Popüler Yayınlar

2 Mart 2013 Cumartesi

İSLAMİ LİBERALİZM NASIL OLUR? Mustafa AKYOL




Mustafa Akyol  [25 Şubat 2009 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]

Geçen hafta “Hem dindar hem liberal olunmaz mı?” başlıklı bir yazı yazmıştım. Bana bu soruyu sorduran da Radikal gazetesi köşe yazarı Türker Alkan’ın “Tanrı’nın buyrukları”na bağlı olmakla liberal olmayı çelişkili gibi konumlandıran bir başka yazısıydı. Sayın Alkan, sağolsun, aynı konu üzerine bir kez daha yazmış, meseleye açıklık getirmiş, benim için de nazik sözler söylemiş. Bilmukabele; ben de kendisinin “saygı duyduğum iyi bir yazar” olduğunu teslim etmeliyim.

Gelelim meseleye… Türker Alkan “dinci”lerin liberal olamayacağını söylüyor. “Dinci”likten ve özelinde “İslamcılık”tan kasıt, devlet eliyle din empoze etmeyi hedefleyen bir siyasi proje ise, Sayın Alkan tümüyle haklı. Ancak kendini “Tanrı’nın buyrukları”na sıkı sıkıya bağlayan bir insanın bu anlamda “dinci” olması gerekmiyor. Bu insanın, dinin devlete değil de bireylere ve cemaatlere hitap eden bir değerler sistemi olduğunu düşünmesi de mümkün.

Ama aynı insanın devletin muhtemel tasallutundan korunmaya da ihtiyacı var. (Hele de Türkiye’de!) İşte liberalizm, devletin bireylere ve cemaatlere mümkün olduğunca karışmamasını savunarak, tam da bu korumayı üstleniyor. Bir başka deyişle liberalizm, insana istediği gibi ve istediği kadar dindar olma şansını veriyor.

İşte bu noktadan yola çıkan bir Müslüman’ın liberalizmi dindarlık perspektifi ile savunması ve bir tür “İslami liberalizm” anlayışı geliştirmesi mümkün.

Bu elbette çok kapsamlı bir mesele. Burada sadece bu konuda “İslamcı” kalemlerden gelen iki tipik itiraza değinmek istiyorum.

Bunlardan ilki “İslam’da din ve devlet ayrılmaz” görüşü. Bu görüşü savunanlar, İslam tarihindeki yaygın pratiğe bakarak hüküm veriyorlar. Oysa atladıkları önemli bir şey var: Klasik İslami devirdeki devlet ile modern devlet birbirinden çok farklı şeyler. Örneğin klasik İslami devirde kanun yapmak devletin değil bağımsız ulemanın göreviydi. Ülke sınırları içinde yaşayan herkese uygulanan standart bir kanun da yoktu. Oysa modern dünyadaki tüm devletler hem kanun yapıyor hem de bunu tüm vatandaşlara uyguluyor. Siz kafanızdaki İslam yorumunu alıp da modern devletin doktrini haline getirdiğinizde, klasik İslami devire dönmüş olmuyor, despot bir ucube yaratmış oluyorsunuz.

İkinci itiraz ise liberalizmin ve diğer modern ideolojilerin, sırf “modern” ve “Batı kaynaklı” oldukları için Müslümanlara uymayacağı yönünde. Böyle düşünenlerin zihninde, siyaseti, toplumu ve ekonomiyi detaylı kurallara bağlayan bir “İslami sistem” var. Oysa biraz geçmişe baksalar, “İslami sistem” dedikleri şeyin çoğunun aslında “ilahi” değil “beşeri” ve “tarihsel” kaynaklara dayandığını, örneğin ilk devir Müslümanlarının Pers ve Bizans devletlerinden pek çok idari ve hatta hukuki kavram aldıklarını görecekler.
Kaldı ki eğer “İslami olmayan sistemleri” peşinen reddetmeye girişeceksiniz işiniz epey zor. Mesela İslam geleneğinde hiç yeri olmayan, tefsir ve fıkıh kitaplarında izine bile rastlanmayan trafik kurallarını hemen çöpe atmanız lazım. Öyle ya, alnı secdeye değmemiş insanlar tarafından uydurulan bu kurallar İslam dünyasına tümüyle dışarıdan sokulmuş durumda.

Oysa trafik kuralları biz Müslümanların da işine yarıyor. Batılıların bunları geliştirmesinin sebebi de, motorlu arabayı keşfedip bizden önce kullanmaya başlamaları. Demokrasiyi, parlamentoyu ve siyasi ideolojileri bizden önce geliştirmeleri de öyle. Bunları sırf “kökü dışarıda” olduğu için reddetmek yerine, kendi değerlerimize uygun şekilde nasıl yorumlayıp kullanabileceğimize bakmak lazım.

Unutmayalım, Allah’ın bilgisi ve hikmeti sonsuz; İslam medeniyetinin kendi geleneğiyle sınırlı değil.



İslam ve Liberalizm: Çatışma mı işbirliği mi?

Zaman gazetesinde Ali Bulaç ile Atilla Yayla’nın isim vermeden sürdürdükleri tartışmaya Star gazetesinden Mustafa Akyol da katıldı. Şimdilik bu üçlünün dâhil olduğu tartışma; İslam, liberalizm, özgürlük, zenginlik isim ve kavramları etrafında şekilleniyor. Özgün Duruş`tan Yahya Ayyıldız`ın haberi:

Basın dünyasında ender rastlanan seviyeli ve verimli tartışmalardan birine şahit olmaktayız. Zaman gazetesinde Ali Bulaç ile Atilla Yayla’nın isim vermeden sürdürdükleri tartışmaya Star gazetesinden Mustafa Akyol da katıldı. Şimdilik bu üçlünün dâhil olduğu tartışma; İslam, liberalizm, özgürlük, zenginlik isim ve kavramları etrafında şekilleniyor. Şimdiye kadar hayli verimli olan tartışmadan daha fazla istifade edebilmek için mezkûr kavramları alanın uzmanlarına sorduk. Bu hafta Mustafa Akyol’la başladığımız diziye gelecek hafta pek çok değerli yazarımızla devam edeceğiz. Zira bu kavramlar 21. yüzyıl Türkiye’sini şekillendirecektir. Geleceği öngörebilmek veya şimdiden gerekli pozisyonu alabilmek için bu kavramların toplumun zihninde daha fazla berraklaşması gerekiyor. Türkiye gerçeğinin daha net bir şekilde anlaşılmasına yardımcı olması dileğiyle…

Ne oldu?

“İslam`da özgürlük, Allah`a kulluk yapmak üzere engelsiz bir ortamın; sosyal, politik, ekonomik, maddi ve kültürel dünyanın tesis edilmesi çabasıdır. Liberal özgürlük ise insanın kul olmaktan çıkarılması çabası ve talebidir.”

10 Ekim tarihli Zaman gazetesinde yukarıdaki ifadeyi kullanan Ali Bulaç, İslam’ın özgürlük tanımıyla liberalizmin özgürlük tanımını birbirine karşıt olarak konumlandırdı. İki gün sonraki makalesinde ise Batı’nın zenginliğinin kökenini sorguluyordu:

“Batı`daki sermaye birikiminin veya tarihsel kapitalizmin arkasında üç temel unsur yatmaktadır. Bunlar da sömürgecilik, köle ticareti ve faizin sistemin bir parçası olarak iş görmeye başlamasıdır.”

“Liberal ekonominin uygulandığı Amerika ve İngiltere`nin zenginliğinin arkasında liberal sınıfın başarıları, zekâsı, dâhiyane fikirleri, ahlaki çabası mı var, yoksa bu devletlerin dünyada çıkarttıkları savaşlar mı?”

Liberalizmin özgürlük anlayışına ve zenginliği edinme biçimine getirilen bu eleştiriler, liberal yazarlardan karşılık bulmakta gecikmedi. Aynı gazetenin yazarı ve Liberal Düşünce Topluluğu Başkanı Atilla Yayla, eleştirileri şöyle cevaplıyordu.

“Liberallerin anladığı manada özgürlük, dinden önce gelir. İnsan önce özgür olur, sonra bir dini seçer veya seçmez. İslam`ı veya Hıristiyanlığı özgürlükle özdeşleştirirseniz dinini değiştiren insan özgürlüğünü de kaybetmiş olur. Buradaki mantıksızlık yeterince açık değil midir?”

Liberal özgürlük dışındaki herhangi bir özgürlük anlayışının topluma hâkim olmasının sonucunda, ya özgürlük kaybı ya düşük şiddetli savaş ya da dini despotizm yaşanacağını ekledi. Üstelik dindar Müslümanların 28 Şubat döneminde liberal özgürlüğe dayanarak hak mücadelesi verdiklerini söyleyip aksi iddiada bulunanlara, “Tersini düşünen varsa bir adım öne çıksın!” diyerek meydan okudu.

İslam dünyasının fakir olmasını Batılıların ve İslamcıların benzeri şablonlarla açıklamaya çalıştığını, birinin kabahati İslam’da diğerinin de İslam’dan uzaklaşmakta gördüğünü, ikisinin de ön yargıların eseri ve anlamsız olduğunu ifade etti. Zenginliğin temelinin piyasa ekonomisi, yani özgürlük ve serbestliğin olduğunu iddia etti:
“Bu formülün özü basittir: İnsanların insanî potansiyellerini kullanmalarına ve doğal insanî güdülerin peşinden koşmalarına set çekmeyin. Kısaca, insanları özgür bırakın. Ekonomik zenginliğe giden yol işte budur.”

Sorular

- Özgürlüğü nasıl tanımlıyorsunuz? Liberaller ile İslamcıların özgürlük yorumları arasında ne tür farklar var?

- “Liberal özgürlük anlayışı genel ve barışçı, İslamcıların özgürlük anlayışı sekteryen ve savaşçıdır” ifadesine katılır mısınız?

- 28 Şubat döneminde dindar Müslümanlar, hukuk mücadelesini liberal özgürlük anlayışına dayanarak mı vermişlerdir? Eğer öyleyse niçin?

- Farklı din, mezhep, etnik yapı ve yaşam tarzına sahip olunan Türkiye’de barış, huzur, özgürlük ve refahı İslamcı özgürlük anlayışı mı yoksa liberal özgürlük anlayışı mı sağlayabilir?

- Batı’nın zenginliğinin kaynağı, “özgürlük temelinde çalışma” mı yoksa “köleleştirmeyle yapılan sömürü” mü?

- Liberalizmin küresel hâkimiyetine karşın sosyal adaletsizlikler, açlık, çevre felaketleri, savaşlar gibi sorunların ileri düzeyde devam etmesi bir çelişki mi yoksa doğal ve normal mi?


Mustafa Akyol: Pek çok İslamcımız "sosyal adalet" peşinde sosyalist oldu

Özgürlük, benim anlayışıma göre, bireylerin (yahut Allah’ın kullarının, nasıl ifade ederseniz) başta siyasi otorite olmak üzere, hiç bir dış güç tarafından zorlanmadan, hayatlarını kendi rıza, istek ve vicdani kanaatlerine göre tanzim edebilme hakkıdır. Bir Müslüman bu hakkı İslam’ın gösterdiği hedefler doğrultusunda kullanırken, seküler bir insan da seküler hedefler doğrultusunda kullanır. Bir Müslüman’ın bu ikinci durumu tasvip etmese de, onun var olma hakkını kabul etmesi, bence İslami açıdan da doğru ve hatta gereklidir, çünkü "dinde zorlama yoktur" ve "sizin dininiz size, benim dinim bana"dır. Bu sebeple, liberal siyasi gelenek ile İslami düşüncedeki özgürlük tanımlarının çelişik olmadığını, en azından olmayabileceğini düşünüyorum.  

"Sekter ve savaşçı" İslamcılar olduğu gibi, öyle olmayan İslamcılar da vardır. Liberal düşünce de kendi içinde farklı tonlar barındırır. Genellemelere gitmek bence bizi sadece yanıltır.

Müslümanlar, hukuk mücadelesini büyük ölçüde liberal özgürlük anlayışına dayanarak vermişlerdir. Çünkü başörtüsü hürriyeti, "din özgürlüğü" yahut "bireysel özgürlük" gibi başlıklar altında savunulmuştur, "Allah’ın emri budur, bu farzı yerine getiriyoruz" diye değil. Bu "seküler dil" ise normal ve bence İslami açıdan da meşrudur, çünkü içinde yaşadığımız hukuk sisteminin "Allah`ın emirleri, farzlar, sünnetler" gibi nosyonları yoktur. Buna karşın, her ne kadar Türkiye`deki resmi hukuk kurumları pek kulak asmasalar da "hak ve özgürlükler" diye bir nosyonu vardır. Kaldı ki, "Allah`ın emri"nin ne olduğunu tartışmaya başladığınızda da farklı içtihatlar ortaya çıkar ki bunların her birine hayat hakkı tanımak için yine özgürlük anlayışına ihtiyacınız vardır. 

Kısacası ben liberalizmi, tüm insanlara ve bu arada tabii ki Müslümanlara diledikleri gibi yaşama hakkı veren, devleti buna göre terbiye etmek isteyen olumlu bir ideoloji olarak görüyorum. Doğrudan İslam`ın kendi geleneğinden çıkıp gelmese de (aynen demokrasi gibi) modern devrin Müslümanları için "makbul" olması gerektiği kanısındayım.

Türkiye`deki renkliliği barış içinde bir arada yaşatabilmenin formülü çoğulculuktur ki, bunun hem İslami geleneğe hem de liberal düşünceye uygun düştüğünü söyleyebiliriz. 

Sömürünün belirli bir payı olduğuna kuşku yok. Ama "Batı başarısı"nın kanımca asıl sırrı, bilimsel ve teknolojik gelişme, bunun da altında yatan araştırma, yeni şeyler keşfetme, bunun için sistemli olarak çalışma düşüncesidir. Bunun da liberalizmin savunduğu bireysellikle yakından ilgisi vardır. Batı ülkelerinden bile daha sömürgeci olan Sovyet Rusya`nın batışı ise, bu bireysellikten yoksun olmasıyla, bireyi devlet ideolojisi ile hapsetmesiyle yakından ilgilidir. (Bireyselliğin bizde sıkça anlaşıldığı gibi "bencillik" olmadığını burada hemen belirteyim.) 

Köleliğe gelince… Evet, bu konuda Batı medeniyetinin sicili karanlıktır, ama diğerlerinin de ne kadar aydınlıktır, tartışılır. Modern zamanlara dek dünyadaki hemen her medeniyette kölelik vardı ve bu normal, tabii bir durum sayılıyordu. İslam medeniyeti de kölelere insanca davranma vurgusu yapmasına rağmen, köleliği bir kurum olarak kaldırmamıştır. Osmanlı`da köle ticaretinin yasaklanması, ancak 19. yüzyıl ortasında ve İngiltere baskısıyla mümkün olabildi. "Köleci Batı" hakkında atıp-tutanlar, işin bu yanını pek görmüyorlar nedense.

"Liberalizmin küresel hâkimiyeti" altında yaşadığımızı düşünmüyorum. Sadece dünyadaki etkin devletlerin (ABD ve AB ülkeleri) siyasal sistemleri liberal yahut liberal olmaya yatkın. Ancak bu, söz konusu ülkelerin "ulusal menfaatleri" olduğu ve bunlara göre kimi zaman mütecaviz politikalar izlediği gerçeğini değiştirmiyor. Burada liberalizmin bir "dış politika doktrini" değil, bir siyasi ideoloji olduğunun da sanırım altını çizmek lazım. Bu, Türkiye`de çok karıştırılıyor. "Amerika’da din özgürlüğü"nden örnek verince, "Irak`ı işgal eden Amerika mı, lanet olsun!" cevabını alabiliyorsunuz. Oysa Irak`ın işgalinin liberalizmle bir ilgisi yok, Sovyetler`in Afganistan`ı işgal etmesinin sosyalizmle bir ilgisinin olmadığı gibi. (Bu arada, ABD`deki pek çok "serbest piyasacı" klasik liberal çevrenin Irak işgaline ve genel olarak militarist dış politikaya karşı çıktığını da belirteyim.)

Öte yandan çevre felaketleri, açlık, fakirlik gibi sorunların da liberalizmle doğrudan ilgisi yok. Çevre sorunlarına yol açan şey "sanayi"dir. Sanayi, sosyalist veya faşist ülkelerde de çevreyi kirletir. Açlığın ve fakirliğin liberal ekonomi yüzünden değil, bilakis ona dâhil olamayış yüzünden yaygın olduğunu öne sürmek mümkündür. Kapılarını "küresel sermaye"ye sonuna kadar açan Güney Kore mi daha iyi durumda, yoksa kendisini bu "sömürü düzeni"nden koruyan Kuzey Kore mi, karşılaştırın. 

"Sosyal adaletten" kasıt, "devlet eliyle maddi eşitlik yaratılması" ise, bu elbette liberalizmle çelişkilidir. Ama zaten kanımca İslamiyet`le de çelişir. İslam geleneğinde toplumdaki ihtiyaç sahiplerine yardım, temel olarak "vakıf"lar, yani sivil toplum tarafından yürütülmüştür. Cumhuriyet döneminde tüm bu vakıfların devlet tarafından gasp edilmesi, ne yazık ki bu geleneği bize unutturdu, pek çok İslamcımız da "sosyal adalet" peşinde sosyalist oldu.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder