Popüler Yayınlar

9 Mayıs 2013 Perşembe

Anayasa yapımında oydaşmacı ve çatışmacı yöntemler

8 Mayıs 2013


Andrea Bonime-Blanc, İspanya’nın demokrasiye geçiş ve anayasa yapımı süreçlerini incelediği eserinde (Spain’s Transition to Democracy: The Politics of Constitution-Making, Boulder, 1987) oydaşmacı (consensual) ve çatışmacı (dissensual) anayasa yapımı yöntemleri ayrımını yapmaktadır.

Uzlaşmacı da denilebilecek oydaşmacı yöntemin özelliği, sürecin çok büyük ölçüde partiler-arası müzakere ve uzlaşmalarla yürütülmesi ve sonuçta kabul edilen anayasanın toplumun büyük çoğunluğunun mutabakatına dayanmasıdır.

Çatışmacı yöntemde ise anayasayı yapan kurucu meclis veya yasama meclisinin tek bir parti veya partiler blokunun hâkimiyetinde olması ve bu cephenin, karşıtlarıyla ciddi bir müzakere ve uzlaşma ihtiyacı duymaksızın kendi anayasal tercihlerini dayatması söz konusudur.

Yazar, oydaşmacı yöntemin örnekleri olarak 1948 İtalya ve eserin ana konusunu oluşturan 1978 İspanya anayasalarını; çatışmacı yöntemin örnekleri olarak da, 1946 Fransa ve 1976 Portekiz anayasalarını göstermektedir.

Çatışmacı yöntemin daha yeni bir örneği de, AB ve Avrupa Konseyi çevrelerinin ciddi eleştirileriyle karşılaşmış olan 2012 Macaristan anayasasıdır.

İtalya’da 1946 yılında seçilen Kurucu Meclis’e üç büyük parti (Hıristiyan Demokratlar, Sosyalistler ve Komünistler) hâkimdi. Hıristiyan Demokratların en güçlü parti olmalarına karşılık, sol sandalyelerin toplamı, Hıristiyan Demokratlarınkinden fazlaydı.

Öte yandan, merkez konumundaki Hıristiyan Demokratlar genellikle bütün muhafazakâr ve ılımlı küçük partileri kendi etrafında birleştirebiliyorlardı.

Bu iki bloklu yapıya rağmen, bloklardan hiçbiri anayasa yapımı sürecine tek başına hâkim olmamış, süreç müzakereci ve oydaşmacı biçimde işleyerek partilerin büyük çoğunluğunun desteklediği bir metne ulaşılmıştır.

Bir İtalyan yazarın (Gianfranco Pasquino) ifade ettiği gibi, “bu işbirliği dönemi o kadar önemli, sonuçları da o kadar ünlüydü ki, bugüne kadar Komünistler, anayasayı birlikte yapmış olmaları dışında, Hıristiyan Demokratlarla pek az ortak yönleri olduğunu vurgulaya gelmişlerdir.”

Benzer şekilde, Franco sonrası İspanya anayasa yapımı sürecine de oydaşmacı bir ruh hâkim olmuştur. 1977 yılındaki ilk serbest seçimlerle oluşan yasama meclisinde (Cortes) merkez-sağ UCD oyların yüzde 34,7’si ile sandalyelerin yüzde 47,1’ine, Sosyalist Parti de oyların yüzde 29,2’siyle sandalyelerin yüzde 33,7’sine sahip olmuştur.

Komünistler yüzde 9,3, Franco geçmişiyle bağlantılı AP de yüzde 8,5 oy almıştır. Seçim sonuçları, anayasa yapımında sağcı bir UCD-AP koalisyonunu mümkün kılmış olmakla birlikte, UCD bu yola nadiren başvurmuştur.

Yoğun ve bazen de gizli müzakereler yoluyla sol ve sağ partiler arasında temel anayasa sorunlarının çoğu üzerinde uzlaşma sağlanmıştır.

Nitekim anayasa yasama meclisinde sadece birkaç AP ve BASK milletvekilinin aleyhte veya çekimser oylarıyla hemen hemen ittifakla kabul edilmiş, 6 Aralık 1978 referandumunda da yüzde 87,87 gibi çok yüksek bir çoğunlukla onaylanmıştır.

Çatışmacı yöntemin örnekleri olarak da, 1946 Fransa ve 1976 Portekiz anayasaları zikredilebilir. Fransa Kurucu Meclisi’ne, birçok önemli anayasal sorun üzerinde oydaşma sağlayamayan üç güçlü, disiplinli ve ideolojik parti (Komünistler, Sosyalistler ve Hıristiyan Demokrat eğilimli MRP) hâkimdi.

Sonuçta kabul edilen ilk metin, referandumda reddedildi, ikincisi de ancak küçük bir çoğunlukla kabul edildi.

Salazar-sonrası Portekiz’deki anayasa yapımı süreci de, benzer çatışmacı özellikler göstermiştir. Kurucu Meclis’te sol partilerin (Sosyalistler ve Komünistler) açık bir çoğunluğu vardı.

Ayrıca, radikal solcu subayların oluşturduğu “Silahlı Kuvvetler Birliği” (AFU) anayasa yapımı süreci üzerinde büyük bir etki sahibiydi. Sol blok, merkez konumdaki ikinci büyük parti olan Halkın Demokratik Partisi ile bir işbirliği aramamıştır.

Sonuçta ortaya çıkan metin, bir yandan “sınıfsız toplum”, “sosyalizme geçiş”, “işçi sınıflarının iktidarı” gibi aşırı sol ideolojik sloganları içinde barındıran, öte yandan da silahlı kuvvetlere 1982 Türkiye anayasasını dahi aratacak derecede güçlü vesayet yetkileri veren dayatmacı bir metin olmuştur.

Anayasa yapımı süreci ile, oluşan demokratik rejimin istikrarı ve uzun ömürlülüğü arasında yakın bir ilişkinin bulunduğu açıktır.

Çatışmacı üslupla kabul edilen 1946 Dördüncü Cumhuriyet Fransa Anayasası ancak on iki yıl yaşayabilmiş; Portekiz ise ancak askerî vesayet mekanizmalarını ve ideolojik sol hükümleri tasfiye eden geniş çaplı 1982 ve 1989 anayasa revizyonları ile normal bir demokratik rejime kavuşmuştur.

Öte yandan İtalya’da 1948 Anayasası, zaman zaman görülen hükümet krizlerine rağmen, günümüze kadar ayakta kalmış; oydaşmacı yöntemin en mükemmel örneklerinden biri sayılabilecek 1978 İspanya Anayasası da, Avrupa’nın en istikrarlı demokrasilerinden birini oluşturmuştur.

Türkiye’de askerî müdahalelerin başlattığı ve etkili olduğu 1961 ve 1982 anayasaları yapım süreçlerinin, demokratik anayasa yapım süreçleri olarak nitelendirilmesine elbette imkân yoktur.

Buna karşılık, 1982 Anayasası’nın otoriter, yasakçı ve vesayetçi hükümleri, 1983-sonrası dönemde siyasi partileri, anayasa değişikliklerinde daha uzlaşmacı ve oydaşmacı yöntemler aramaya sevk etmiştir.

1993, 1995, 2001, 2002 ve 2004 anayasa değişiklikleri, çok büyük ölçüde partiler-arası müzakere ve uzlaşmalar yoluyla gerçekleşmiş ve TBMM’de güçlü çoğunluklarca kabul edilmiştir. Özellikle 1995 ve 2001 değişiklikleri, partiler arasında uzun müzakereleri ve uyum komisyonu çalışmalarını izlemiştir.

Siyasal kutuplaşmanın yoğunlaştığı 2007 anayasa krizinden itibaren bu tablonun değiştiği görülmektedir. Ünlü 367 krizi ve Anayasa Mahkemesi’nin bu konudaki talihsiz kararı, cumhurbaşkanının halkça seçilmesi yolundaki bir anayasa değişikliğini gündeme getirmiş, ancak anamuhalefet partisi CHP buna şiddetle karşı çıkmıştır.

Cumhurbaşkanı Sezer’in halkoylamasına sunduğu değişiklik, bir dizi “anayasa savaşı”ndan sonra, 21 Ekim 2007 referandumunda yüzde 68,95’lik bir çoğunlukla kabul edilmiştir.

Benzer şekilde, 2010 anayasa değişikliği paketinin bazı hükümleri muhalefet partilerinin (CHP ve MHP) şiddetli eleştirileri ile karşılaşmış, anayasa gereği zorunlu halkoylamasına sunulan metin, 12 Eylül 2010 tarihinde yüzde 58’lik bir çoğunlukla onaylanarak yürürlüğe girmiştir.

2011 milletvekili seçimlerinden sonra, TBMM’de temsil edilen dört siyasi partinin yeni bir anayasa yapımı üzerinde anlaşması ve bu amaçla bir Anayasa Uzlaşma Komisyonu kurmuş olması, geniş çevrelerde oydaşmacı yöntemlerle bir anayasa yapılabileceği ümidini uyandırmıştır.

Gerçekten bu kararlılık, uzun yıllardan beri süregelen, tümüyle yeni bir anayasanın olağan yasama meclisi tarafından değil, ancak bu amaçla kurulmuş özel bir kurucu meclis tarafından yapılabileceği yönündeki itirazların da geride bırakılması anlamını taşımaktadır.

Hatta bu itirazların daha uç ve tümüyle anlamsız bir versiyonu, yeni bir anayasanın ancak anayasal sistemde darbe, ihtilal, iç savaş gibi bir kesintinin ortaya çıkması halinde ve bir hukuk boşluğunda yapılabileceği yönündeki görüşlerdir. Bütün bu gereksiz tartışmaların geride kalmış olması, şüphesiz olumlu bir adımdır.

Öte yandan, Uzlaşma Komisyonu’nun kuruluşunda kabul edilen oybirliği zorunluluğu, Komisyon çalışmalarının olumlu bir sonuca ulaşmasını neredeyse imkânsız kılmıştır.

Bir buçuk yıldan beri süren çalışmalar sonucunda ancak 40 civarında madde üzerinde mutabakat sağlanabilmiş, esas ihtilaf konusu olan birçok temel sorun üzerinde ise mutabakat sağlanamamış olması, bunun kanıtıdır.

Çalışmalar devam ederken AK Parti’nin ileri sürdüğü başkanlık sistemi önerisi, üzerinde oybirliği sağlanması mümkün görünmeyen sorunlar listesine bir yenisini eklemiştir.

Bu durum, oydaşmacı yöntemle bir anayasanın kabulünün görünür gelecekte mümkün olmadığını göstermektedir.

Milletvekili sayısı itibarıyla süreçte belirleyici rolü olan AK Parti’nin ise asgari anayasa değişikliği çoğunluğunu sağlayabilmek için başka bir partinin desteğine ihtiyacı vardır. Şu anda böyle bir ittifaka en yakın parti olarak BDP görünmektedir.

Ancak bu ittifakın gerçekleşmesi de çok kolay olmayabilir. BDP, başkanlık sistemini tartışmayı kategorik olarak reddetmemekle birlikte, bunun AK Parti tarafından önerilen “Türk usulü” versiyonuna karşı olduğunu sözcüleri vasıtasıyla ifade etmiştir.

Öte yandan AK Parti’nin, BDP’nin bütün taleplerini karşılamaya hazır olup olmadığı da kuşkuludur. AK Parti, bu yönde adım atarken, kendi seçmen tabanındaki milliyetçi eğilimleri de kolayca göz ardı edemez.

Buna karşılık, anayasada Kürt sorununa ilişkin hiçbir ciddi iyileştirici düzenleme yapılmaması da, barışçı çözüm sürecine büyük zarar verecek, belki de bu sürecin akamete uğramasına yol açacaktır.

En iyi ihtimalle, AK Parti-BDP işbirliği, makul bir orta yol üzerinde uzlaşmayla sonuçlansa dahi, böyle bir metnin gerek TBMM’de gerek halkoylamasında ancak dar çoğunluklarla kabul edileceği tahmin edilebilir.

İki muhalefet partisinin böyle bir metne şiddetle karşı çıkmaları, bu konudaki tartışmaların aşırı derecede kutuplaştırıcı ve çatışmacı olacağını göstermektedir.

Böyle çatışmacı bir ortamda da, çoğunluklarla kabul edilen bir anayasanın, Türkiye’deki anayasa tartışmalarını sona erdirmeyeceği, aksine bunu daha da yoğunlaştıracağı açıktır.

Yukarıda değindiğimiz örnekler, çatışmacı yöntemlerle kabul edilen anayasaların uzun ömürlü olmadıklarını ve istikrarlı demokrasiler yaratmadıklarını ortaya koymaktadır.

Bu sakıncaları bertaraf edecek daha oydaşmacı bir yöntemin hâlâ mümkün olup olmadığını, başka bir yazımda ele almayı ümit ediyorum.

*Prof. Dr., İstanbul Şehir Üniversitesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder