Popüler Yayınlar

5 Mayıs 2013 Pazar

Başkanlık mı, istikrar mı? - Mümtaz'er Türköne

Mümtaz'er Türköne
m.turkone@zaman.com.tr

70’li yılların ortaları, benim 20’li yaşlarımın başlarıydı. 1973 yılında Cumhuriyet 50. yılını kutlamıştı. Bir nebze bile olsa heyecan dalgası oluştuğunu hatırlamıyorum.

Nüfus, 1970 sayımına göre 36 milyona yaklaşmıştı ve çok hızlı artıyordu. Tarihin belki de en dramatik, en sarsıcı değişimi yaşanıyordu.

İnsanlar köklerinden koparılıp, süs bitkileri gibi büyük şehirlerin varoşlarında hayatta kalma mücadelesi veriyordu. Bu topraklara özgü dayanışma ve teşebbüs gücünün orijinal bir eseri olarak bir gecede inşa edilen gecekondular, şehirleri bir anda çepeçevre kuşattı.

Toplum çok basit insanî sorunların altında ezilirken, aynı sorunlar siyasî yelpazeyi de eğip büküp yepyeni bir forma soktu.

Askerinden siyasetçisine kimse sorunları çözmeye yeltenmedi, alabildiğine sömürerek bu sorunları istismar etme rekabetine giriştiler. Böylece Türkiye’nin yaşadığı bu hızlı değişim ağır bir travmaya dönüştü.

Yaşandığı gibi olmayabilirdi. Neden oldu? Çünkü siyasetin güç rekabeti, çözüm değil sorun üretiyor ve var olan sorunlardan besleniyordu. Siyasî sistem sorun üretecek şekilde oluşturulmuştu.

Darbeciler, devlet iktidarının küçük bir alanını seçimle gelen iktidara bırakmış, toplumdaki çatışmaların büyümesini kendi meşruiyetlerinin varlık gerekçesi olarak desteklemişti. Ne kadar çok çatışma, o kadar çok meşruiyet demekti.

70’li yılların kan deryası askerlerin kurduğu bu denklemi beslediği için çoğaldı ve sonunda yeni bir darbeye zemin hazırladı.

Köylerden kentlere göç eden kitleler, gecekondularda sefalet ve umut arasında bellerini doğrultmaya çalışırken, üzerlerine bir de bu siyasî sistemin ürettiği çatışmaların ağır yükü bindi.

Uzun süre düştüğümüz yerden doğrulamadık. 80’ler Özal’la geçici bir ferahlama sağladı; 90’larda biriken hesapların hepsinin boca edildiği 28 Şubat süreci ile dibe vurduk.

İçinden geçtiğimiz badireler boyunca  birilerinin kenarda-köşede aldığı doğru kararlarla ve 11 yıldır süren istikrarın kurduğu sağlam dengelerle bugün güçlü bir ülkeye ve sağlıklı bir bünyeye sahibiz.

Şu terör belasından daimî olarak kurtulur ve tek bir millet halinde yolumuza devam edebilirsek sırtımızı evelallah kimse yere getiremeyecek.

Unutmayalım: Sorun çözme yeteneğimiz ve araçlarımız gelişti ama karanlık günlerimiz henüz sona ermedi. Tam olarak dereyi geçmekteyiz. Ve bu eyyamda değil siyasî sistem değişikliğine gitmek, bundan bahsetmek bile dereyi geçerken at değiştirmeye benziyor.

Süvari güçlü bir küheylanı gözüne kestirmiş, lâkin akıntı güçlü ve derin ve darbe için tam o anı kollayan müfsidler yolumuzda bekliyor.

Türkiye’nin selameti iktidar rekabetinin sağlam kurallara raptedilmesine bağlı. Mevcut iktidarı bir parlamenter demokratik sistem içinde kazandık.

11 yıl boyunca büyük badireler atlatarak, iğneyle kuyu kazarak hassas dengeler üzerinde yükselen bir istikrar tesis ettik. Siyasî istikrar, toplum ve ekonomi için en azından devletin gölge etmemesi demek.

İstikrarsızlık ise hepimizin sırtına belirsizliğin ve kargaşanın ağır yükünü yüklemek anlamına geliyor. Eğer Türkiye’yi hemen şimdi, bir sonu belirsiz bir istikrarsızlığa yuvarlamak istiyorsanız, tam bu hengâmede sistem değişikliğine teşebbüs etmeniz yeterli.

Siyasal sistemler arasında başkanlık da parlamenter sistem de duruma ve şartlara bağlı olarak eşit oranda demokratik sistemler. Bizde başkanlık sistemi liderin elindeki gücü artıracak bir alternatif olarak görülüyor.

Ancak bu işi yaparken başbakanı koltuğundan kaldırıp yerine başkanı oturtmuyorsunuz; bütün bir sistemi sil baştan değiştiriyorsunuz.

Sistem değişikliği ile derinleşen bir krizi çözebilirsiniz; veya uygun iklim şartlarında oturup yeni baştan bir sistem kurabilirsiniz. Ne sistem krizi, ne de uygun şartlar mevcut.

Üstelik tarihin bütün derin akıntılarının gelip birleştiği bir kavşak noktasını geçiyoruz. Sistem istikrarı olmadan siyasî istikrar sürdürülebilir mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder