir yanılgıdır. Kürtler onların sandıklarından daha bilinçlidirler.

Bazıları Kürt halkının hakiki durumuyla empati kurmak yerine kişisel hırslarını yazıyorlar. Hâlbuki artık yepyeni şeyler ileri sürmek lazım “dün dünde kaldı cancağızım” diyor Mevlânâ. Diyalog sürecini Türkleri özne olarak sürdürmenin basit bir stratejisi gibi yorumlamanın biraz paranoyakça ya da biraz iyi niyet mahrumu, karşısındakini her daim kötücül kılan bir dilden başka ne anlamı var?

Hissî motivasyonlardan ve abartılmış kehanetlerden bağımsız olabilmek, şu bilge kâhin hallerimizi bir tarafa bırakabilmek, dili yumuşatabilmek, kişisel hırslardan arınmak entelektüel fikrî özerkliğin koşullarından değil midir?

*Doç. Dr., Süleyman Şah Üniversitesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder