Popüler Yayınlar

31 Mayıs 2013 Cuma

Hamdım pişemedim yanamadım - ( Ahmet KURUCAN )

25 Mayıs 2013
 
Sohbet sonrası üç-beş arkadaşla oturduk; 

“Hocaefendi ne söyledi, biz ne anladık?” sorusuna cevap aradık. 

Ne söylediği ortada; tutulan notların ötesinde bant kaydı da var.

Fakat ne anladık sorusu biraz da ne söylediğinden ziyade ne söylemek istediği sorusuyla doğru orantılı.

Onun için muhabbetimizi belli bir müddet sonra ‘Ne söylemek istedi?' sorusunu merkeze alarak sürdürdük. Tabii bu aşamada arka plan şartları çok önemli.

Dün-bugün yaşananlar, onun radarına takılıp gündemine giren hadiseleri bilmek lazım doğru yorumlar yapmak, doğru sonuçlara ulaşmak için.

Bu safhada yakın dairede kalanlar imdada yetişti. Bu çerçevede bilgi verdiler. Sonuç diyeceksiniz; sonuç şu; ortak kanaatlerin daha hâkim olduğu bir manzara çıktı ortaya. Farklı düşünenler yok muydu?

Elbette vardı ve var olmalıydı. Zira yoruma dayanan tahlillerde farklı görüşlerin olması kadar tabii bir şey olamaz. Hani derler ya: “İki kişi aynı düşünüyorsa bir tanesi orada fazladır.” diye, orada fazla insan yoktu.

Kaldı ki, “İki kişi aynı düşünüyorsa bir tanesi orada fazla.” sözü de tartışılır ama yeri burası değil.

Hemen hepimizin ittifak ettiği husus şu oldu; söylemediği, söyleyemediği ciddi bir endişesi var Hocaefendi'nin.

Kendisini dinleyenlerin ümit dünyalarını zedelememek için kendi gördüğü manzarayı bütün netliği ile anlatmıyordu. Bunun yerine kendini iknaya çalışan,

Allah'ın o sonsuz rahmet ve merhametini cezb ü celb için adeta dilekçe gönderen bir yaklaşım hâkimdi konuşmasına.

Kendini ikna etmeye, hep ümitbahş olan hususları seslendirerek endişelerini bastırmaya gayret ediyordu da diyebiliriz. Daha sohbetin başında serd edilen şu sözleri başka nasıl yorumlayabilirsiniz ki:

“‘Deme şu niçin şöyle, Bir nicedir ol öyle, Bak sonuna, sabr eyle, Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler' der İbrahim Hakkı Hazretleri. Her şey O'nun murâdına göre cereyan eder. Bize düşen sabretmektir.”

Sabır söz konusu olduğuna göre ortada sabrı gerektiren bir dert var demekti bunun manası. İşin garibi, özel manada sabrı gerektiren o derdin ne olduğunu biz bilmiyoruz.

Devam etti. “Murâd-ı İlahi nedir, neyi, ne zaman murâd buyurmuş? Her şey O'nun murâdına göre meydana gelir. Bize düşen de O'nun murâdına saygılı olmaktır. O ve O'nun murâdı murâdımız olursa biz de yeryüzünde O'nun murâdı oluruz. Varlığa bakarken bizimle bakar. Bize göre muamelede bulunur. 5-10 tane bile olsa onlara bakar ve bütün mahlûkatı bağışlar.”

 “Kalbi selim, ruhu selim, hissi selim, kendi mülayim” diye nitelendirdi o 5-10 insanı. “Bunlar var ya, istikbal va'd ediyor. Gelecekte benim namımı bayraklaştırma niyetindeler der” diye devam ettirdi sözlerini.
 
Büyük müjdeler bunlar. Eşyanın perde arkasına vâkıf insanların ancak dile getirebileceği hakikatler. Varlığa irfan ufkundan bakanlar anlar ve söyleyebilir bunları.

Şöyle de diyebilirim; zahirî sebeplerle, sebep-sonuç münasebetleri ile hadiseleri açıklamaya gücü yetenlerin idrâk edemeyeceği şeyler.

“Başkalarının size hilm ile muamele yapmasını istiyorsanız sizin de halim-selim ve mülayim olmanız lazım. Birilerinden merhamet bekliyorsanız, onlardan evvel sizin onlara karşı merhametli olmanız lazım. Şefkate ihtiyaç hissettiğiniz zaman şefkat bekliyorsanız, her şeyin üzerinde şefkatle bir anne gibi titremeniz lazım.”

Bunlar meselenin olumlu yanları, dedi ve hemen olumsuz örneklere geçti. “Saygısızlığa maruz kalmak istemiyorsanız, âleme karşı saygıda kusur etmemeniz lazım.

İnsanlardan şiddet görmek istemiyorsanız, kendi şiddet hislerinizi kontrol altına almanız lazım. Onların öfkelerine maruz kalmak istemiyorsanız, öfkenizi bastırmanız lazım.

İnsanlığın İftihar Tablosu (sas), bir şahsın kendisinden üç isteğine, üç beklentisine karşı üç defa “öfkelenme” demiştir.” Ve bize endişesini bastırmaya çalışıyor dedirten cümleler.

“Alemi öfkelendirip üzerinize salmak istemiyorsanız şayet, öfkelenmemeye bakacak, düşüncelerinizi, sözlerinizi, beyanlarınızı kontrol altına alacaksınız.

On düşünecek bir kere konuşacaksınız. Yoksa öfkeyle gelirler, öfkeyle boğarlar sizi.”

Zor, gerçekten çok zor bir görev bu.

Allah'ın rızasından maada hiçbir beklentisi olmayan insanların bir de nâhâk yere itham ve iftiraları, öfke, kin ve nefretleri göğüslemesi zor.

Muhataplar düşman olsa, düşmanlıklarının gereğini yerine getiriyor der sabredersiniz; ama aynı türden davranışlar dost canipten gelince, işte zor dediğimiz husus burası.

Fakat Hocaefendi öyle düşünmüyor. “Kalbinizi hased duygusundan arı ve duru hale getirin.” diyor.

Bu düşüncesini de Allah'ın teveccühüne mazhar olması için şart diyerek hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir argümanla temellendirip, Nabi'nin şu dizelerini aktarıyor:

“Âyîne-i idrâkini pâk eyle şivâdan; Sultan mı gelir hâne-i nâ-pâke, hicâb et!”

Sonra çok sık tekrar ettiği ve Üstad Bediüzzaman'ın “mukabele-i bi'l misil kaide-i zâlimânesi” dediği hususa atlıyor. Önce ayeti zikrediyor.

“Ceza verecek olursanız, size yapılan muamelenin misliyle cezalandırın. Ama eğer bu hususta sabrederseniz, bilin ki bu, sabredenler için daha hayırlıdır.”

(Nahl, 126) Misliyle mukabeleye evet ama ayetin devamındaki sabra dikkatleri çekiyor ve Nâili Kadimi'nin meşhur dizelerini “önemli olan bunu diyebilmektir” diyerek yeniden zikrediyor:

“Yıkanlar hatır-ı nâşâdımı ya Rab şâd olsun. Benim için nâmurâd olsun diyenler bermurâd olsun.”

Arka arkasına bir çırpıda söylediği şu tesbitlere dikkat edin lütfen:

“Kolun kanadın kırılsın; Allah seni kolsuz kanatsız eylemesin. Başın kopsun; Allah seni başsızlığa maruz bırakmasın. Yurdun yuvan yıkılsın; Allah seni yurtsuz, yuvasız etmesin. Çoluk çocuğunun başına gelsin; Allah sana çoluk çocuk acısı duyurmasın. İnsanca tavır bu ikincisi. Birincisine insanca tavır denemez.”

Ve kısa kısa: “Allah göndereceği güzellikleri buradaki güzelliklere bağlamıştır. Burada insanüstü çizgide yaşa ki öbür tarafta cennet mukabelesi göresin. Burada her şeyi hoş ve rıdvanla karşıla ki öte tarafta Rıdvan'a mazhar olasın...”

“Zannediyorum insanca yaşama bir kesimin insanca yaşamı sahnelendirmesinden sonra olacaktır. Ruhu selim, aklı selim, kalbi selim ve hissi mülayim olan insanlar insanlığa yaşama adabı öğretecektir…”

“Yaşayanlar ümitle yaşar, me'yus olan ruhunu vicdanını bağlar…”

“İnsanın murâd olması şart-ı âdi planında iradesini kullanıp Hakkı murâd yapmaya bağlıdır.”

Son sözleri yaşlı gözleri ile şöyleydi Hocaefendi'nin:

“Keşke hislerimiz değil, hep hak ve hakikati konuşsak. Ümidimizi yitirmedik ama ümit adına bir şey bitirdik de diyemem.”

Bu son cümleyi Hocaefendi namına kabullenmek tek kelime ile imkansız; fakat söz konusu bensem, kendilerini benimle aynı kulvar ve seviyede gören ihvanım ise elbette.

Bizi bu bağlamda ifade eden en güzel söz şu olsa gerek: hamdım, pişemedim, yanamadım. 295 No'lu Herkül Nağme'yi yeniden ve daha dikkatlice dinlemeye ne dersiniz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder