Popüler Yayınlar

2 Mayıs 2013 Perşembe

Çoğulculuk ve Demokrasi - Kenneth Janda

Kenneth Janda, Illionis eyaletinde bulunan Chicago’daki Northwestern Üniversitesi’nde siyaset bilimi profesörüdür.
Öteki demokrasilerle karşılaştırıldığında, ABD’nin merkezden bir hayli uzaklaştırılmış bir devlet yapısı olduğunu görürüz. ABD anayasasını hazırlayanlar gücü tek bir siyasi kurumun eline vermenin olası tehlikeleri konusunda oldukça ihtiyatlıydılar; bu nedenle otoriteyi bilinçli bir şekilde devletin farklı dalları ve kademeleri arasında dağıtma yoluna gittiler.

Merkezden uzaklaştırılmış Amerikan sistemi, hükümetin çoğunluktaki insanların isteklerine cevap verebilecek yasalar koymasını ya da politikalar benimsemesini öngören katı kuralları olan “çoğunlukçu” demokrasi modeliyle tezat oluşturur.

Demokratik yönetimin Amerikan modeli olan çoğulcu demokrasi, çoğunlukçu modelden daha yararlıdır; bu yararlar da Kurucuların Amerika vizyonunu yansıtmaktadır.. Çoğulcu demokrasi, hükümetin gücünün dağıtılmasını ve otoritenin tek bir merkezde toplanmamasını öngörür. Bu modele göre, devletin otoritesi, çalışanlar-idareciler, çiftçiler-süpermarketler, kömür şirketleri-çevreciler gibi çeşitli grupların yararına olacak şekilde daha çok güç merkezi arasında bölünürse, demokrasi gerçekleşir. Böyle gruplar çoğulcu bir toplumda birbirleriyle yarış içindedir.

Çoğulcu teoride otoritenin dağıtılması devletin aceleyle ve düşünmeden hareket etmesini engeller, aynı zamanda önemli güç merkezlerinin uyuşmaması durumunda da herhangi bir adımın atılmasını önler. Gücün tek bir merkezde toplanmamasının Amerikan devletini tanımlamasına rağmen, bazı kurumsal bünyeler, gücü merkezde toplama eğilimindedir.

Oysa böyle bir durum, bütün eyaletlerin razı olmadığı bir politikada bile devletin eyleme geçmesine olanak verir. Bu makale, ABD politik sisteminin kilit noktalarının, siyasi otoritenin merkezden uzaklaştırılması ve merkezileştirilmesini dengede tutmayı sağlamasına nasıl katkıda bulunduğu konusunda fikir verecektir.

Merkezi Otoriteye Güvensizlik

Kral George III’e bağlı olan, ilk 13 İngiliz kolonisindeki insanlar, dışarıdan hayatlarını yönlendiren güçlü merkezi sisteme güvenmiyorlardı ve 1775’te İngiliz yönetimine karşı ayaklandılar. Yayınladıkları 1776 Bağımsızlık Bildirgesinde Kral’ı “eyaletler üzerinde mutlak zulüm uygulamak”la suçladılar.

Bağımsızlık savaşları sırasında dövüşürlerken, kolonistler Konfederasyon Sözleşmesi altında Amerika Birleşik Devletleri’ni kurdular. Kolonistler bağımsızlıklarını 1781’de, Sözleşme’nin onaylanıp etkili olduğu yıl kazandılar.

Konfederasyon’un yönetim konusundaki zayıflığı savaştan sonra iyice ortaya çıktı. Güç fazlasıyla dağıtılmıştı. Konfederasyon’un kendisinin vergi koyma yetkisi yoktu. Konfederasyon’da idari yetkilere sahip hiçbir lider yoktu. Konfederasyon ticareti düzenleyemiyordu.

Ayrıca belgede değişikliklerin yapılması için bütün eyaletlerin rızası gerekiyordu. 1787’de delegeler maddeleri düzenlemek için Philadelphia’da toplandılar; ancak tamamıyla yeni bir sözleşme olan Amerika Birleşik Devletleri Anayasası’nı yazdılar. Ancak Anayasa güçlü merkezi otoritesi olan bir devlet yaratmamıştı.

Delegeler hala merkezi otoritesi olmayan bir devlet arayışındaydı; ancak bu Konfederasyon Sözleşmesi’nde umulandan daha çok merkezi koordinasyonu olan bir devlet olacaktı. Yeni devlet yapısı merkezileştirme ile merkezden uzaklaştırma arasında bir denge kuruyordu. Bu denge 200 yılı aşkın süredir iyi bir şekilde işleyen daimi bir devletle sonuçlandı.

Merkezden Uzaklaştırma Özellikleri

Amerikan siyasi sisteminin birçok özelliği gücün merkezden uzaklaştırılmasını teşvik eder. Anayasada var olan en önemli dört özellik şunlardır: (1) federal yönetim, (2) güçler ayrılığı, (3) iki meclisli Kongre, (4) seçim sistemleri (iki çeşit seçim sistemi vardır).

(1) Federal Yönetim

Anayasayı hazırlayanlar devletin konfederasyon modelini federal bir modelle değiştirdiler. Ancak Konfederasyon Maddeleri, eyaletlerin “hükümranlıklarını, özgürlüklerini ve bağımsızlıklarını” elinde bulunduran bir “daimi Birlik” vaadinde bulunurken, anayasada bu hükümranlıktan hemen hemen hiç söz edilmez. Anayasa, yeni hükümetin eyaletlerden ziyade kişileri temsil ettiğini belirterek “Biz Birleşik Devletler Halkı,” şeklinde başlar.

Federalizm kavramında hükümetin iki ya da daha fazla kademesi, aynı bölge ve aynı insanlar üzerinde güç ve otoriteye sahiptir. Sözgelimi, eyalet hükümetleri vatandaşların sağlık, ahlak, güvenlik ve refahını sağlayıp korumak için “polis gücü”nü kullanırken, ulusal hükümet, ülkeyi dış düşmanlara karşı korur. Ulusal hükümet bu alanlarda yalnızca eyaletlerin işbirliği ile hareket edebilir.

Ulusal hükümet, karayollarının ulusal standartlara göre yapılması için veya eyaletler bazı kuralları uyguladıkları takdirde, eyalet okulları için maddi kaynak sağlayabilir. Polis kuvvetleri eyaletler arasında dağıtıldığı için, ulusal hükümetin gücü karayolu yapımı, okulları geliştirme, evlilik, boşanma ve cezai suçları düzenleme ile sınırlandırılırmıştır. Tüm bunlar diğer meselelerle birlikte eyalet kontrolünde merkezden uzaklaştırılmıştır.

(2) Güçler Ayrılığı

Anayasa, siyasi güçleri hükümetin üç organı arasında bölüştüren bir yapı oluşturmuştur. Anayasa “tüm yasama Gücü”nü Kongre’ye, “yürütme Gücü”nü Devlet Başkanına, “yargı gücünü”de Yüksek Mahkeme ve Kongre tarafından belirlenmiş alt mahkemelere vermiştir. Ayrıca, Anayasa, her organın öteki organları denetlemesini sağlayacak yollar oluşturarak otoriteyi merkezden daha da uzaklaştırmıştır.

Sözgelimi Kongre’ye yasa çıkarma yetkisi verilmiştir; ancak devlet başkanına da yasaları veto etme yetkisi verilmiştir; Kongre böyle bir durumda, veto edilmiş bir yasayı üçte iki oranında oy ile çıkarabilir. Yine bir örnek vermek gerekirse, sadece devlet başkanı anlaşma müzakerelerine katılabilir; ancak anlaşmalar Senato’da üçte iki oranında kabul görmedikçe yürürlüğe konamaz.

Bir örnek daha: Yüksek Mahkeme’nin yapısını Kongre belirlerken, Mahkemenin yargıçlarını devlet başkanı tayin eder; ayrıca Mahkeme yasaların Anayasaya aykırı olduğuna karar verirse, Kongre ve devlet başkanı tarafından konan yasaları yürürlükten kaldırabilir. Bu son örnekle ilgili olarak bir şeyi göz önünde bulundurmak önemlidir: Mahkemenin Kongre ve devlet başkanı tarafından çıkarılan yasaları yürürlükten kaldırması anayasada açık bir şekilde belirtilmemiştir; bu durum, bir dönüm noktası olan Marbury V. Madison davasında, Anayasa Mahkemesi’nin hükmünden sonra kabul edilmiş bir uygulama haline gelmiştir (1803).

Güçlerin böyle karmaşık bir şekilde ayrılması, ABD’de hükümet yetkisinin merkezden uzaklaştırılmasına katkıda bulunmuştur. Devlet başkanı bir hükümet programı önerebilir; ancak bu programı yasa olarak kabul etmek için Kongre’nin yasama yetkisi gerekmektedir. Kongre yetkisini kullandığında bile, yasa Yüksek Mahkeme huzuruna getirildiğinde, mahkemenin yasayı reddetme yetkisi vardır.

ABD’de daimi bir yasayı çıkarmak karmaşık bir süreçten geçer. Yasa çıkarmak, dünya demokrasileri içinde yaygın olan parlamenter sistemli ülkelerde daha kolaydır. Meclisteki egemen parti ya da koalisyon genellikle, bakanlar tarafından sunulan yasaları onaylar; ayrıca pek çok mahkemenin yasaları yürürlükten kaldırma yetkisi sınırlıdır.

(3) İki Meclisli Sistem

Gücün, ABD yasama sürecinde merkezden uzaklaştırılması iki meclisli sistem sayesinde daha da arttırılmıştır. Pek çok ülkede iki melisli yasama sistemi vardır; bu meclisler genellikle alt ve üst kamara adıyla anılır; ancak her iki meclisin de gerçekten eşit güce sahip olduğu ülke sayısı azdır. Temsilciler Meclisi alt kamara olarak sayılır çünkü bu meclisin 435 üyesi, nüfus sayısına göre kurulmuş bölgelerden seçilir.

100 üyeden oluşan Küçük Senato üst kamara olarak sayılabilir; çünkü bu kamaranın üyelerinin yaşlarının biraz daha ilerlemiş olması gerekir (Kamara’ya girme yaşının 25 olduğu göz önünde bulundurulursa, en azından 30 yaşında olmaları gerekir). Ayrıca bu üyeler daha uzun vadede görev yapmak için seçilirler; İki değil, altı yıl görevde kalırlar. Senatörlerin halk tarafından seçilmesine rağmen, nüfusu göz önünde bulundurulmaksızın 50 eyaletten ikişer senatör seçilir (bu senatörler göreve aynı yılda gelmezler).

Anayasaya göre, iki kamaranın yetkileri arasındaki farklılıklar küçüktür. Bütün vergi önergeleri Meclis’te hazırlanır; anlaşmaları ve devlet başkanının atanmasını ise sadece Senato onaylar. Ancak bu iki meclisin yasa koyma yetkilerinin eşitliği göz önünde bulundurulduğunda, bu farklılıkların pek önemi kalmıyor. Bir önerge devlet başkanının onayına sunulmadan önce, bu önerge değiştirilmeden her iki meclisin de onayını almalıdır. Sonuç olarak, birçok ülkedekinin aksine, bir meclise ötekinden daha fazla yetki vermek yerine, yetkinin her iki mecliste de eşit şekilde dağıtıldığını görüyoruz.

(4) Seçim Sistemleri

ABD’de biri devlet başkanını, diğeri ise Kongre üyelerini seçmek üzere kullanılan iki seçim sistemi vardır. Her iki sistem de gücün merkezden uzaklaştırılmasına katkıda bulunur. Önce devlet başkanlığı seçimine bakalım. Devlet başkanlığı seçimi, bir adayın ülke çapında halk oyunun çoğunluğunu alarak kazandığı “ulusal” bir seçim değildir. Devlet başkanlığı “seçici kurul”daki 538 seçmenden en az 270 oy alarak adayın devlet başkanı olmaya hak kazandığı federal bir seçimdir.

(538 sayısı Temsilciler Meclisi, Senato’nun oyları ile Washington DC’den gelen 3 oydan oluşuyor.) Eyaletlerin her seçmenleri için bir eyalet oyu ve Kongre’deki sandalye sayısı kadar seçmenleri vardır. Sadece bir temsilcisi ve iki senato üyesi olan küçük eyaletlerin yalnızca üç eyalet oyu vardır. En büyük eyalet olan California’nın 55 oyu vardır. Devlet başkanlığı seçimlerinde oy kullanacak seçmenler aslında her eyalette bir partiyi temsil eden bir temsilci seçmeni için oy kullanır.

Seçimden sonra, her eyaletin seçmeni, devlet başkanını seçmek için kendi eyaletinin parlamento binasında toplanır. (Seçici kurul hiçbir zaman bir bütün olarak toplanmaz.) Eyalet oyunun çoğunluğunu kazanan bir aday, eyaletteki bütün seçmenlerin oyunu kazanmış olur.

Bu nedenle, devlet başkanı adayları, ülkenin bütününe değil de eyaletlere yönelerek, seçim kampanyası çalışmalarını ayrı ayrı merkezlerden yürütürler.

Kongre üyelerinin seçim sistemi de merkezden uzaklaşmayı teşvik eder. Birçok demokrasi türünde yasa koyucular, nispi seçim sistemiyle seçilir seçilir: Oylar partilere verilir ve meclisteki sandalyeler parti oyunun oranına göre kazanılır.

ABD’de Kongre üyeleri çoğunluk oylamasıyla seçilir: Çok sayıda aday bir tek sandalye için yarışır. Sandalyeyi ise en çok oyu alan aday kazanır. Kongre üyeleri, mevkilerini kendi eyaletlerinde yapılan seçimleri kazanarak elde ederler; bu nedenle yeniden seçilebilmek için eyaletlerine ve seçim bölgelerine hizmet götürürler. Bu da ulusal çıkarlara aykırı olması durumunda, yerel çıkarlar için çabalamaları konusunda onları teşvik eder.

Merkezileştirme Özellikleri

Federalizm, güçler ayrılığı, iki meclislilik ve seçim sisteminin hepsi de Birleşik Devletler’de, çoğulcu demokrasi modeline hizmet eden gücün merkezden uzaklaştırılması ilkesine katkıda bulunur. Ne var ki, siyasi gücü bölmenin bazı tehlikeleri de vardır. Sözgelimi devlet görevini yerine getirmekte başarısız olabilir ya da halkın çoğunluğu için değil de örgütlü azınlıkların çıkarları için çalışabilir.

Daha önce de belirtildiği gibi, Anayasayı Hazırlayanlar öncelikle otoriteyi bölmek ve denetlemekle ilgileniyorlardı. Zamanla, anayasayı hazırlayanların öngöremediği, hükümet otoritesinin büyük ölçüde merkezileştirmesini sağlayan belirli kurumsal değişiklikler ortaya çıktı. Şu üç kurumsal değişiklik özellikle dikkate değer: (1) devlet başkanlığı, (2) iki partili sistem, (3) Yüksek Mahkeme.

(1) Devlet Başkanlığı

Anayasayı Hazırlayanlar tarafından yasama organı için düzenlenen Madde I’de yasama organı için 2200’den fazla kelime sarf ettiler. Yürütme yetkisini ise Madde II’de sadece 1000 kelimeyle açıkladılar. Anayasayı Hazırlayanlar, devlet başkanlığını, Kongre’de hazırlanıp onaylanan yasaların yürütülmesi için gerekli olan bir idari makam olarak görüyorlardı. Ne var ki, zaman geçtikçe devlet başkanlığı Amerikan hükümetinin odaklandığı ana nokta oldu.

Artık devlet başkanı ulusal hedefleri belirleyip bu hedeflere ulaşmak için yasa sunabiliyor, ulusal mevzuata fon sağlamak için Kongre’ye bütçe gönderiyor, ve elbette dünya çapındaki olaylarda ülke adına konuşuyor.

Devlet başkanları ulusal ve uluslararası krizlere müdahale ederek, genellikle Kongre’nin de yardımıyla mevkilerinin yetki alanını genişlettiler; böylece bu mevki günümüzün ulusal kamuoyuna en çok ilgi gösteren makamı oldu. Bu anlamda, devlet başkanlığı, daha çok çoğunlukçu demokrasi sistemine uygun bir şekilde işlemektedir.

(2) İki Partili Sistem

1787’de siyasi partiler yoktu. Aslında, anayasa, seçim oylarının çoğunluğunu kazanan adaya devlet başkanlığını, ikinciye de devlet başkanı yardımcılığını veriyordu. 1796 seçiminde Kongre’de iki parti oluştu, bu partiler birbirine muhalif devlet başkanı adaylarını desteklediler. Seçimi kazanan ve bir federalist olan John Adams, Demokratik Cumhuriyetçi olan rakibi Thomas Jefferson’ı başkan yardımcısı olarak kabul etmek zorunda kaldı.

1804’te yapılan bir anayasa değişikliği, seçmenlerin bir partinin devlet başkanı ve yardımcısı için oy kullanmalarını öngörerek partilerin çıkışını tanımış oldu. Ancak bu oylama şekli bir partinin her iki makam için birer aday göstermesine yol açtı. Ayrıca, rakip partilerin ortaya çıkması, Kongre’nin her iki meclisi arasındaki işbirliğini güçlendirdi. Devlet başkanlığını kazanan parti, devlet başkanlığıyla Kongre arasındaki işbirliğini güçlendirdi.

Amerikan siyasi yaşamının tarihi boyunca sadece iki partinin hüküm sürüyor olması da gücün merkezden uzaklaştırılmasına katkıda bulunmaktadır. Amerikan siyaseti, bazen iktidarda bazen de muhalefette hizmet eden Demokrat Parti ile Cumhuriyetçi Parti’nin etrafında dönmektedir. ABD’deki küçük partiler ellerinde çok az güç bulundurdukları için, iki partili sistem otoritenin merkezileştirilmesine de katkıda bulunur.

(3) Yüksek Mahkeme

Anayasayı Hazırlayanlar, Yüksek Mahkeme’nin kurulmasını öngörüyorlardı; ancak bu mahkemenin yeni hükümetlerinde nasıl işleyeceği konusunda belirli bir görüşleri yoktu. Its description in Article III consists of fewer than 400 words and does not say much about the Court's power. Mahkeme, 1803’te ortak bir kararla yargı incelemesinin gücünü savunmuştur.

Yasaların ABD Anayasası ile uyuşup uyuşmadığını belirlemek için yasaları inceleme yetkisi Kongre’de onaylanmıştır. Bu kararın bir sonucu olarak, siyasi sistemde Mahkeme’nin statüsü yükselmiştir. Bu kararla ayrıca Mahkeme’ye, hükümetin anlaşmazlıklara neden olacak bir adım atması konusunda son sözü söyleme hakkı da verilmiştir. Mahkeme, güçler ayrılığının olduğu bir sistemde, alınan kararlarda son sözü söyleyen bir hakem işlevi görerek otoritenin merkezileştirilmesine katkıda bulunmuştur.

Sonuç

Güç, hükümet kurumları arasında dağıtıldığı için, ABD sisteminin çoğunlukçu demokrasinin en yüksek standardına ulaşamadığı söylenebilir. Ne var ki, gücü merkezden uzaklaştırmakla, ABD, birden fazla güç merkezini öngören çoğulcu demokrasinin altın standardını takdire şayan bir biçimde yakalamıştır. ABD siyasi sistemi, demokratik süreçte sesini duyurmak isteyen rakip gruplara açıktır; aynı zamanda, zaman içinde farklı grupların çıkarlarını ve sorunlarını katı çoğunlukçu prensip üzerine kurulmuş sistemlerin yaptığından daha çok dikkate alan politika sonuçları doğurur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder