Popüler Yayınlar

26 Nisan 2013 Cuma

Vergileme, demokrasi ve normalleşme [ Yorum - Eser Karakaş ]

5 Ocak 2012


Türkiye'nin anormal bir ülke olması hepimizin hayatını çok zorlaştırıyor. 

Bu aşamada yapılması gereken ilk iş, herhalde "anormal"den neyi kastettiğimizi bilmek. 

Herkes toplumsal yaşamda anormale ilişkin farklı tanımlar yapabilir ama benim bu kelimeden anladığım, özel alanda değil ama kamusal alanda kurumların, bu kurumların işleyişlerinin, en genel anlamda kamu hukukunun evrensel hukuk ile uyumsuzluğu. Bu noktada evrensel kelimesi ile Batı anlamında demokratik hukuk devletlerine gönderme yaptığımı belirtmeme bile gerek yok diye düşünüyorum.

Türkiye'de kamusal yaşam, kamusal alanın kurumları ve işleyişleri, kamu hukukumuzun en genel çerçevesi "anormal" sıfatını fazlasıyla hak ediyor, zira bu çerçeve yukarıda belirttiğim anlamda evrensel hukukun çok dışında bir manzara arz ediyor.

Ancak bu anormalliğe temel teşkil eden konulara değinildiğinde ilk akla gelenler ile ilk akla gelmesi gerekenler arasında azımsanmayacak bir açı farkı mevcut. Kamu hukukumuzun en genel çerçevesi ele alındığında ilk akla gelen anormallikler zaten anayasanın yazımı düzeyinde kendilerini ortaya koyuyorlar.

Anayasada buram buram kokan anlamsız milliyetçi-ırkçı göndermeler, sivil-asker, din-devlet ilişkilerinin anormalliği ilk akla gelen anormal alanlar; bu alanlarda en kısa sürede normalleşme doğrultusunda adımlar atılması şart.

Bu liste daha da uzatılabilir, ünlü liberal düşünür Friedrich von Hayek'in belirttiği gibi, belki de toplumun dinamiklerini daha iyi yansıtma anlamında gerçek anayasa olan medeni kanundaki anormallikler de ön plana çıkarılır, tüm bu alanlarda normale yaklaşılır, demokrasi ve hukuk devleti alanında da önemli adımlar atılmış olur.

Ama bu konular belki de ünlü benzetmede olduğu gibi aysbergin sadece suyun üzerinde gözüken küçük bir bölümü; belki de başka bir alanda mevcut çok yapısal bazı olumsuz belirlenmeler aslında yukarıda özet olarak değinmeye çalıştığım anormalliklerin gerçek ve temel nedeni.

Burada kastettiğim konu ise Türkiye kamu maliyesinin en temel sorunu olan vergileme, daha açık bir ifade ile de vergi mükellefiyeti meselesi. Tarihsel olarak da, teorik olarak da demokrasinin kökeninde vergileme meselesi yatıyor; vergileme meselesinin bir iktisatçı için etkinlik boyutu var, adalet-hakkaniyet boyutu var, kamu hizmetinin niteliği, büyüme, gelir bölüşümü boyutları var ama en az bunlar kadar önemli bir de demokrasi boyutu var.

Bu alanda ise ülkemizde yapısallaşmış çok önemli bir sorun var; maliyeciler vergi tasnifi yapar iken dolaylı-dolaysız vergi ayırımı yaparlar, dolaylı-vasıtalı vergilerin vergi-yurttaşlık bilinci oluşturmada yetersiz kaldığını, dolaysız-vasıtasız vergilerin ise yurttaşlık bilincinin yerleşmesinde, kamu harcamalarının en gerçek denetçisi olarak mükellefin ön plana çıkmasında çok daha etkin bir rol oynadığını öne sürerler.

Vergileme-demokrasi ilişkisi modeli özünde seçmenin kamu harcamalarının miktar ve kompozisyonunu oy mekanizması ile belirleme, ama bunu yaparken siyasetçiye sipariş ettiği kamu hizmet harcamasının finansmanını da yapmasına dayalıdır.

Seçmen, kamu hizmet harcamasının miktarı ve kompozisyonunu çeşitli siyasi partilerin parti programlarına yönelttiği oylarıyla belirler, siyasetçi de bu siparişi üretir ve seçmene geri döner, seçmen de vergileriyle bu siparişin üretilmesini finanse eder; yurttaşlık ilişkisinin özü bu siyasi değişim modeline dayanır ama bu süreçte seçmenin ödediği verginin hesabını siyasetçiden sorabilmesi toplam verginin önemli bir bölümünün beyanname esaslı dolaysız vergi ödenmesine bağlıdır, ancak bu tür bir vergi ödemesi yurttaşlık bilincinin oluşmasına katkı yapar.

VERGİ VEREN 'DEMOKRAT' VATANDAŞ 

Ülkemiz Türkiye'de 2011 genel seçimleri seçmen listelerinde elli milyona yakın yurttaş var idi; demokratik siyasi değişim modeline göre de bu elli milyona yakın yurttaş-seçmen 2011-2015 döneminde siyasetçinin üreteceği kamu hizmet sepetinin miktar ve kompozisyonunu belirlediler.

Ancak söz konusu demokratik değişim modelinin gerçekleşmesinin elli milyona yakın seçmenin kritik bir bölümünün beyanname esaslı gelir vergisi ödemesine de bağlı olacağını, aksi durumda modelin havada kalacağını da unutmamak gerekir.

Bu aşamada Türkiye'deki duruma resmi istatistikler üzerinden bir bakmanın yararlı olacağı kesindir; yukarıda belirttiğim gibi elli milyona yakın seçmene karşı kaç kişinin beyanname esaslı dolaysız vergi mükellefiyeti kapsamında olduğu temel belirleyicidir.

Gelir İdaresi Başkanlığı'nın ilginç ve öğretici internet adresinden 2011 Aralık itibarıyla gelir vergisi faal mükellef sayılarını görebiliyoruz; bu mükellefler beyanname vererek gelir vergilerini ödeyen mükellefler.

2011 Aralık itibarıyla söz konusu mükelleflerin sayısı bir milyon 703 bin; işin çok ilginç yanı, bu kategorideki mükellef sayısının 2001 gibi bir kriz senesinde daha fazla, bir milyon 768 bin olması. 2002 sonrası yaşanan yüksek büyüme oranları sürecinin faal gelir vergisi mükellef sayısını yükseltmemesinin, hatta azaltmasının açıklaması nasıl olabilir, doğrusu çok net göremiyorum.

Ancak çok daha önemli olan, söz konusu yaklaşık bir milyon 700 bin beyannameli gelir vergisi mükellef sayısının elli milyon dolayındaki seçmen içinde kabul edilemeyecek ölçüde düşük bir orana tekabül etmesidir.

Demokratik değişim modeli (catallaxy) çerçevesinde ülkemizde elli milyona yakın yurttaş kamu hizmeti harcamalarının miktar ve kompozisyonunun belirlenmesine oylama süreciyle karar veriyorlar ama bu seçmen kitlesinin ancak yüzde dördüne yakın bir bölümü beyanname vererek gelir vergisi öderken bu kamu hizmeti üretim sürecinin finansmanına vergi mükellef bilinciyle bir biçimde katkı yapıyorlar.

İşgücüne katılım oranının yüzde elli dolayında olduğu, 24 milyon çalışanın yaklaşık on milyonunun kayıt dışı çalıştığı, faal gelir vergisi mükellef sayısının iki milyonun altında olduğu bir ekonomide vergileme-demokrasi ilişkisinin sakat çalıştığı aşikârdır.

Türkiye diğer siyasi anormalliklerini çözerken, söz konusu mali anormalliğe seyirci kaldığı ölçüde ileri bir demokrasi aşamasına ulaşması imkânsızdır; zira demokrasinin özü vergilemeden, beyannameli mükellef sayısının yani kamu harcamalarını bilinçli bir biçimde denetleyecek mükellef-yurttaş sayısının artmasından geçmektedir ama bu konu siyaseten sanıldığından da sancılı bir konudur.

Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek'in gündeme getirdiği gelir vergisi kanununda değişiklik önerisi büyük ölçüde bu hedefe yönelik gibi durmaktadır; ücret gelirlerinin de beyanname verilerek gelir vergisi kapsamında vergilendirilmesi süreci Türkiye'de demokrasi yolunda atılmış en büyük adım olacaktır ve Maliye Bakanlığı'nın bu işi başarabilecek potansiyeli vardır.

Mevcut ücret geliri vergilendirme yöntemiyle olgun bir demokrasiye geçmek mümkün değildir; normalleşme süreci ancak o gün rayına oturacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder