Popüler Yayınlar

9 Mart 2013 Cumartesi

NİYET VE AMEL - DR. M. Selim ARIK

Niyet, bir kasd ve teveccüh, bir azim ve şuur olmakla birlikte, kişinin bir işi yapmaya karar verip, kalbinde o işi neden yapacağı düşüncesinin belirmesidir. Niyet sâyesinde insan, nereye yöneldiğini ve ne istediğini bilme şuuruna ulaşır.

Niyet, insanın iyiliklerine ve kötülüklerine bakan yönüyle oldukça ehemmiyet arzetmektedir. Bu açıdan niyet, bir iksir ve şifa olabileceği gibi, davranışların semere ve neticelerini alıp götüren bir tufan ve bir kasırga şekline de dönüşebilir. Kulun elde ettiği sevaplar, ya kalbiyle ya diliyle ya da cevahiri (uzuvları) iledir. Niyetin makamı ise kalptir.

Dolayısıyla kalpteki niyet sevapların başında gelir. Çünkü niyet tüm ibadetlerde gerekli olduğu gibi, bazen de o olmadan ibadetler gerçekleşemez. Özellikle teyemmümde niyetin farz olması, hadesin izalesinin toprakla değil, niyetle gerçekleştiğini göstermektedir. Bir hadiste şöyle buyrulmaktadır: “İnsanın bünyesinde bir et parçası vardır. Eğer o salah bulursa bütün ceset salah bulur; eğer o bozulursa bütün ceset bozulur. Dikkat edin o, kalptir.”1 Şu halde insandaki kalb safiyeti çok önemlidir.

Bir gün Davud (a.s.) Hz. Lokman’dan bir koyun kesip en iyi yerinden iki parça getirmesini istemiş. Hz. Lokman da kestiği hayvanın “dilini ve kalbini” getirmişti. Birkaç gün sonra Dâvud (a.s.) bu defa hayvanın en kötü yerinden iki parça getirmesini isteyince, O yine “dili ve kalbi” getirmiş. Bu defa Davud (a.s) Hz. Lokman’a bunun sebebini sormuş, O da: “Bu iki uzuv iyi olursa bunlardan daha iyisi; kötü olursa bunlardan daha kötüsü olmaz” şeklinde cevap vermiştir.2

Bir düşüncenin ve hareketin iyilik olarak değerlendirilmesi için onu yapmaya niyet etmek şarttır. Şayet insan düşünüp yapmaya niyet ettiği o güzel hareketi yapacak olursa, bu takdirde mükâfâtı on mislinden başlar, 700 misline kadar çıkar.3 Ancak nice dağ büyüklüğünde himmet ve gayretler de vardır ki, kötü niyet yüzünden semeresiz ve güdük kalmaktadır.

Mesela Huneyn gazasında müslümanların safında herkesin dikkatini çekerek, takdirini celbedecek kadar kahramanca savaşan Kuzman, pek çok müşriği öldürmesine rağmen aldığı bir yaradan dolayı intihar etmişti. Bunun üzerine Peygamberimiz: “İnsanlardan bazıları vardır ki, halkın görüşüne göre cennet ehline yaraşan hayırlı işler yaparlar. Halbuki onlar o işlerini yaparken taşıdıkları niyetleri sebebiyle cehennemliktir”4 buyurmuşlardır.

Rivayet edilir ki sahâbîlerden biri, Ümmü Kays adlı bir hanımla evlenmek ister. Fakat Ümmü Kays Medine’ye hicret etmeyi düşündüğünden, bu kişiye, niyeti ciddî ise Medine’ye hicret etmesini ve orada evlenmeyi teklif eder. Bunun üzerine o kişi Ümmü Kays’la evlenmek arzusuyla Medine’ye mecburen hicret etmek zorunda kalır.

Bu durumu bilen sahâbîler, Ümmü Kays’ın muhâciri anlamında o kişiye “Muhâciru Ümmü Kays” diye isim vermişlerdir. İşte o zaman Peygamber Efendimiz: “Ameller niyete göredir. Herkesin niyeti ne ise eline geçecek de ancak odur”5 buyurarak, herkesin niyetine göre sevap kazanacağını belirtmişlerdir.

Demek ki, Yaradanı hoşnud etmek yolunda insan, hem işlediği şeyler, hem de terk ettiği şeylerle yükselir ve «ahsen-i takvîm»e mazhar olur. O’nun hoşnutluğu dışındaki ameller ise hiçbir işe yaramaz. Nice savaşlarda kahramanlık göstermelerine karşılık, ölüp gayyaya yuvarlananlar olduğu gibi, samimi bir imanla şehit olup hiç ibadeti olmadan cennetlere gidenler de bulunmaktadır.

Amr b. Sâbit, Uhud günü iman edip, silahını kuşanarak namaz kılmaya vakit bulamadan savaş meydanına gitmiş ve orada şehit olmuştur. Peygamberimiz onun hakkında: “Az amel işledi, fakat çok kazandı”6 buyurarak, samimi bir iman ve niyetin karşılığının Allah katındaki değerini haber vermiştir.
Peygamberimiz (s.a.v) “Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır.

Münafığın ameli de niyetinden hayırlıdır.”7 buyurarak, mü’min kişi ne kadar gayret ederse etsin, niyetindeki sevabı ameli ile yakalayamayacağına işaret etmektedir. Böylece mü’minin niyetinin ona kazandırdığı sevaplar, yapamadıklarından daha fazla olmaktadır. Yoksa bu müjde tembellikten dolayı niyetini amele çevirmeyenler için geçerli değildir. İşte bu yönüyle mü’minin samimi niyeti amelinden hayırlıdır. Münafıklarda ise tam tersinedir. Niyeti gösteriş de olsa yaptığı veya vesile olduğu güzel işlerden sevap alamasa da insanlar onlardan istifade edebilir. Bu durumda onun da ameli niyetinden hayırlıdır.

Niyet, bu mahdut ve muvakkat dünya hayatında, sınırsızlığa kapı ve pencere açan esrarlı bir anahtardır. Bu anahtarı güzel kullanan insanlar, dünya ve ahiret saadetinin kapılarını rahatlıkla açabilirler. Zîrâ, günlük, haftalık, aylık vazîfeler, samimiyetle edâ edildikçe, o vazîfelere terettüb eden fazîlet ve sevâb, sadece vazifenin edâ edildiği zamana münhasır kalmayacaktır. Böylece bütün bir hayatın sâniye ve dakikaları bereketlenecektir.

Cihâda hâzır bir asker, fiilen cihâdda bulunmadığı zamanlarda dahî, mücahidlerin hissesine düşen sevâbı alacak, kışlada nöbet saatinin gelmesini bekleyen bir er de, nöbet bekliyor gibi hasenâtı elde edecektir. İşte bu sırdandır ki, inanan insan, muvakkat bir hayatta ebedi saadet ve ölümsüzlüğe erdiği gibi; inkâr eden insan da ebedî şekâvet ve talihsizliğe düşecektir.

Yoksa zâhiri adâletin iktizâsına göre, herkes kendi ibâdet ve fazîleti kadar lütûf ve ihsâna veya rezâlet ve denâeti miktarınca, kahır ve azâba dûçâr olması uygun düşerdi. O da, iyilerin cennette kalacakları sürenin, iyi insan olarak yaşadıkları süre kadar, kötülerin de cehennemde kalacakları sürenin, kötülükleri kadar olmasını gerektirecekti. Halbuki, bitmeyen bir saâdet veya tükenip yok olmayan bir azâb insanın niyeti sebebiyle tahakkuk etmektedir. Demek ki ebedî iman ve istikâmet düşüncesi, ebedî saâdete vesile olacağı gibi, ebedî küfran ve inhiraf düşüncesi de, ebedî talihsizlik neticesini vermektedir.

Aslında şeytan, kötülüğü telkin etmesiyle insanın bir kısım istidat ve kabiliyetlerini inkişaf ettirmesine de hizmet etmektedir. Ancak bu hizmetler mikroplara karşı vücudun teyakkuza geçmesi (antibiyotik) gibi düşünülmelidir. Şeytan haramlara ve günahlara karşı insanı teşvik ederken, insanın gaflete düşmemesi, haramlara yaklaşmaması kişinin Allah ile olan irtibatına bağlıdır.

Allah ile irtibatı kuvvetli olan mü’min şeytandan uzak olur. Zira şeytan, bu güzîde insanları, mücâhede ve mücâdeleye sevk edip, onlara pâyeler kazandırmasına mukâbil, kendisi için hiçbir mükâfat elde edememektedir. Çünkü o, yaptığı bu şeyleri, Hak dostları yücelsin diye yapmıyor. Bilakis, onları günahlara sokmak ve yıkmak için yapıyor. Demek ki, şeytanın hem niyeti bozuk, hem de ameli.

Netice itibariyle niyet mü’minin hayatında herşeydir. Sınırlı bir dünya hayatında, ebedî saadete bakan bütün kapı ve pencereleri açan niyet olduğu gibi, ebedî talihsizliği ve ebedî hüsrânı hazırlayan da odur. Dolayısıyla dünyevi ve uhrevi amellerimizin, fiillerimizin ve düşüncelerimizin karşılığını sevap ve mükâfat olarak bulmak istiyorsak, yaptığımız tüm işlerde mutlaka samimi, ihlaslı ve iyi niyetli olmalıyız.

Dipnotlar: 

1 Buhârî, İman, 39.

2 Bkz. Zemahşerî, Keşşâf an hakâiki’t-tenzil, Beyrut, trs. III, 231

3 Bkz. Buhari, Rikak, 31.

4 Müslim, İman, 179.

5 Buhârî, Bedü’l-vahyi, 1.

6 Buhârî, Cihad, 13; Ebû Dâvûd, Cihad, 39.

7 Suyûtî, Fethu’l-Kebîr, III, 265. (Taberânî’den)


www.altinoluk.com © 2011 - Ocak, Sayı: 299, Sayfa: 016

http://dergi.altinoluk.com/index.php?sayfa=yazarlar&yazar_no=988&MakaleNo=d299s016m1&AdBasHarf=M&limit=0-15                            internet sayfasından alınmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder