Popüler Yayınlar

22 Nisan 2013 Pazartesi

İLİM MERTEBELERİ - 2

Abdullah Aymaz
Bir önceki yazımızda insan beynindeki ilmin mertebeleri üzerinde durmuştuk. Biraz daha üzerinde duracağız:

Üstad Hazretleri, “İtikadın başkadır, iltizamın başkadır. Her birinden çıkar bir hâlet: Salâbet itikaddan, taassub iltizamdan” diyor.

“İmtisal, izandandır” tesbitini yapıyor. Yani, emre itaat ve İslâmiyet’i yaşamak; iz’an denilen tam olarak anlayıp, derin bir tasdikten sonra olur.

Sırf “tasdikten” iltizam çıkar. “Taakkul” de “bîtaraf”; yani sadece aklî idrâk tarafsız yapar. Yani aklen anlamış olduğu meseleyi tasdik edebilir de, etmeyebilir de… 

“Bîbehre” tasavvurda. Yani sadece tasavvur derecesinde bir bilgiyle insan bir şey elde edemez. “Tahayyül”de ise eğer insan hakikat ile bunu birleştirip bütünleştirmeyi beceremezse, safsatalara düşer.

Ali Ünal Bey’in dediği gibi: “Her ne kadar insanlar zaman zaman hayallerine ilim süsü verseler de, sadece hayal, genellikle safsata doğurur.

“Bâtıl şeyleri güzel tasvir etmek her demde sâfî olan zihinleri yaralamadır, hem dalâlete atıp yanlış, hatta sapık yollara sürüklemedir.”

Bu bâtıl şeyleri ikiye ayırabiliriz. Bir kısmı itikada ait meseleler. Bir kısmı da ahlâka müyayir hususlar…

Üstad Hazretleri, Kur’an’ın mucizelik yönlerini 40 vecihten izah eden Yirmi Beşinci Söz’ün başında diyor ki:

“Bu Mucizat-ı Kur’aniye Risalesi’ndeki ekser âyetlerin her biri, ya mülhid dinsizler tarafından tenkit sebebi olmuş veya fenciler tarafından itiraza uğramış veya cinnî ve insî şeytanların vesvese ve şüphelerine maruz olmuş âyetleridir. İşte bu Yirmi Beşinci Söz öyle bir tarzda o âyetlerin hakikatlarını ve nüktelerini beyan etmiş ki, dinsizlerin ve fencilerin kusur zannettikleri noktalar mucizelerin parıltıları Kur’anî belağatın kemâlâtının beslendiği kaynaklar olduğu, ilmî kaideleri ile isbat edilmiş. BULANTI VERMEMEK için onların şüpheleri zikredilmeden kati cevap verilmiştir.” (Yirmi Beşinci Söz, Giriş Bölümü)

“Dinsizlerle ve bilhassa Avrupa mukalliyetleriyle MÜNAZARA ile meşgul olanlar, büyük bir TEHLİKEYE maruzdurlar. Çünkü, nefisleri tezkiyesiz ve emniyetsiz olması ihtimaliyle yavaş yavaş karşı tarafa mağlup olur.

Tarafsız muhâkeme ve düşünme denilen insaflı davranma anlayışı ile yapılan bir MÜNAZARADA nefs-i emmâreye  itimad edilmez.

Çünkü insaflı bir MÜNAZARACI hayalî bir MÜNAZARA sahasında,  ara sıra karşı görüşün elbisesini giyer, ona bir DÂVÂ VEKİLİ olarak onun lehinde müdafaada bulunur.

Bu vaziyetin tekrarıyla BEYİNDE bir TENKİT LEKESİ  meydana geleceği için, ZARAR verir.” (Mesnevi-i  Nuriye, Zeylü’l-Hubab)

Üstad Hazretleri,  içimize Avrupa’dan sızmış şu hazır edebiyatın durumunu şöyle özetliyor: “Edebiyatta üç hareket alanı vardır; onlar içinde gezer, hâricine çıkamaz.

Ya aşk ile güzelliktir, ya kahramanlık ve yiğitlik, hakikatın anlatılıp resmedilmesi… İşte yabanî (Avrupaî) edebiyat ise, kahramanlık noktasında hakperestlik yapmaz.

Belki zâlim insanların gaddarlıklarını alkışlamakla kuvvet perestlik hissini telkin eder. Güzellik ve aşk noktasında, hakikî aşkı bilmez.

Şehvet uyandıran bir zevki nefislere de şırınga eder. Hakikatı tasvir etme maddesinde, kainata İlahî bir sanat suretinde bakmaz, Rahmanî bir boya suretinde göremez.

Belki TABİAT noktasında tutar, tasvir eder, ondan ucuza kurtulamaz. Yine onun yüzünden gelen dalâletten ileri gelen ruhun ızdraplarına o edepsiz edebiyat teskin edici ve uyutucu bir ilaç gibidir; hakikî fayda vermez.

Tek bir ilacı bulmuş, o da romanlarıymış. Kitap gibi canlı cenaze, sinema gibi hareket eden ölüler!.. Ölmüş bir şey hayat veremez.

Hem tiyatro gibi, tenâsüh tarzı, mazi denilen geniş kabrin hortlakları gibi şu üç nevi romanlarıyla hiç de utanmaz.

İnsanların ağzına yabancı bir dil koymuş, hem insanın yüzüne fâsık bir göz takmış, dünyaya iffetsiz ve düşkün kadın fistanını giydirmiş, mücerred (soyut) güzellik tanımaz.

Güneşi gösterirse, sarı saçlı güzel bir artisti okuyucunun (seyircinin) hatırına ve hayaline getirir. Zahiren şehvete, zevk ve eğlenceye düşkünlük fenadır, insanlara yakışmaz.” der.” diyerek zararlı neticeyi gösterir.

Halbuki sefahate öyle teşvik eder bir şekilde, bir tasviri yapar ki, ağız suyu akıtır, akıl hâkim kalamaz. İştihayı kabartır, kötü arzuları heyecanlandırıp harekete geçirir, his daha söz dinlemez.” (Lemaat Risalesi)

Üstad böylece çok net biçimde gerçekleri gözler önüne seriyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder