Popüler Yayınlar

6 Mayıs 2013 Pazartesi

'İyi polis' artık gerçekten var! - [Yorum - Orhan Kemal Cengiz]


21 Nisan 2009


Bunca yıldır, deyim yerindeyse, polisi "kovalamış" birisi olarak onun pozitif taraflarını söyleme işine giriştiğimde kendimi biraz tuhaf hissettiğimi itiraf etmek durumundayım.

Ama sanırım, ancak böyle yapa yapa, Türkiye'deki siyah-beyaz kültürüne bir son verebileceğiz.

Kendisini devletin cisimleşmiş hali olarak gören kurum, giderek kendi işlerini doğru düzgün bir şekilde yapmanın ne denli önemli olduğunun bilincine vardığı bir noktaya ulaştı.
Uzun yıllardır polisin gerçekleştirdiği insan hakları ihlalleriyle uğraşan ve hatta Türkiye'deki ilk İşkencenin Önlenmesi Grubu'nun kurulmasına ve görevlerini suiistimal eden çok sayıda polisin yargı önüne çıkmasına önayak olmuş bir hukukçu olarak, olumlu olanı, pozitif olanı da dile getirmek benim vicdani bir görevimdir diye düşünüyorum. 

Bunca yıldır, deyim yerindeyse, polisi "kovalamış" birisi olarak onun pozitif taraflarını söyleme işine giriştiğimde kendimi biraz tuhaf hissettiğimi itiraf etmek durumundayım. 


Ama sanırım, ancak böyle yapa yapa, Türkiye'deki siyah-beyaz kültürüne bir son verebileceğiz.

Emniyet güçleri halen daha çok ciddi insan hakları ihlalleri gerçekleştiriyor, bunu bir kenara not edelim... Daha dün Engin Çeber'in başına neler geldi hepimizin malumu. 


Baran Dursun olayı ayrı bir fecaat. Göstericileri acımasızca döven polis imajı, tarihin tozlu raflarına kaldırılmış bir belgesel, bir arşiv görüntüsü falan değil; oldukça taze bir şekilde ortada duruyor. 

Dahası, muhtemeldir ki, bu görüntüler yakında vuku bulacak toplumsal olaylar sırasında tekrar tekrar gözümüzün içine nakşedilecek... 

Ve bu hoyrat ve "ilkel" yan, sadece insan haklarına değil, polisin yaptığı iyi işleri gölgeleyerek kendi kurumuna da zarar veriyor. 

Ne biz toplum olarak bu muameleyi hak ediyoruz, ne de kurumun içinde işlerini layıkıyla yapmaya çalışan görevliler sırtlarında böyle bir kamburu taşımayı hak ediyorlar. 

Ne demek istediğimi açıklamaya bir anekdotla başlayacağım... 

Geçenlerde gazetelerde Ergenekon soruşturmasına ilişkin bir haber vardı. 


İlk bakışta küçük, üzerine konuşmaya değmez bir ayrıntı gibi görünen bu "olay", bana çok şey anlattı. 

Habere göre, İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde görevli, Ergenekon soruşturmasını yürüten polis şefleri soruşturmayı değerlendirmek ve karşılıklı görüş alışverişinde bulunmak üzere bir araya gelip bir toplantı yapıyorlar. Mekân çok ilginç. 

Üç emniyet müdürü, Emniyet Müdürlüğü'nün iki binasını birleştiren köprüde bir araya geliyorlar. Haberleri olsa, Amerikan sinemacılarına ciddi esin kaynağı olacak bir görüntü bu... 

Düşünsenize, emniyet müdürleri makam odalarından çıkıp loş bir köprüde bir araya gelip "strateji" tartışması yapıyorlar. 

Ben burada yüksek bir zekâ seziyorum. Neyle, nasıl bir güçle uğraştığını çok iyi bilen ve yürüttüğü soruşturmanın gereğini yapabilmek için "esneyebilen" bir zihniyet karşımıza çıkıyor. 


Polisin kurumsal zekâsının ne denli geliştiğini, ortaya koyan tek şey bu "ilginç" görüntü değil şüphesiz.

Gerek Ergenekon soruşturması ve keza Atabeyler ve Sauna gibi çetelerle mücadele ederken ortaya koydukları performans benim açımdan oldukça şaşırtıcı. 

Delilden sanığa giden, teknolojinin tüm nimetlerinden faydalanan, karmaşık ilişkileri ve onların arka planını analiz edebilen bir polis yapılanması var önümüzde... 

Bundan 10-20 yıl öncesine kadar polis teşkilatı Ergenekon örgütü gibi bir fenomeni, şu anda olduğu gibi, soruşturacak çapta değildi. Susurluk dönemi polis şeflerini hatırlayın. 


Vatan, millet edebiyatını aklınıza getirin... Nerede bu edebiyat varsa orada işini yapmayan bir memur bulabilirsiniz. Daha düne kadar polis teşkilatı da böyleydi. 

Sürekli hamasi bir dille konuşuyor, ama işini doğru düzgün yapmıyordu. Sonra polisin içinde adı konmamış bir çatışma, bir çekişme başladı. 

Bu yarış vatan-millet edebiyatı yapanlarla, işini dünya standartlarında yapmak isteyenler arasındaydı. 

İşkenceci polisle, araştırmacı polis arasında; bildiği tek delil toplama yöntemi, zanlıyı "öttürmek" olan polisle, işini en az bir FBI ajanı titizliğiyle yapmayı önemseyen polis memurları arasındaydı bu çekişme... 

Polis akademileri ve bu akademilerde görev yapan ufuk sahibi hocalar, öğrencilerine, hamaset dolu ideolojik bir bakış açısı aşılamak yerine polislik mesleğinin gerçekte nasıl yapılacağını öğretmeye başladılar. 

Böylece kendini devletin sahibi değil memuru olarak gören, yaptığı işin öneminin farkında olan, mesleğine saygı ve sevgi duyan bir kuşak yetişmeye başladı. 

Bu kuşakla geleneksel polis alt kültürü içerisinde hareket eden eski kuşaklar arasında ciddi bir çatışma başladı. 

Ama bugün Ergenekon soruşturmasından anlıyoruz ki, yeni kuşak Emniyet teşkilatı içerisinde hatırı sayılır bir ağırlık kazanmaya başlamış durumda... 

Kanımca polisin geçirdiği evrim, kurumlar sosyolojisi çerçevesinde ciddi bir incelemeyi hak ediyor.


Bundan on yıl önce "terörle mücadele" şubelerinden, işkence görmeden birisinin geçmesi neredeyse hayal bile edilemeyecek bir şeydi. 

Bugün, kapalı kapılar ardındaki işkencenin ciddi bir şekilde azaldığını ancak polis şiddetinin sokakta ve gözaltına alma esnasında yaşandığını görüyoruz. 

SİVİLLEŞMEK 


Nasıl oldu da polis bu noktaya geldi? Cevap çok karmaşık değil. Emniyet teşkilatı zaten bir süredir sivilleşmekteydi. 


Kendisini devletin cisimleşmiş hali olarak gören, dolayısıyla da her türlü denetime ve eleştiriye kapalı olan kurum, giderek aslında kendi işlerini doğru düzgün bir şekilde yapmanın ne denli önemli olduğunun bilincine vardığı bir noktaya ulaştı. 

Emniyet belki de AB sürecinin nimetlerinden en fazla yararlanan teşkilat oldu; asker ve yargının reformlar karşısında geliştirdiği olağanüstü dirence karşın polisin ciddi bir şekilde esnediğini ve işini evrensel standartlarda yapmanın önemini kavradığını gözlemledik. 

İnsanlar gibi kurumların da zekâları vardır. Bu "zekâ" düzeyi verili bazı koşullarda ilerlerken, bazı koşul ve durumlarda geriler. 


Hesap verebilirlik, sivil otoriteye tabi olmak, dünyadaki iyi örneklere açık olmak gibi unsurlar hemen daima kurumların zekâsını geliştirirken, ideolojik bir söylemin benimsenmesi, kapalılık, hesap vermekten uzak olma gibi diğer bazı unsurlar da hemen her zaman kurumsal zekânın "donmasına" ve hatta gerilemesine neden olur. 

Bu anlamda "teşkilatın" zekâsı geçmişe kıyasla hatırı sayılır bir ilerlemeye uğramış durumda. 

Polisin geçirdiği dönüşüm, henüz tamamlanmış, bitmiş bir süreç değil. 


Ancak üçüncü dünya ülkelerinde görülecek bir şekilde kaba güç kullanan polis de, sofistike düşünen ve işini layıkıyla yapan polis de aynı teşkilat içerisinde çalışıyor. 

Umarım, teşkilat ilk önce bu "kötü polisten" kurtulmayı başarır ve böylece bir süredir geçirmekte olduğu tekamülün bütün kuruma yayılmasını sağlayabilir. 

O zaman polis teşkilatı Türkiye'deki tüm diğer kurumların evrimi için de bir model oluşturabilecektir. 

21. yüzyılın Türkiye'sinin anahtarı buradadır: Vatan-millet edebiyatını bir kenara bırakmak, kişinin ülkesini sevdiğini göstermesinin en önemli yolunun ona hizmet etmek olduğunu ve bunu yapmanın biricik yolunun da kendi işini doğru dürüst yapmaktan geçtiğini kavramak... 

Bu bilince sahip olan polislere şapka çıkarıyor, darısı öncelikle tüm polis teşkilatının ve nihai olarak da Türkiye'deki tüm kurumların başına diyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder