Popüler Yayınlar

21 Nisan 2013 Pazar

ÇÖZÜM SÜRECİNDE NASIL YAKLAŞMALIYIZ?

21 Nisan 2013
          Türkiye, yaklaşık 30 yıldır devam eden ve uluslararası güçler tarafından kullanılan terörün ve terör siyasetinin mağduru olmuştur. 

Devam eden bu kirli oyun neticesinde, binlerce insanımız hayatını kaybetmiş, yüz milyonlarca dolarlık kaynağımız heba olmuştur.

Bununla birlikte Türkiye, milletimizin basireti ve taşıdığı medeniyet bilinci sayesinde bir iç savaşa sürüklenmemiş ve bu yöndeki her türlü zorlama ve çabaya karşı direnmiştir.

Gelinen nokta itibarıyla yıllardır süren bu kirli oyunu bozmak Türkiye'nin akil insanlarının boynunun borcu olmuştur.

Dolayısıyla konu hakkında beyanda bulunan herkesi, insanlarımızı kamplaştırmaktan kaçınmaya davet etmeliyiz.

Hiç kimse ortamı germemeli ve konuyu sulandırmamalıdır. Herkes sorunu çözmek için samimi gayret göstermelidir.

Çözüm süreci adı altında başlatılan inisiyatifle kamuoyunda barış ve esenliğin tesis edilmesine yönelik daha şimdiden olumlu bir hava meydana gelmiştir.

Başbakan'ımız, gerçekten de sorunu çözmek için samimi gayret göstermekte, varlığımızı ve geleceğimizi ilgilendiren bu konuyu bir siyasi risk veya siyasi rant olarak görmediğini ısrarla vurgulamaktadır.

Çünkü biliyoruz ki; bundan böyle bir kişinin ölmesinden daha büyük risk yoktur. Aynı şekilde, tüm muhalefet partilerinin de bu konuyu asla bir siyasi rant elde etme aracı olarak görmemesini temenni ederiz.

Aslında “çözüm süreci”, yüzyıllardır birlikte barış içinde yaşamış aynı inancın, medeniyetin çocuklarının, Selahaddin Eyyubi'nin, Kılıçaslan'ın torunlarının arasına sokulmaya çalışılan fitnenin etkilerini ortadan kaldırma çabasından başka bir şey değildir.

Zira ortada birbirleri ile iç savaş yapmış iki farklı halkın barış masasına oturması gibi bir durum söz konusu değildir.

Nitekim barış ve esenliğin teminine ilişkin atılan adımların halk tarafından desteklenmesi de bunun en bariz göstergesidir.

Bununla birlikte meselenin genel geçer kabuller, kamplaşmalar, zıtlaşmalar yerine; iyi niyet, feraset ve kararlılıkla ele alınması önem arz etmekte; meseleye kardeşlik, bütünleşme ve geniş ölçekli bir medeniyet perspektifi içerisinde yaklaşılması gerekmektedir.


Daha fazla kardeşlik 

Kardeşlik yeryüzünde hem ilk kavganın başlangıcıdır hem de kavgayı önleyecek en kuvvetli ilişkidir. Fakat “kardeşlik bağı” tek başına herhangi bir kavgayı, sorunu çözecek, ortadan kaldıracak bir özelliğe de sahip değildir.

Barışın sağlanması, ancak kardeşler arasında adaleti tesis edecek bir medeniyet perspektifi ile mümkündür. Hepimiz aynı medeniyetin vârisleri, aynı inancın ve ortak coğrafyanın çocuklarıyız.

Kadim bir medeniyetin ve bir cihan devletinin mirasına sahibiz ve bu mirası hep birlikte yaşıyoruz. Irkçılığın her türlüsüne karşıyız.

Zira bu milletin inancı, tarihi ve medeniyet değerleri içerisinde ırkçılık ile, herhangi bir grubun ve/veya ırkın diğerine karşı tekebbürü asla yer bulamamıştır.

Bununla birlikte ne yazık ki, gerek Türkiye gerekse İran, Irak ve Suriye, şimdiye kadar Kürt meselesini kendi içinde eşit kardeşliğe dayalı bir formülle çözememiş, bu nedenle de darmadağın edilen bu coğrafyanın çocukları en temel sorunların çözümü için uluslararası camianın güvencesi ve değerlerine ihtiyaç duyar hale gelmiştir.

Hâlbuki ‘uluslararası camia' kamuflajı altında bugüne kadar bölgeye yapılan her türlü müdahale, binlerce masum insanın ölümüne neden olmuş; yüz binlerce insan yurdundan olmuş, hatta kendi vatanında mülteci konumuna düşmüş; arzu edilen özgürlük ve demokrasiye bu şekilde erişmek mümkün olmamıştır.

Bu coğrafyada yaşayan hiçbir topluluğun, bir diğerinin acısı üzerinden huzur bulamadığı tarihi bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Onun için çözüm sürecinde daha fazla kardeşlik temel ilke olmak zorundadır.

Her şeyden önce Türk'ün, Kürt'ün ve tüm insanların Rabb'i, Doğu'nun ve Batı'nın hâkimi olan Allah'ın kulları olarak, kimsenin diğerine üstün olmadığı eşit yurttaşlar olduğumuzu bilerek konuya yaklaşmalıyız.
  
Gönüllü birliktelik
 
Bu ülkenin insanları Türkler, Kürtler ve diğer etnik kökenden insanlar 2013 yılında gökten paraşütle inerek bu topraklara gelmemiştir.

Birbirimizi yeni tanıyor değiliz. Bu coğrafyada bin yılı aşkın bir süredir aynı yurdun insanları, aynı medeniyetin mensupları, aynı inancın bağlıları olarak kardeşçe barış içinde yaşıyoruz.

Kıyamete kadar da gönüllü birlikteliğimizi sürdüreceğiz. Çünkü biliyoruz ki; hepimiz Âdem'in soyundanız, İbrahim'in ahfadıyız, Muhammed'in ümmetindeniz.
 
Çok uzak değil, İkinci Dünya Savaşı'nda Avrupa devletleri karşılıklı olarak on milyonlarca insan öldürdüler. Ancak günümüzde bu ülkeler AB projesi ile kendi aralarında bir birlik oluşturmayı başardılar.

20. yüzyılın başında paramparça durumdaki Avrupa ülkeleri, AB projesiyle entegrasyonunu sağlamıştır. Buna karşılık, bizim coğrafyamız, Türkiye ve bölge ülkeleri yıllardır emperyalizmin bölgeye yüklediği etnik milliyetçiliklerin kıskacından kurtulamamıştır.

Dün icat edilen etnik milliyetçilikler, bugün başkaları tarafından “yeni milliyetçilikler” kışkırtılarak tekrarlanmaktadır.

Ancak, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı'nın dayattığı model, artık bölgede sürdürülemez hal almıştır. Tunus'ta başlayıp Mısır, Libya, Yemen ve Suriye'ye sıçrayan ve tüm coğrafyamızı etkisi altına alan Arap Baharı, eski Ortadoğu'ya özgü sistemin artık bölgede yürümeyeceğinin en bariz kanıtıdır.

Artık Türküyle, Kürt'üyle, Arap'ı ve Fars'ıyla bölge halkları; Birinci Dünya Savaşı sonrasında yaşadıkları işgal ve acıları, kardeş kavgalarını tekrar yaşamayı istememektedir.

Terör sorunu, ancak rızaya dayalı kardeşlik birlik ve gönüllü birliktelik çerçevesinde çözülebilir. Türkiye, bu bölgeyi bölüp parçalamak isteyen güçlerin ayrıştırıcı politikalarının değil, bütünleştirici politikaların öncüsü olmalıdır.

Bu anlamda Türkiye'nin görevi, elbette ki sadece ülkemizde değil, bölgemizde ve geniş coğrafyamızda daha fazla bütünleşmeye öncü olmaktır.

Bütün bunları Türkiye'nin tek başına yapması elbette mümkün değildir. Bu nedenle konuya bir bölge politikası olarak bakılmalıdır.

Bölgeyi etnik-dini-mezhebi farklılıklar üzerinden parçalayıp yönetmek isteyen emperyal güçlerin yıllardır uyguladıkları politikalar esasen bugün yaşanan bölünmüşlük, adaletsizlik ve demokrasi eksikliğinin temel nedenlerindendir.

Halkların gönüllü birlikteliği fikri etrafında gerçekleşecek bir bütünleşme anlayışı hem terör sorununun hem de bölgesel diğer sorunların çözümüne büyük katkı sağlayacaktır.

Dolayısıyla bütünleşme ve birlik olmadan bu bölgeye ve ülkemize huzur gelemeyeceği açıktır. Onun için çözüm sürecinde gönüllü birliktelik esas alınmalıdır.

Bu bağlamda; herkesin kendisi olarak kalabileceği, bireysel ve kültürel haklarına sahip olacağı, kültürünü geliştirebileceği, güvende olacağı, karnının doyacağı, onuru ile kendisinin ve aile bireylerinin geçimini sağlayabileceği, haksızlığa uğrayanın hakkının kendisine teslim edileceğinden emin olacağı, insanların kendi yöneticilerini kendi hür iradeleri ile seçebileceği şartların herkes için en güzel şekilde sağlanması gereklidir.

Medeniyet perspektifi/geniş ölçekli bir vizyon 

Türkiye'nin karşı karşıya olduğu sorunlar bütünlükçü bir yaklaşımla ele alınmalı, terör meselesinin çözümünde nihai olarak uygarlığın ilk filizlendiği, bir dizi parlak medeniyetin vatanı ve aynı zamanda farklı medeniyet dünyaları arasında asırlarca köprü olagelmiş bu bölgenin emsalsiz tarihsel miras ve birikiminden yararlanılmalıdır.

Bölge halklarının beslendiği bu zengin tarihsel/kültürel mirasın çoğul karakterinden, katılımcı, eşitlikçi ve özgürlükçü değerler damıtılarak, önlerine dikilmeye çalışılan kaotik ve karanlık geleceğe meydan okunabilir.

Bu sadece bu bölge için değil, bütün bir insanlık için yeni bir umuttur. Bunun için de her şeyden önce yeni bir medeniyet perspektifine ihtiyaç vardır. Eşitlik, merhamet ve adalete dayanan bir medeniyet…
   
Bu medeniyet anlayışının Ortadoğu'da ve hatta dünyada barışı sağlayacak temel kriterleri bulunmaktadır. Herkesin dilediği gibi inanma ve inandığını ifade edebilme anlamında tam bir inanç, düşünce özgürlüğü.

 Sadece inancın ve düşüncenin serbest olması da yeterli değildir. İnanç ve/veya düşünce dışa vurulmuyorsa bir manası yoktur.

Dolayısıyla inandığını başkalarına teklif edebilme ve inandığı şekilde örgütlenebilme; örgütlenme özgürlüğü de gereklidir.

Herkesin inancı, dilini, dinini, kültürünü öğrenebilme, öğretebilme veya istediği şekilde eğitimini alabilme anlamında eğitim hakkı ve özgürlüğü sağlanmalıdır.

İnsanların dilediği şekilde seyahat edebilmesi ve tam manası ile serbest dolaşım hakkı da şarttır. Yine herkes dilediği şekilde serbest ticaret yapabilmelidir.

İçinde bulunduğumuz karmaşık coğrafyada bizim medeniyetimizin değerlerinin, etkin olduğu dönemlerde nasıl bir barış ve huzur ortamını sağladığı açıktır.

Örneğin Osmanlı yönetimi, Filistin topraklarında 400 yılı aşkın bir süre din, mezhep, meşrep ve etnik kökenleri farklı onlarca toplumsal grubu, birlikte barış içinde yukarıda ifade edilen özgürlükleri sağlayarak yaşatabilmeyi başarmıştır.

Bölgede etkili olan geniş, örgütlü ve örgütsüz kesimlerin, manevi önderlerin ve makul halk çoğunluğunun görüşleri çözüm sürecinde ihmal edilmemelidir.

Halkımızın terörle yaralanmış ma'şeri vicdanı ve Kürt vatandaşlarımızın masum talepleri arasında çelişki oluşturulmamalı ve toplumun makul ekseriyetinin kabul edeceği bir yöntem bulunmalıdır.

Ayrıca, Hakkâri'nin, Diyarbakır'ın, Ankara'nın, İzmir'in problemlerinin çözümü sadece buraların problemlerinin çözümü olarak görülmemelidir. Yaşanan olaylar, Türkiye'ye tarihi misyonunu hatırlatmaktadır.

Türkiye'nin önünde bir imkân açılmaktadır. Bu anlamda Türkiye Kudüs'ün, Şam'ın, Kerkük'ün, Musul'un, Batum'un, Bakü'nün meselesini kendi meselesi olarak görmedikçe asla kendi sorunlarını da çözemeyecektir.

Artık bambaşka kavramları olan bir medeniyet söylemine ihtiyaç vardır. Temel kavramları insaf, kardeşlik, eşitlik, adalet, hak, hukuk, paylaşma, alın teri, vicdan, merhamet, onur gibi kavramlar olan bambaşka bir medeniyet.

Çözüm sürecinde, işte, en çok da bu temel kavramlar üzerinden, barış ve insanlığın diliyle konuşmaya ihtiyacımız var.

İnanıyoruz ki aklıselim galip gelecek; Türkiye, ayaklarına bağlanan ağır prangalardan kurtulacak, yeniden güçlü ve büyük Türkiye olma yolunda adımlarını hızlandıracaktır.


*Prof. Dr., AK Parti Genel Başkan Yardımcısı

http://www.zaman.com.tr/yorum_cozum-surecine-nasil-yaklasmaliyiz_2080824.html
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder