Popüler Yayınlar

28 Nisan 2013 Pazar

MÜSLÜMAN LİBERAL OLABİLİR Mİ? 1 - 2 - 3 ( Ahmet NAS )



 02 Ocak 2012

Geçtiğimiz hafta, Star Gazetesi yazarı Mustafa Akyol, Demokrat Hukukçular Derneği’nin merkezinde bir sunum yaptı. ‘Müslüman Liberal Olabilir mi’ başlıklı bu sohbette aldığım notlardan bir kısmını, bugün sizinle paylaşacağım. Bu gün ağırlıklı olarak sadece, Akyol’un sunumunu aktaracağım. 

Bir sonraki yazıda da hem sunum hakkında, hem de genel olarak, ‘İslam devleti kavramına liberal bir okuma denemesi’ yapmaya çalışacağım.

Aşağıdaki metin, sohbet notları olduğu için, normal bir makaleden beklenmesi gereken özelliklere sahip olmayabilir. Bu yüzden metindeki paragraflar arasında kopukluk olabilir. İhtiva ettiği konular bakımından, liberalizmin her bir alt başlığı, bir paragrafta özetlenmeye çalışmaktadır.  

Şimdi sözü, Akyol’a bırakıyorum:

-Bireycilik (birey hürriyetinin merkezde yer alması)

-Hürriyet

-Eşitlik

Yukarıdaki özellikleri eksenine alan liberalizm, modern çağda gelişen bir ideolojidir.
Modern öncesi çağda da bu üç özellik vardı. İslamiyet’te de vardı. Ancak, modern çağda, hürriyete saldırılar fazla olduğu için, hürriyeti savunma ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Özellikle sanayi devrimiyle ortaya çıkan modern devletlerin, hürriyeti kısıtlamaları karşısında, hürriyeti savunmak, liberalizm ile beraber ortaya çıkmıştır. 

Thomas, ‘modern devlet, bir ejderhadır.’ diyor. Modern devlet, vergi topluyor, çocuğumuzu eğitiyor, bürokrasisi var, polisi var ve çok geniş kapsamlı bir memur ordusu var. Bu canavar, bize tahakküm edebilir. Devletin kurucusu da düşmanı da Thomas Hobbs’dur. 

Hürriyeti savunma adına, Avrupa’da iki damardan söz edebiliriz: Birincisi, Fransa’da Voltaire, Rousseau gibi düşünürlerin geliştirdiği hürriyet fikridir. Bu hürriyet fikri, kilise karşıtı bir söylem geliştirmiştir. Bu yüzden Fransız devrimi kilise karşıtıdır. 

İkinci damar, Anglo-sakson damarıdır. İngiltere’de, kral, yetkilerini devretmeye başladığı için, hürriyet, bir sınıf mücadelesi şeklinde gelişiyor. Bu damarda hürriyet, dine karşı bir tavır olarak gelişmiyor. Bilakis, dine karşı tarafsız kalarak gelişiyor. John Locke, ‘İngiltere’de çok kilise var. Bunlardan hangisinin doğru olduğunu Allah bilir.’ Kimse kendisini tek görmüyor. 

İslam tarihinde de Mürcie mezhebi, ‘kimin doğru olduğunu, Allah bilir’ fikrini savunuyor. Burada da çoğulculuk vardır. Bu görüş ile anglo-sakson anlayışında paralellikler var. 

Prüten mezhebi, Amerika’ya özgürlük için gidiyor. Devlet, tarafsız olsun. İsteyen istediği gibi dinini yaşasın diye.

Bu yüzden, özgürlük, Amerika’da dini özgürlük biçiminde gelişirken, Fransa’da dinden özgürlük, yani dine karşı özgürlük biçiminde gelişiyor. 

Yaratıcının her insana verdiği, çiğnenemez hakları vardır. Hükümetler, bu hakları korumak için vardır(ABD bildirgesinden).

İki türlü liberalizmden söz edebiliriz:

1-Siyasi liberalizm

2-İktisadi liberalizm

Demokrasinin temel kuralı, seçimlerdir. Yani, yönetim, seçilenlerce oluşturulur. Bu günkü liberalizmde ise, uygulamaların hukuka uygun olması önemlidir. Demokratik çoğunluğun, bireyin haklarına aykırı davranmaması gerekir. Bu bakımdan, liberalizme göre, hak ve özgürlüklerin bir üst şemsiyesinin olması lazım.

Başkasına zarar vermediği sürece, insanın özgürlüğüne dokunulamaz. ABD’de birçok yerde, pazar günü içki satılamaz. Washington’da, umuma açık yerlerde içki satılmaz. ABD’de içkinin doğrudan yasak olduğu yerler de vardır. 

ABD’de dini özgürlüklerin sınırı çok geniştir. Siz, ‘biz, şu şu fikirleri olanlar, bir cemaat olarak yaşamak istiyoruz’ diyebilirsiniz. Mesela Amish tarikatı, elektrik öncesi bir dünyada yaşıyorlar, elektriksiz yaşıyorlar. Çocuklarını, devlet okuluna göndermiyorlar. Okullarda, müfredatı da seçme hakkı var. 

İsrail’de İsrail devletinin gayri meşru olduğunu savunan gruplar var. Bunlara göre, İsrail devletinin kurulması için, Mesih’in gelmesi gerekiyordu. Oysa ki Mesih, henüz gelmemiştir. Mesih, henüz gelmeden devlet kurulduğu için, bu devlet, meşru değildir. Ve İsrail devleti bu topluluğu yok etmeye çalışmıyor, belli mahallerde yaşama hakkı veriyor. 

İngiltere’de insanlar, isterlerse kendilerine özel bir hukukun uygulanmasını isteyebilirler. Hatta, son yıllarda, İslam şeriatının uygulanabileceğine dair teklifler var ve bu teklifler çok da yadırganmıyor. Hatta kısmen uygulanıyor. 

Bir toplum, siyasi liberalizmi kabul ettikten sonra, ister dindar bir toplum olur, isterse seküler bir toplum olabilir. Liberalizm, birey hak ve özgürlüklerinin korunmasıdır. Aslında bu gün, bizim, demokrasi dediğimiz birçok özellik, siyasi liberalizmdir. 

İktisadi liberalizm ise, devletin iktisadi hayata girmemesidir. Ya da daha az girmesidir. Bu, liberalizmi kapitalizme paralel hale getiriyor. 

İslamiyet’teki adalet konusunu da bu şekilde düşünebiliriz. İslamiyet, zekat ile, bireylere hayırseverlik görevi veriyor. Komşusu aç iken, tok yatılmasını doğru bulmuyor. Bu, temelde sivil bir iştir. Bu da liberal bir çerçevede uygulanabilir. 

Mesela ABD’de hayırseverlik geleneği vardır. Yılda 700 milyar dolar civarında bir hayır işi vardır. Bu, bütçenin yüzde ikisini teşkil etmektedir. Fransa’da da devletin hayır kurumları var. Oysa ki, sivil bir hayırseverlik de olabilir. 

Faizsiz bir hayat tarzı istemek de bir liberal tavırdır. Liberalizm, itikadi bir öneride bulunmuyor. Sivil bir öneride bulunuyor. 

Liberalizm ile İslamiyet’in çatışma alanları:

1-Ridde: Dinden çıkanın, öldürülmesi olarak bilinen irtidad, aslında siyasi bir meseledir. Savaşta, saf değiştirmenin adıdır. İslam tarihinde, bazı sultanlar, hoş görmediği adamları ‘mürted’ olarak ilan edip öldürtüyorlardı. 

2-Namaz kılmayanın öldürülmesi de yine içtihad yoluyla ortaya çıkan durumlardandır. Kıyas yoluyla ortaya konmuş. Bu yüzden yine, kıyas yoluyla yeni bir içtihad ile yenilenebilir. 

3-Eşcinsellik gibi konular da yine liberalizm ile İslamiyet’in çatışma alanlarına dahildir.
Liberalizmin, dinle çatışmaya başladığı yer, benim liberalizmimin son bulduğu yerdir. Bu yüzden, liberalim diye, her türlü rezaleti benimsemek zorunda değilim. 

Eşcinsel evlilik de liberal ahlak ile çatışıyor. Liberal olup, eşcinsel evliliği savunmaktansa, taaddüd-ü zevcat fikri daha makul görünüyor.
Bu çatışma alanlarına rağmen, dindarlar, liberal bir ekonomik düzende yaşayabilirler. Liberal ekonomik düzenler, devletin müdahaleci olduğu sistemlerden daha iyidir. 

‘Devlet bizim olursa problem olmaz’ demek, İslamiyet adına söylenemez. Devletin yaptığı haksızlıklar, İslam’a mal edilir. ‘Sadece hak, benim mesleğimdir’ derseniz, bu, sistemi, otoriterliğe götürür. 

Vakıf sistemi de sivil bir alandır. Bizde de Fransız sistemi gibi, hayır işlerinde devlet tekeli var ve Kızılay, hayır işlerinde tekel sahibidir. Liberal sistem ise, fiiliyatta daha da başarılıdır. 

İktisadi liberalizmin olmadığı yerde, insan çalışmak istemez. Özel teşebbüs ve özel mülkiyetin olduğu yerde, insan, işe daha fazla sarılır. Böyle birisi, zekatı kendisi vermek ister, devlet eliyle değil.
Liberalizmin bir başka örneği de üniversitelerdir. ABD’de üniversiteleri, sivil insiyatif kuruyor. Türkiye’de ise devlet kuruyor. 

Şeriat devleti düşüncesinde, ‘hangi şeriat?’ diye sormak lazım. Farklı şeriatlar var. Taliban şeriatı, İran Şii şeriatı, Vahhabi şeriatı. Bunlardan herhangi birisini alıp, diğerlerinin üstüne oturtamazsınız. İslamiyet, özünde bir çoğulculuk barındırıyor. 

Modern çağda, Müslüman entelektüel, modern devletin şeklini değiştirip, islam devletini hayal etmeye başladı. ‘Hakiki şeriat’ diye bir elbise bulup, herkese uygulatamazsınız. 

Çoğulculuk, liberal bir ortamda yaşayabilir. Dini çoğulculuk da bu ortamda yaşayabilir. İçtihad kapısının açık olması, bu konuda bize kolaylıklar sağlamaktadır. 

‘Zorunlu din dersi olsun mu?’ sorusu, modern bir sorudur. Zorunlu din dersinde, Alevi ve diğerleri ne yapsın? Liberalizme göre, çocuğun sahibi, ailedir, devlet değildir. Liberal devlet, laik olmayabilir. Laiklik, liberalizmin olmazsa olmaz şartı değildir. 

Bu günkü Kürt sorununda, Kürtlerin kendi kendisini yönetme hakkı, liberal siyasi bir mücadele olarak okunabilir.

500 yıl önce, liberalizm ihtiyacı yoktu. Çünkü, hak ve özgürlükler bu kadar tehdit altında değildi. Dolayısıyla, bu gün hak ve özgürlükleri savunmak adına, liberal olunabilir. Devletin, hak ve özgürlüklere müdahale etmesine karşı, liberalizm, bireyi önceliyor. Modern devlet, nüfus cüzdanı vererek, bireyi tanımlıyor, sınırlıyor. Mesela İngiltere’de, nüfus cüzdanı yok. Ve bu, liberalliğin bir gereğidir.


16 Ocak 2012

Bugün, ‘Müslüman Liberal olabilir mi?’ sorusuna cevap bulmaya çalışacağım. Aslında, soruyu tersinden de sorabiliriz? Liberal, Müslüman olabilir mi?

Her iki soruda da bir ön yargı bulunmaktadır. Ve zımni olarak, Müslüman ve liberalin, önce bir birine zıt iki ayrı dünya görüşünü temsil eden kişileri tavsif ettiğini kabul etmekte, sonra da bu iki ayrı dünya görüşü sahiplerinin, aynı çevreyi paylaşabilip paylaşamayacağını sormaktadır.

Bu ön yargı yerine, liberalizmin ve İslamiyetin ne olduğunu birer cümle ile özetlemeye çalışarak yola çıkalım. İslamiyet, içinde akletmeyi de barındıran ve fakat hükümlerini vahye dayandıran ilahi hükümler mecmuasıdır. Liberalizm ise, aklı eksenine alan ve fakat ilahi hükümleri de akıl ile tartan dünyevi bir ideolojidir.

Bu kısa tarifte özetlemeye çalıştığım şey, İslamiyetin bir din olduğu, liberalizmin ise bir ideoloji olduğudur. Dolayısıyla, bu yazıda dinin çok geniş olan kapsama alanını, bir ideolojinin sınırlı kapsama alanı ile karşılaştırmanın abes olduğunu vurgulamalıyım.

Farklı anlam kümelerini içinde barındırmasına rağmen, ikisinin de dünyevi bir sorunu çözmek konusunda, ilkelerini karşılaştırmak mümkündür. Söz gelimi İslamiyetin ekonomik sahaya ilişkin ilkeleri nelerdir? Liberalizmin ekonomik ilkeleri nelerdir? sorusunu sormak ve cevaplamaya çalışmak, anlamlı bir çabadır.

Yine liberalizmin, devlet aygıtı karşısındaki duruşu ile, dinin devlet aygıtı karşısındaki duruşu arasında karşılaştırmalar yapmak, hatta bazı kavramları ödünç almak mümkündür.

Bediüzzaman, tarih boyunca, felsefenin, dinle barışık olması halinde insanlığın parlak devirler geçirdiğini belirtmektedir.

Bu karşılaştırmayı, liberalizm ile ilgili de yapabiliriz. Liberalizm, dayandığı akli sonuçları, vahyin hükümleri ile çatışma biçimine sokarsa, liberalizm ayrı bir yolda, İslamiyet ayrı bir yolda gider. Dinle barışık felsefe gibi liberalizm de vahiyle barışık giderse, bu insanlığın dünyevi selameti bakımından daha hayırlı bir sonuç verebilir.
Liberalizm hakkında özet bir bilgi vermek, yukarıdaki noktaları karşılaştırmaya yardımcı olabilir.

Fransız ihtilalinin kökeninde üç önemli kavram vardır. Liberte (serbestlik), freternite (kardeşlik) ve egalite (kardeşlik). Bunlardan liberte, liberal düşüncenin kaynakları arasındadır. Bireycilik, özgürlük ve eşitlik ilkelerinden yola çıkan liberalizm, bir aydınlanma felsefesi ürünüdür. Aydınlanma felsefesinin ürünü olması, yer yer onu, bütün aydınlanma ideolojileri ile paralel sonuçlara götürmüştür.

Bir ideoloji bir siyasal düşünce olmasına rağmen, liberalizm, daha çok iktisadi teorilere dayandığından dolayı kapitalizmle paralel bir düşünce yapısı olarak algılanmıştır. Gerçekten de liberalizmin ilk yüzyılı, kapitalist süreçlerle anılır. Bu yüzden liberal düşünce yapısı ilk kuruluş yüzyılında, ‘daha az devletçi daha çok bireyci’ olmasına rağmen, yol açtığı kapitalist süreçlerden dolayı, bir yandan bireyci, öte yandan devletçi bir görünümdedir.

Bu çelişki, yani hem devletçi hem de bireyci olması daha çok birey menfaatine ilişkindir. Devlet, bireyin menfaatlerini korumak, geliştirmek ve daha çok büyütmekle meşgul olmalıydı. Bireyin menfaatleri ne kadar geliştirilirse, toplumun menfaatleri de o denli büyüyecek ve sonuçta devletin çıkarları büyümüş olacaktı.

Böylece, sonuçta devletin çıkarlarını büyütmeyi hedefleyecek şekilde bir birey hakkından söz edilebilirdi. Son tahlilde, söz konusu olan, birey de olsa devlet de olsa fayda, ana eksendeydi. 

Menfaatler, daha çok ekonomik olanlardı. Zira fayda olmadan ekonomik özgürlük, ekonomik özgürlük olmadan bireysel mülkiyet, bunların hepsi olmadan da mutluluk olamazdı.(J.Bentham) Mutluluk dediğimiz, bireysel mutluluktu. Bireysel mutluluğun temelinde de hazz vardı. Devletin amacı, bireysel hazzı maksimize etmekti.(J.S.Mill)

Bireysel hazzı gaye edinmek, bireysel hazzı maksimize etmek, hazzcılıkla sonuçlanmış ve bu güne geldiğimizde insanoğlu, zevki uğruna yapmayacağı bir şey kalmamıştır. Hatta, işkence ve insan öldürmeyi bile zevkleri arasına almıştır. Bu gün gelinen noktada, hazzcılık ‘her şey zevk için’ şeklinde sloganlaştırılmaktadır.

Tam da burada, Bediüzzaman’ın bu günkü batı medeniyetinin gayesi olarak, ‘nefsin hevesatlarını arttırmak’ ve ‘hacat-ı beşeriyeyi tezyid için bazı lehviyat’ olarak tespit etmesini hatırlamak gerekir.

Bireysel hazz dediğimiz kişisel menfaatler, herkese kafi gelmediğinden dolayı, çatışma ve kriz ortamlarının doğması kaçınılmazdır. Nitekim dünya savaşları bu fikrin bir sonucudur. 1929, 1970 ve 2008 yılından beri bütün dünyayı etkisi altın alan finansal ve ekonomik kriz, yine aşırı tüketim ve aşırı üretim anlayışının bir krizidir.

Yine 20. asır öncesi döneminde liberalizm, her ne kadar devletin müdahalesine karşı dursa da, devletin, iktisadi güçler arasında tarafsız kalmasını savunarak, küçük sermaye ve emeğe karşı gittikçe büyüyen kapitalist sermayenin ezici gücüne karşı hiçbir şey yapmamıştır. 

Hatta, ‘Laissezfaire, laissepasse’’Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’ diyerek, kapitalist düşünce yapısının oluşumuna zemin hazırlamıştır.

Sonuçta, ulus-devletin daha belirleyici olduğu, kapitalin belli kişilerde toplanması, sermaye ile emek arasındaki uçurumun daha da arttığı bir dünya kuruldu. 

Bu gün geldiğimiz noktada, liberalizm denince, daha çok özgürlük, daha az devlet, daha çok demokrasi gibi kulağa hoş gelen söylemlerle beraber, eşcinsel evlilik, mutlak bir kadın-erkek eşitliği gibi sevimsiz özgürlük söylemleri de mevcuttur. 

Bunun yanında, çılgınca tüketim özgürlüğü, kapitalizmin üçüncü dünya ülkelerine karşı saldırısına karşı liberal düşüncenin diyeceği çok fazla bir şey yoktur.

30 Ocak 2012

Liberalizmi değerlendirmeye devam ediyorum. Bir önceki yazımda, liberalizmin fikir babalarının sözlerinden, liberal felsefeyi anlamaya çalışmıştım. Özetlersek, geçtiğimiz yüzyılın küresel kapitalizmi, büyük ölçüde liberalizme dayanmaktaydı.

Her ideoloji gibi, liberalizm de değişken olduğundan dolayı, bu günkü liberal düşünce ile on dokuzuncu yüzyıl liberalizmi arasında farklar oluşmuştur. Liberalizmin ilk yüzyılı, sanayi devriminin etkisini açık bir şekilde taşımaktadır. 

Yirminci yüzyılda ise liberalizm, yüzyıl boyunca cereyan eden savaşları üreten küresel bir kapitalizm icat etmişti. Bu yüzden, liberalizm, yavrusu olan kapitalizm ile yüzleşmesi gerekiyor.

Kapitalizmin gelir dengesizliğini doğurmasından dolayı, bazı liberaller, sosyal demokrasinin bazı kavramlarını kullanmaktadır. Buna rağmen liberalizm, kapitalist piyasa mekanizmasına bir çok enstrüman sağlamaktadır. Bu yüzden, kapitalizmin bütün olumsuz yönlerini liberalizmin hanesine yazmak durumundayız.

Yirmi birinci yüzyılda, liberalizmin sosyal demokrasi ile karşılıklı etkileşiminden söz etmek mümkündür. Sosyal demokrasi, devletin sosyal politikalara öncelik verip, ekonomik olarak daha düşük gelir grubunu teşkil eden vatandaşlara devlet desteğini savunmaktadır. 

Oysaki liberalizm, devletin bu tür sosyal politikalar takip etmesine karşı çıkmaktadır. Her ne kadar bazı liberaller, sosyal demokrasinin bu olumlu yönünü kabullenseler bile, genel olarak liberalizm, devlet desteğine karşı çıkmaktadır. Bu olumsuzluğu da liberalizmin hanesine yazmak gerekir.

Özgürlüğü, sınırsız serbestlik biçiminde algılayan liberalizm, eşcinsel evlilik, kadın ve erkek eşitliği ve bunun paralelinde feminizm gibi konularda da sınırsız özgürlükçüdür. 

Bu özgürlükçü tavır, toplum çoğunluğunun özgürlüğünü, eşcinselin özgürlüğüne feda etmektedir. Liberalizm ideolojik bir doktrin iken, cinsiyetçiliğin saldırganlığını özgürlük olarak kabullenmektedir.

Siyasi liberalizm, kendisini bazen iktisadi liberalizmden ayrıştırmaktadır. Sadece birey özgürlüğü ve devlet karşıtlığı ekseninde kendisini tanımlamaktadır. Dünyadaki kapitalist ekonomik buhran, iktisadi liberalizmin popülaritesini azaltırken, siyasi liberalizmin popülaritesini arttırmıştır. 

Bugün Türkiye toplumunda liberal düşünce denince, daha çok siyasi liberalizmden beslenen bir düşünce kulübü akla gelmektedir. Liberal düşünce, bir ideolojiden çok, bir düşünce ekolü gibi görünmektedir.

Geçtiğimiz yüzyılda sosyal demokrat kesimle bazen aynı ortak paydayı paylaşan liberalizm, bu gün kendisinin dışındaki fikir ve gruplardan olumlu tepkiler almaktadır. Katı devletçi Kemalist elitin dışındaki birçok kesimin liberal düşüncenin etki alanına girdiği gözlenmektedir. 

Bu etki, iktidar çevrelerinin önemli bir kısmında ve bazı dindar gruplarda da kendisini göstermektedir. Bunun anlamı, liberal ekolün en azından bir kısım düşünceleri, dindar camia tarafından kabul görmektedir.

Bu satırların yazarı da devlete karşı bireyin özgürlüğü, devletin küçülmesi ve zulüm aracına dönüşmemesi, ekonomide serbest piyasa anlayışı, devletin bütün kesimlere karşı eşit mesafede davranması, ideolojisiz devlet, bütün fikirlerin serbest dolaşımı konularında liberal düşüncenin bazı enstrümanlarının kullanılmasına katılmaktadır.

Liberal düşüncenin, dindar kesime bakışı, diğer bütün kesimlere bakışı gibidir. Bu açıdan, herkese eşit mesafededir ve özgürlükçüdür. Liberal düşünceye göre her türlü görüş, iktidara gelme potansiyeli bakımından eşittir. “Liberal Müslüman olabilir mi?” sorusu önemsizdir. 

Zira, liberal olan, diğer düşünce yapılarına nötr bakmaktadır ve ilgisizdir. Liberal biri, elbette Müslüman da olabilir. Ancak, katı bir liberalizm ideolojisine sahip birisi için, İslamiyet, diğer din ve düşünce yapıları gibi bir yapıdır.

Ancak, Müslüman birisinin liberal oluşu, önemlidir. Zira genel olarak Müslümanlar, devletçi bir düşünce yapısına sahiptirler. 

Devletçi olmak, bireye karşı devleti öncelemek, devleti kutsal kabul etmek, devlet yöneticilerinin yaptıklarını ‘halife’ ve ‘emir-ülmü’minin emri’ gibi görmektedirler. 

Ulu-l emrin yaptıklarına da dini bir motif verilince, devletin bütün yaptıkları, dini bir meşruiyet kılıfı içinde sunulmaktadır.

Böyle olunca, dindarların önemli bir çoğunluğu, devletin yaptığı zulümlere, zulüm dememekte; haksızlıklara haksızlık dememektedirler, diyememektedirler. 

Diyemeyince de demokrasi, adalet, hak ve hukuk kavramları, böyle bir dindar için ikinci üçüncü derecede korunması gereken değerler olarak kalacaktır.

“Müslüman, liberal olur mu?” sorusu, bu tür Müslümanlar için önemlidir ve gereklidir. Daha açık söylemek gerekirse, sözünü ettiğimiz bu kesimlerin liberalleşmesi, liberal düşünce adına değil, İslamiyet adına önemlidir. 

Bu açıdan bakıldığında, Müslümanın liberalleşmesi, dininden feragat etmesi, başka bir ideolojiyi dinine dahil etmesi değil, bilakis, kendi dini normlarına dönüşü ifade ediyor.

İslamın kendi normlarında, bu günkü anlamda devleti kutsayan, bu günkü anlamda devleti hedefleyen bir ‘İslam devleti’ anlayışı mevcut değildir. 

Ne ayetlerde ne de hadislerde, bu günkü modern devletin izlerini bulmak mümkün değildir. İslam düşünce mirasının hiçbir yerinde, bu günkü jakoben ulus-devletin, tepeden inmeci, insan hak ve hukukunu hiçe sayan uygulamalarının örneklerini bulmak mümkün değildir. 

Müstebit hükümdarlar gelip geçmiş olabilir. Ancak bunlar, İslamın istibdadı meşru gördüğüne delil olamaz. Bediüzzaman hazretleri de ikinci meşrutiyet sırasında, ‘İslamiyetin, istibdada müsait olduğunu zannedenler’ olduğundan bahisle, onları şiddetle eleştirmektedir.

İslam düşünce tarihi, devlet kavramına yaklaşımda ilim ehlinin hep mesafeli durduğunun örnekleriyle doludur. Yaşayan İslamın bu günlere taşıyıcısı olan dört mezhep imamının devlete karşı mesafeli duruşu, dört halife devrinde, Hz. Ali (ra) dönemi hariç, devleti yönetme konusunda sahabeler arasında bir mücadelenin olmaması, İslamın sadece devlet eliyle yaşanacak ve yaşatılacak bir din olmadığını ortaya koymaktadır. 

İslam ana damarını teşkil eden ehl-i sünnetin ulemasının büyük çoğunluğu, devlet kademelerinde görev almaktan çekinmişlerdir. 

Devlet eliyle, bir mezhebin resmi mezhep haline gelmesi ise münferit bir vak’adır ve bu da ehl-i sünnet çizgisinde değil, mu’tezile mezhebinin iktidara gelmesinden sonradır.

Gerçekten de Abbasiler zamanında, Halife Me’mun halife olduktan kısa bir süre sonra 30-40 yıl boyunca mu’tezile mezhebi, devletin resmi mezhebi haline gelmiş ve diğer mezhep saliklerine hayat hakkı tanınmamıştır. 

Bir çok ehl-i sünnet alimi, devlet eliyle Kur’anın mahluk olduğunu kabul etmeye zorlanmış, kabul etmeyenlerin bir kısmı öldürülmüş veya işkence çektirilmiştir. 

Hambeli mezhebinin ana kurucusu kabul edilen Ahmed bin Hambel bile, yıllarca işkence görmüş ve yerinden yurdundan sürülmüştür. İtikadi bir tartışma alanında kalması gereken Kur’anın mahluk olduğu fikri, sadece tartışma alanında kalmamış, siyasi alana da taşınmıştır.  

Öyle anlaşılıyor ki, resmi mezhep anlayışı, mu’tezile tarafından İslam düşünce tarihine miras bırakılmıştır. Ve yine iktidar eksenli bir İslami düşünce yapısı da yine mu’tezile tarafından bize miras bırakılmıştır. 

Zira, Mu’tezile iktidardan düştükten sonra, ehl-i sünnet çizgisindeki bazı halifeler de mu’tezile alimlerine baskı yapmışlardır.

Bu tarihten sonra, ‘İslam devlet’lerinde, zaman zaman mezheplerin resmi ideoloji haline gelmesinden söz edebiliriz. Devletin resmi bir mezhebinin olmasına karşı çıkmak gerekir. 

Buna karşı çıkmanın adı, liberalizm olabilir, laiklik olabilir, ya da başka bir isim bulunabilir. Ancak adı ne olursa olsun, devletin resmi bir mezhebi olmamalıdır.

Osmanlı’nın son döneminde, teşebbüs-ü şahsi ve adem-i merkeziyeti savunan Prens Sabahattin ve takipçileri de, ‘ahrar’ fırkasını kurmuşlardı. 

O dönemdeki ahrar, bu günün liberalleri idi. Bediüzzaman da ahrarı, genel olarak desteklemekte ve özgürlükçü fikirlerini savunmaktadır.

Bu güne geldiğimizde, istibdada karşı, özgürlükçü, hak ve adalet savunucuları ile birlikte el ele vermek, hak ve hakikatin bir gereğidir. Bu, liberaller için de geçerlidir. 

Hıristiyan ruhanileri ile de ortak müştereklerde buluşan bir mü’min, liberallerle de ortak müştereklerde buluşabilir. Müştereklerde buluşmak, onların yanlış fikirlerini de savunmayı gerektirmemektedir.

Öyle ise, bir Müslümanın liberal olması, bir liberalin Müslüman olmasından evladır.

http://www.risalehaber.com/musluman-liberal-olabilir-mi1-12273yy.htm internet sayfasından alınmıştır.

1 yorum:

  1. Bir araba dolusu laf-i guzaf..
    Mustafa Akyola birkac yil once, bir yil boyunca su soruyu sordum: Liberalizm de Komunizm/Sosyalizm/Fascizm?v.s. gibi HerkeseYekYasalci degil mi? Allah Kitabinda "De ki! "senin yasan sana, benim yasam bana!"" demiyor mu? Siz liberalistlerse "Bizim Yasa herkese yeter!" demiyor musunuz? Siz liberalistler, komunistler gibi aslinda 19yy sonlarinda anarsitlerin HerkeseYekYasalcilara karsi YokYasa pesinde helak olduklarini gordukten sonra GecikmeliYokYasalcilar olarak turemediniz mi? Siz liberalistlere/komunistlere gore YokYasanin bilinmez bir gelcekte EVREN tarafindan gerceklestirilebilmesi icin hem nitel hem de nicel kosullarin olusmasi gerekli degil mi?

    Simdi buraya aktarilan bu yazilar sorularima cevap mi?

    Lutfen elinizi vicdaniniza koyup siz karar verin.

    YanıtlaSil