Popüler Yayınlar

9 Mart 2013 Cumartesi

KIRILAN KAVRAM ÇERÇEVELERİ - Yusuf ALAN


Kararlar, kıstaslar kullanılarak verilir. Karşılaştığımız meseleleri çözmek için elimizde mutlaka bir ölçütün bulunması gereklidir. Aksi takdirde, metresini kaybetmiş bir ustadan farkımız kalmaz.
Hergün yüzlerce kavram zihnimizi meşgul eder, kalbimize misafir olur. 

Bu kavramlar zihnimizde, her zaman farkında olmasak da, birer ölçüt haline gelmişlerdir. İşte biz, bu “birim değerleri” kullanarak düşünürüz. Kavramlardaki kaypaklıklar hatalı metre misali, hep hatalı sonuç verir. Eğer salim bir kafaya, tutarlı bir düşünce sistemine sahip olmak istiyorsak, herşeyden önce sağlam kavram çerçeveleri oluşturmamız gerekmektedir. Meselenin önemini vurgulamak için bazı kavramlardan bahsetmek istiyoruz:

TESADÜF – TEVAFUK
 
“Ne garip tesadüf! Kırk yıl düşünsem onunla karşılaşacağım aklıma gelmezdi!”
 
Bu tür cümlelerle hergün karşılaşmamız ne garip tevafuk! “Tesadüf” cehalet kokan bir kelime.
Hadiselerin bilinemeyeceğini, herşeyin kendi kendine olup bittiğini ima ederek kolayca yapıştırılan bir yafta. 
Hâlbuki insan-hayat-kâinat sacayağının üstünde kaynayan hadiselerde tesadüfün yeri yoktur. “Tesadüf”, Yaratıcı’dan gafil olma sonucu ifade edilen bir şaşkınlıktır. 

Madem Allah var ve madem sonsuz ilmi herşeyi kuşatmıştır, o halde kâinatta tesadüf olamaz. Olup biten herşey hikmet dolu, kader programıyla düzenlenen, üzerinde kudret elinin her an görüldüğü hadiselerdir. Bunlar içinde rastladığımız garip “birliktelikler” ise birer “tesadüf” veya “rastlantı” değil, “tevafuk” tur.

FUNDAMENTALİST DİNCİ (KÖKTENCİ) TUTUCU – GERİCİ
 
Kızılderililerin “dağ balığı” hikâyesini duymuşsunuzdur. Geyik avlamanın yasak olduğu bir Kızılderili kabilesinde insanlar sadece balık avlayabilirlermiş. Birgün balıklar tükenmiş. Geyik avlamak için bir çare düşünmüşler. Sonunda bunlara “geyik” değil, “dağ balığı” diyelim demişler.

Psikologlar, sosyolog ve dilbilimcilerle ortaklaşa çalışan batılı strateji uzmanları ve onların ülkemizdeki uzantıları, saf halkımızı avlamak için bu tür metotları oldukça sık kullanmaktadır. Himmeti milleti olan, nesillerin kokuşmaması için gece gündüz didinen, fedakâr, hasbi, diğergam “Müslüman” ve “mü’min”lere; “Müslüman” ve “mü’min” dedikçe hedeflerine ulaşamayacaklarını çok iyi bilen bu uzmanlar, insanların zihinlerindeki imajları, kavram çerçevelerini değiştirmeye çalışmaktadır. 

Müslümanlara “dinci”, “fundamentalist”, “tutucu”, “gerici” gibi etiketler yapıştırarak bu samimi insanları adeta birer “öcü” gibi göstermeyi başarmışlardır. Fakat herşeye rağmen, gerçek faziletin ne olduğunu yaşayarak gösteren bu insanların, hiç de onların tarifine uymadığı görülmekte, o dessasların mumları ise birer birer sönmektedir.

Burada, batıda çok fazla kullanılan “fundamentalizm” kavramı üzerinde biraz daha durmak istiyoruz. Bu kavramın Oxford İngilizce Sözlüğü’ndeki tarifi şu şekildedir:
“Herhangi bir dinin, özellikle İslam’ın, eski veya köktenci doktrinlerine sıkı sıkı sarılma”
 
Batıda bu kavramın, “fanatiklik” (fanatism) “aşırılık” (extremism) ve “tutuculuk” (conservatism) gibi kavramlarla özdeşleştirilmesi ve “mücahidin”, (mujaheden) “intifada” (intifadah) gibi ifadelerle bir “terörizm”i çağrıştıracak şekilde kullanılması batının emellerini ve bize bu nereden geldiğini açıkça göstermektedir.

AŞIRILIK
 
İyilik, güzellik, doğruluk, fazilet, ahlak gibi konularda aşırılık, menfi bir durum mudur acaba? Yani bu konularda aşırılığa gitmek olumsuz neticeler doğurabilir mi? Cevabı malum olduğuna göre, mayası iyilik, doğruluk, fedakârlık, takva gibi faziletlerle dolu olan dinde aşırılık ne demektir? Aşırılık lafları, olsa olsa, suçluluk psikolojisiyle kıvranan insanların, etraflarında melekler gibi dolaşan müttakileri gördükçe sarfettikleri yakıştırmalardır.

SONSUZA KADAR
 
“Pamukkale sonsuza kadar beyaz kalacak.” Bu cümle mübalağa sanatına güzel bir misaldir.
Dünyanın sonsuza kadar ayakta kalamayacağı belki bu sözü söyleyenler tarafından da biliniyordur; fakat sadece dikkat çekmek için imanı zedeleyici ifham ihsas ve ima eden bu tür kalıpları kullanmak, bizim için bir nezaketsizliktir. “Sonsuza kadar devam edecek olan dünyalar”, “ilelebed hüküm sürecek olan izmler”, “ebedi istirahatine çekilen müteveffalar”,ahireti unutan insanlardan sadır olan ifadeler sanki.

YARATMAK
 
İnsan, ancak insana has işler yapabilir. Nasıl onun görmesi, işitmesi, hissetmesi, bilmesi ve kudreti sınırlıysa keşfedip icad ettiği şeyler de sınırlıdır. İşte bu noktada, artık insanlarda pelesenk haline gelmiş “yaratmak” kelimesinin gerçek manasının dışında kullanıldığı açıktır. Çünkü yaratmak iki türlüdür. Birisi yoktan yaratmak, diğeri de mevcut şeyleri kullanarak yeni bir şey inşa ve icad etmek. 

Birinci tür yaratma konusunda, kimse insanların böyle bir şey yapabildiğini iddia edemez. Ancak ikinci tür yaratma konusunda, birçok insanın, çoğu zaman koltukları kabararak, bu kelimeyi kullandığı görülmektedir. Hâlbuki bu tür yaratmada da insanın fiilini Allah’ın fiiliyle karşılaştırmak imkânsızdır. Zira Allah, yarattığı kanat kiliminin bir yerinde, her an yeni bir desen dokuyuverir. 

Böyle bir desene sahip olabileceğini iddia eden bir insan, o kilime ve tezgâha da sahip olması gerektiğini unutmamalıdır. Zaten insanın iradesi ortadadır. Kendisine ait olduğunu iddia ettiği en basit fiiller olan yeme ve içme gibi-şeylerde bile yaptığı, önüne geleni alıp ağzına götürmekten ibarettir. Bundan öncesi ve sonrası onun iradesi dışındadır. 

Şu halde insanın kendini unutarak, orijinal şeyler ortaya koymak bahanesiyle başı dönüp “ben yaptım”, “yarattım” gibi hezeyanlar sayıklaması, ancak onun Firavunlaşan nefsinin bir desisesidir. İşte bu yüzden günümüzde bilhassa, bilgisayar programlan, bilgisayar oyunları ve belli sanat dallarında “yaratma” furyasının arkasında yatan niyetleri iyi düşünmek gerekir. 

“Ben bu kelimeyi mecazi anlamda kullanıyorum” diyenler ise tıpkı gıybet edenler gibidir. Gıybet eden, doğruyu söylemekle gıybet eder, yalan söylese iftira olur. Yaratmak kelimesini mecazi anlamda kullandığını söyleyenler doğru söylemektedirler, zaten bu anlamın dışında kullansalar imani açıdan büyük bir vartaya düşer.

OBJEKTİFLİK SÜBJEKTİFLİK TARAFSIZLIK
 
İnsan mutlak manada objektif ve tarafsız olamaz. Çünkü objektiflik ve tarafsızlık kıstasları insandan insana değişmektedir. Zira her bir insanın hayatı boyunca elde ettiği bilgi ve tecrübe birikimi, zihninde kendine özgü değer yargıları oluşturma eğilimindedir. 

Eğer insanlar sınırlı akıllarını yönlendirecek olan “vahy” in emirlerine kulak vermezlerse “kafaları” sayısınca hükümlere varmak muhtemeldir. Bu kafalardaki “objektiflik” ve “tarafsızlık” anlayışı da elbette değişik olacaktır. Kendisine göre tutarlı referanslardan hareket ederek birtakım hükümlere varan bir insana göre, kendi düşünceleri çok objektiftir ve kendisi kesinlikle tarafsızdır! 

Fakat, benzer şekilde, nasslardan (Kur’anî esaslardan) hareket ederek bazı hükümlere varan bir başkası ise ona göre sübjektiftir. Mesela evrime inanan bir insan, etrafına objektiflik masalları anlatabilir. Oysa böyle bir evrimcinin “yaratılışa” anlamsız damgasını vurması, onun ne kadar sübjektif olduğuna en büyük delildir. O halde “objektiflik”, “bilimsellik” gibi kalkanların arkasına sığınıp kendilerine göre hükümler veren insanlara aldanmamak gerekir. Unutulmamalıdır ki “tarafsızlık, karşı tarafı savunmaktan başka bir şey değildir”.

BANA GÖRE
 
“Bana göre” tabiri, insana kısırlık, neticesizlik ve keşmekeş çağrıştırıyor. “Bana göre bu şey doğru” diyen insan unutmamalıdır ki bu şey başkasına göre yanlış olabilir. O halde herkesin “bana göre” dediği bir toplumda ortak noktalar asgariye iner. Ortak noktalar olmadan da aksiyon olmaz. Eğer yol almak istiyorsak “beni bırakmalı “biz” i bulmalıyız. “Bana göre”ler unutulmalı, “Sönmeyen, pörsümeyen hakikatlere göre” denmeli.

Misal olarak bahsettiğimiz bu kavramların, dünya görüşümüzde ne kadar önemli bir yere sahip olduğu açıkça görülmektedir. “insanlarımız, birçok meseleyi anlamak hususunda şaşkına dönmüşse bu, onlara kendi değer hükümlerinin unutturulmuş olmasındandır. Hadiseye kendi ölçülerimiz perspektifinden bakmayı başardığımızda, zihnimizin de aydınlandığını, karmaşıklıktan kurtulduğunu farkedeceğiz”

Şu nokta unutulmamalıdır; kullandığımız dil, düşünce sistemimizi, dünyaya bakış açımızı, eşya ve hadiselere karşı davranışlarımızı, kısacası hayatımızı etkilemektedir. Hayatımızın düzene girmesi için önce zihnimizdeki kırık kavram çerçevelerini tamir etmemiz gereklidir. Bu da ancak dupduru zihin ve tertemiz kalplerden süzülen eserleri okuyup yaşamakla olur.

Kaynaklar
 
1) Attas, S. N. (1989). Modern Çağ ve İslami Düşünüşün Problemleri, İstanbul, İnsan Yayınları

2) Özdenören, R. (1988). Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler. İstanbul, Risale Yayınları 

3) Palmer, E. (1992), ‘İslamıc Fundamentalism’, Al-Balaagh. Vol 17,

http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/kirilan-kavram-cerceveleri.html  internet sayfasından alınmı


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder