Popüler Yayınlar

23 Nisan 2013 Salı

DİL ARTIK DEĞİŞMELİ

17 Nisan 2013


Bazı problemler vardır ki kan davası güder gibi peşinden gidilerek çözülemez, bazen bu acıları unutmak ya da bir süreliğine de olsa buzdolabına kaldırmak gerekir.

Aksi takdirde hayatın gündelik parçası haline gelen geçmiş, geleceğimize ve ilişkilerimize de yön verir.

Sürekli geçmişle yaşamak, geçmişin muhasebesini eksik muhayyile ile yapmak, geçmişin yeniden ve bambaşka bir şekilde inşasına sebep olur.

Bu inşa sonucu geçmişin failleri bir süre sonra zombi filmlerindeki karakterler gibi aramızda dolaşmaya başlar ve bizden olmayan herkesten kuşku duymak normal bir hal alır.

Suçlu ile suçsuz, haklı ile haksız, ilgili ile ilgisiz birbirine karışır. Türkiye’de özellikle Alevilik konusunda bu rahatsız edici durum had safhadadır.

Özellikle Alevi kamuoyunun göz önündeki isimleri sıklıkla uzak ve yakın geçmişi hatırlatarak hem Alevileri hem de genel kamuoyunu etkilemeye çalışıyor ancak artık kanıksanan bu tavrın başarılı olamadığı bir gerçek çünkü bu tavır bir yandan Alevilerin daha çok içe kapanmasına, karşı tarafın(?) ise pek çok noktada sorunu görmezden gelmesine ve yok saymasına sebep oluyor.

Geçmişte yaşanan olumsuzlukların, o günlerin politik yapısı ve çetrefilli ilişkileri göz ardı edilerek, hatırlatılması ve sürecin aynen devam ettiğinin düşünülerek yeni düşmanlar aranması ve üretilmesi tarafları birbirine yaklaştırmıyor, aksine uzaklaştırıyor.

Yüzlerce yıl önce farklı konseptlerde gerçekleşen Yavuz’un ve Kuyucu Murat’ların katliamlarını, Ebu Suud’ların fetvalarını hatırlatmak uzun Osmanlı asırlarındaki asıl portreyi ortaya koymak yerine kolaycılıktan başka bir şey değil.

Kızılbaşlar ile Osmanlı Devleti’nin gönül bağlarının koptuğu Çaldıran sonrasında bile her şeye rağmen Cumhuriyet döneminde gerçekleşen ve derin güçlerin ortaklığıyla işin içine halkın karıştığı katliamların bir benzerinin Osmanlı tarihi boyunca yaşanmadığını bilmek gerekir.

Osmanlı tarihi boyunca Sünni halk –devlet güçlerini kastetmiyorum- Kızılbaş olduğu için yakın bir geçmişte Çorum’da, Maraş’ta olduğu gibi komşularına saldırmamış, onların mallarını yağmalamamış, hamile kadınların karınlarını yarıp daha doğmamış bebekleri öldürmemiştir.

Ama Cumhuriyet döneminde Alevilere karşı –derin güçlerin rolü inkâr edilemese bile- halkın da işin içine karıştığı ve alet oldukları şiddet hareketlerinin çok uzun bir silsilesi mevcuttur.

Türkiye’de Alevilik sorununun çözümüne bence bu noktadan başlanması gerekiyor. Öncelikle gerek Alevilerin ve de gerekse Sünnilerin geçmişte yaşanmış bu fecaatlerin kaynağının İslam mı yoksa değil mi tartışmasından vazgeçmeleri gerekiyor.

Sünni kamuoyunun bu şiddet olaylarındaki figüranlıklarının sebeplerini araştırma cesareti göstermesi ve bu olayların vahametini kabulün İslam dinini küçük düşüreceği ve Müslümanların suçlanacağı endişesinden vazgeçmesi gerekiyor.

Hâlbuki bu tavır tam da istemedikleri şeyin yani bütün suçun İslam ve Müslümanlar üzerine kalmasına sebep oluyor.

Alevilerin de bu şiddetin sebebinin “Sünnilerin Kızılbaş düşmanlığı ve kendilerini kâfir görmesi” olduğu düşüncesini yeniden revize etmeleri gerekli.

Yukarıda değindiğim gibi Osmanlı tarihinin en karanlık dönemlerinde bile Sünni halk Alevilere saldırmazken nasıl olup Cumhuriyet döneminde toplumsal bir histeri gibi Alevilere yönelik şiddet eylemleri devlet eylemi olmaktan çıkıp halk eylemlerine dönüşmüştür bunun altyapısı doğru okunmalıdır.

Bu doğru okumanın başlangıcı Osmanlı döneminde her şeye rağmen dinî hayatın çok renkliliğe sahip olduğunun, Aleviliğin resmen yasaklansa bile fiilen serbest olduğu gerçeğinin kavranmasına bağlı.

Tasavvufi yaşam içerisinde Alevi-Sünni tüm tarikatlar neredeyse iç içe varlıklarını sürdürmüşlerdir. Cumhuriyet döneminde ise bu çok renklilik yok edilerek yeni ulus inşası çerçevesinde yeni bir Türklük tanımı yapılmıştır.

Bu tanımda ortak noktalar inanç yönünden Müslümanlık, Sünnilik, Hanefilik ve Maturidilik seçilmesine rağmen bireylerin bu kimliklerini ev içinde yaşamaları ve sokağa taşımamaları, laik bir yaşam sürmeleri arzulanmıştır.

Bütün bu işler Diyanet eli ile sağlanmaya çalışılırken bir yandan da İslam Türk milliyetçiliğinin bir harcı haline getirilmiştir.

Ve yeni rejim Alevilik konusunda daha ileri giderek Aleviliği sadece resmen değil fiilen de yok sayarak, Osmanlı’nın ötesinde tahkir etmiştir.

Yakup Kadri başta olmak üzere pek çok Cumhuriyet aydını Aleviliği tahkir edici eserler ortaya koymuştur.

Soğuk savaş döneminde komünizm tehdidine karşı din desteklenirken dinden ziyade yobazlık, tahammülsüzlük topluma işlenmiştir.

Cumhuriyet’in başlattığı Aleviliği ret hareketi, soğuk savaş döneminde farklı sebeplerle Aleviliğin komünizmle eşleşmesine sebep olmuştur.

Bu dönemin bir sonucu olarak Türkiye’de 3K (Kızılbaş, Komünist ve Kürt) gibi korkunç bir türün varlığı kabul edilirken komünizmle mücadele adına Aleviler açık hedef haline getirilmiştir.

Tüm bunlar doğrudur ancak bugün bunları tekrar tekrar hatırlatmakla bir yere varamayacağımız açık çünkü yaşamak zorunda olduğumuz mekân belli ve başka bir şansımız yok.

Geçmişte yaşanan kötü olayları bir süreliğine rafa kaldırmakta hepimiz için fayda var. Bunu yaparak yaralarımızın sağalması ve bugün için yapılabilecekleri daha akl-ı selim ile ele alabilmek için kendimize zaman tanımamız gerekiyor.

Bugün, ister Alevi olalım ister Sünni ya da başka bir şey “din ve vicdan özgürlüğü” ve “laiklik” kavramları üzerinde var olan önyargılarımızı bir kenara bırakarak yeni okumalar yapmamız gerekiyor.

Aksi takdirde dünden getirdiğimiz yanlış paradigmalar ile sorunlarımızı çözmemiz mümkün görünmüyor.
Uzatılan her elin arkasında hain emeller aramak yerine bazen dile getirilen temennileri yeterli görmek gerekiyor.

Türkiye toplumu çok uzun zamandır sürekli olarak politize ediliyor, bu nedenle hepimizin yeni bir dile ihtiyacı var. Birbirimizi anlayan, empati kurabilen, geçmişle yüzleşmeye çalışan, suçlamak yerine kendi dahlimizi sorgulayan ortak bir dil geliştirmemiz gerekiyor.

Bu dili inşa ettiğimiz gün halkın barış arzusuna devlet içindeki hiçbir güç karşı koyamayacaktır. Bunun böyle bilinmesi ve kötü niyetlilerin olduğu değil iyi niyetli insanların daha fazla olduğu düşünülerek umut etmek gerekiyor. Barış ancak bu topraklarda böyle yeşertilebilir.

*LDT Alevi-Bektaşi Araştırmaları Merkezi Direktörü

 http://www.zaman.com.tr/yorum_dil-artik-degismeli_2079086.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder