Popüler Yayınlar

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Şerafettin Ağabey'in Ardından

Şerafettin Ağabey'in Ardından

Dile kolay; kendisini tanıyalı 33 sene olmuş. Sızıntı’nın ilk sayısıyla alâkalı toplantılarda İzmir dışında olduğum için bulunamamıştım.

Derginin ikinci sayısı için toplantı yapılacaktı; bu toplantıya elinin kalem tutması muhtemel herkes (öğretmen, asistan, memur…) çağrılmıştı.

Derginin hedeflediği formatta yazı kaleme almak zor bir uğraştı.

Fakat yazı yazmanın dışında bir sürecin daha bulunduğunu ve bunun yazı yazmaktan da meşakkatli olduğunu işin içine girince gördük.

Şimdi daha iyi anlıyorum ki, Allah her işe, uygun fıtratta birisini istihdam ediyor.

Hocaefendi de Şerafettin Ağabey’in hâl ve hareketlerinden mizacını okuduğundan, sebepler plânında bu istihdamı tamamlamıştı.

O, vakarı ve sabırlı hâli ile hemen dikkati çekiyordu. Onun dergideki vazifesi âdeta baştan belirlenmişti.


Bizler yazı yazma ve tashih dışındaki işlere (uzun takip gerektiren kapak resimleri, kâğıt tedariki, dizgi, mizanpaj, baskı ve abone) çok fazla yanaşmazken, o bütün bu süreçlerde öne çıktı.

Hocaefendi de ondaki sabrı ve iş takibindeki mahareti gördüğü için işleri onun idaresine bıraktı.

Doktor Kudret Ağabey, bilhassa resim ve sayfa düzeni gibi hususlarda estetik zevkiyle Şerafettin Ağabey’e yardımcı oluyordu.

Başyazılar istenmeye gidildiğinde, yazı özetlerini sunmada ve seçilen yazıları yerleştirmede Şerafettin Ağabey’in fıtrî edebinin getirdiği az geride durmayı, Kudret Ağabey atılganlığı ile telâfi ediyordu.

Hocaefendi, özetlerde yazılanlar dışında bir bilgiye ihtiyaç duyduğunda da bizler söz alıyorduk.

Bir apartmanın fazla yağmur yağdığında sel basan bodrum katında tek daktiloyla başlayan dergi çıkarma faaliyeti, tamamen Allah’ın lütfuyla bugün yüzlerce kitap neşreden yayınevlerini ve binlerce kitap basan matbaa tesislerini barındıran bir müesseseye dönüşmüşse, bunda da sebepler dairesinde bazı insanlara rol verilmişse, bunların başında Şerafettin Ağabey gelir dersem mübalâğa etmiş olmam.

Enflasyonun çok yüksek olduğu o dönemlerde, zam yapmamak ve dergi maliyetini düşürmek için Hocamız’ın: “Bir yıllık kâğıdı toptan alın…” tavsiyesi, bir müddet sonra bu kâğıdı defter basarak değerlendirmeyi getirdi.

Arkadan takvim ve ajanda basma sürecine girildi. Hem defterlerde hem de takvimlerde asıl gâyemiz ticaret değil, irşad ve tebliğe müteallik mesajımızı uygun bir üslûp ve teknikle sunmaktı.

Şerafettin Ağabey, bütün bu süreçlerde Hocamız ile yazı heyetlerimiz arasında çok önemli vazifeler gördü.

Yazı heyetlerindeki benim gibi aceleci ve çabuk parlayan kişiler yanında, oldukça değişik fıtratlı birçok arkadaşı -birkaç istisna dışında- bir arada tutması, başlı başına bir idarî başarı sayılabilir.

Dergi ve kitaplar çoğalınca, fuarcılık bölümü tesis edildi. Şerafettin Ağabey bu konuda da çok gayret sarf etti.

Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde gezici fuarlar düzenlenmesi için, bu birimdeki arkadaşları teşvik etti.

Bu fuarlarda eserlerimizi gören farklı dünyaların insanlarından alınan müspet intibaları sık sık Hocaefendi’ye aktarıyor, Hocamız’ın sevindiğini görünce de gayretlerini daha da artırıyordu.

Herkesin tahmininin aksine, dergi için hiç yazı yazmadı. Aslında derin bir kalb ve ruh dünyasına sahip olduğu hem gözyaşlarından, hem de yazı tashihlerindeki isabetli tespitlerinden belliydi.

Fakat ne hikmetse, kendini yazı yazma dışındaki yorucu ve çileli süreçlere vakfetti.

Belki de öyle olması gerekiyordu; çünkü yazı yazma işine girseydi, himmeti bölünecek ve diğer işleri gerektiği şekilde yürütemeyecekti.

En çetin süreçler, abone bulmada ve derginin abonelere ulaştırılmasında yaşanıyordu. Bizlerin, çok azına bile maruz kalınca tahammül edemediğimiz tenkitlere o âdeta göğsünü siper ediyordu.

Aksamalarla ilgili tenkitlere, bazı okuyuculardan gelen hakarete varan ağır ithamlara sabırla cevap veriyor; yaşanan problemlere çözümler arıyor; bu arada yaşanan olumsuzluklardan, çalışanların etkilenmemesi için onları dâima teşvik ediyordu.

Fakat bütün bunlarda yaşanan olumsuzlukları hep içine atması onu oldukça yoruyordu. İçe dönük fıtratı, her şeyi içine atarak sinesinde eritme gayreti kanaatimce bedenini oldukça yıpratıyordu.

Tanıdığımdan beri hep birkaç hastalığı vardı; onu hiçbir zaman tam sağlıklı görmedim desem, mübalâğa olmaz:

Böbrek taşlarının henüz dışarıdan kırılmadığı dönemde, ağır bir böbrek ameliyatı geçirdi; midesinden ve bağırsaklarından dâima rahatsızdı; üç-dört defa fıtık, bir defa da safra kesesi ameliyatı oldu;

ağır bir hepatit geçirdi, kulak rahatsızlığına maruz kaldı, şeker hastası oldu, lösemi tedavisi devam ederken, en son böbrekleri harap oldu.

Hastalıklarıyla alâkalı konularda herhalde moral verici konuştuğumdan olsa gerek, benimle sohbeti sever ve istişare ederdi.

İnsan olmamızın gereği, bazen arkadaşlar arasında üzücü hâdiseler yaşanabiliyordu.

Böyle zamanlarda, onu rahatlatma adına; “Ağabey, biraz sert çık, içine atma…” dediğimde, kendi sıkıntısını unutur, beni sakinleştirmeye çalışırdı.

Ancak onun sıkıntıları içine atıp ortamı yumuşatma gayreti, bedeninde ciddi tahribatlar yapıyordu. Tam bir sabır kahramanıydı.

Derginin daha kaliteli ve cazip olması adına, hiçbir fedakârlıktan kaçınmıyor; her hususu Hocamız’a soruyor ve o istikamette çalışmalar yapıyordu; fakat buna rağmen bazı tenkitlerden kurtulamıyordu.

Dergide yapılacak her yenilik, Hocamız’a sorulduktan sonra hayata geçiriliyordu; buna rağmen o, muhtemel bir tenkitle Hocamız yıpranabilir düşüncesiyle, işlerin sorularak yapıldığını söylemiyor, her türlü tenkidi üzerine alıyordu.

“Ağabey, arkadaşlar Hocamız’a saygılıdır, onun söylediklerini kabul ederler, sen niye hep üzerine alıyorsun, ‘Hocam böyle söyledi.’ de rahatla, kendini yıpratıyorsun.” dediğimde, “Olsun, boş ver!” diyordu.

Sonunda ben dayanamayıp arkadaşlara bu hususun Hocamız’a sorulduğunu belirtiyor; “Şerafettin Ağabey sorarken ben de yanındaydım.” diyerek durumu izah ediyordum. Fakat Şerafettin Ağabey yıprandığı ile kalıyordu.

Onun hiç mi hatalı, kusurlu bir tarafı yoktu? Hangimizin yok ki! Hepimiz insanız ve hepimizin birçok kusuru var…

 Ancak onun benden çok çok daha iyi ve sabırlı olduğunu, Sızıntı için hiçbir fedakârlıktan kaçınmadığını söyleyebilirim.

Yazı heyetindeki bütün arkadaşlar kendisine haklarını helâl ettiler. Hepimiz, hakkında hüsn ü şehadette bulunuyoruz ki o, oldukça farklı fıtrat ve kabiliyetteki insanları kavga ettirmeden idare etmesini bilmiştir.

Belki de Muhterem Hocaefendi’nin elinin bereketiyle kurulduğu için, derginin yazı heyeti hiç arızasız bugünlere gelmiştir; ancak Şerafettin Ağabey’in bir vesile olarak bundaki fedakârlık ve gayretlerini unutmak vefasızlık olur. Onu en son, vefatından bir ay kadar önce, Ankara’daki tedavisi sırasında gördüm.

Yurtdışında olduğumdan ve ilân edilmiş programlarım iptal edilemediğinden cenazesinde bulunamadım.

Bu da içime bir dert oldu, kaderin önüne geçilemiyor. Benim ondan bir hak talebim olamaz, inşallah bizlere hakkını helâl etmiştir.

O, Hocamız’ın dediği gibi: “Şerafeddin’di ve Kocaman’dı.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder