Popüler Yayınlar

22 Nisan 2013 Pazartesi

Toplumsal izolasyon ve yalnızlığın erken ölümlere etkisi var mı?

Başlıkta okuduğunuz ve fazla izaha ihtiyacı olmayan iki hususun hangisinin fert hayatı açısından daha zararlı olduğunu düşünüyorsunuz?

Bu soruya herkes kendi bilgi, tecrübe ve akıl yürütmeleriyle bir cevap verebilir.

Geçenlerde dünyaca ünlü bir Amerikan gazetesinde bununla alakalı bir haber yayımlandı. Haber İngiltere’de 6 bin 500 kişi üzerinde ilmi usullere göre yapılmış ve 10 yıl süren istatistiki bir araştırma ile Utah ve Şikago üniversitelerinde yapılan çalışmalara dayanıyordu.

Sonucu hemen söyleyeyim:

“Yalnızlık insana acı veriyor ama toplumsal izolasyon insanı öldürüyor.”

Yalnızlık da, toplumsal hayattan kendini soyutlama da aslında dünya karşısında bir tavır, bir duruş, bir pozisyon alış demek.

Biri diğerinin sebebi veya sonucu değil ama insanı ölüme götüren yolda ‘öyle gibi’ gözüken ve mutlak manada birbirlerini etkileyen, tetikleyen iki sonuç bu.

Pekâlâ nedir insanın koskoca dünyadan ayrılıp küçük dünyasının içine kapanmasının sebebi veya sebepleri? Hukuk diliyle ifade edecek olursak suçlu kim? Ortada bir veya birden fazla suçlu var.

2004 yıllarına dayanan ilk araştırma sonuçlarına göre ilk sebep fakirlik ve sağlık problemleri. Bu iki sebeple  başta aile fertleri olmak üzere akraba ve arkadaş çevresiyle ilişkisini kesen mutsuz kişilerin akranlarına nispetle daha kısa yaşadıkları tespit edilmiş.

Söz konusu iki sebebin iyileştirilmesi ve tamamıyla kontrol altında, belli bir program dahilinde yapılan arkadaş, akraba ve dost çevresi ile kurulan ilişkiler söz konusu kişilerin hayata daha olumlu bakıp hayatın içine girmelerini ve daha uzun yaşamalarını netice vermiş.

Bu iki husus bana hadis-i şeriflerde zikredilen iki ayrı hakikati hatırlattı. İlki, Efendimiz’in (sas) fakirlikten Allah’a sığınması ve onu “neredeyse küfür olacaktı” nitelemesi ile anlatması.

İkincisi ise yine Efendimiz’in (sas) her daim Allah’tan sağlık, sıhhat ve afiyet dilemesi.

Suçlu: Teknoloji

Gelelim Utah ve Şikago’daki çalışmalara; bu çalışmalar yine aynı sonuçların elde edildiği çalışmalar ama bu defa sebep değişik.

Londra’dakine nispetle daha yeni ve farklı bir açıdan hadiseye yaklaşan bu çalışmaların bulduğu suçlu; teknoloji.

Hani şu dünyayı avucumuzun içine koyup bizi gerçek manada dünyalı yaptığına inandığımız teknoloji. Yanlış değil bu cümle.

Gerçekten “akıllı telefon” dedikleri teknoloji dünyayı avucumuzun içine koydu. Anında dünyanın neresinde ne olup bittiğini öğrenmek istediğimiz ölçüde bize veren ve bu açıdan bizi dünyalı yapan, uzakları yakın eden buluş.

Belki de asırlar önce bazı filozofların “dünya vatandaşlığı” kehanetinin bir başka şekilde gerçekleşmiş hali. Onlar bunu siyasi bağlamda söylüyorlardı, hadise kültürel alanda gerçekleşti.

Ama bu buluş aynı zamanda bizi kendi küçük dünyamıza hapseden, zaten çekirdek haline gelen ailemizi daha da parçalayan, eş-dost, akraba-arkadaş çevresinden önce fiziki ardından manevi bağlamda koparmakta.

Öyle ki aynı evin veya arabanın içinde ailenin her bir ferdi elinde akıllı telefonlar, tablet bilgisayarlarla kendi dünyasını yaşıyor.

Hakikat bu olmakla beraber söz konusu bu çalışmanın bizlere aktardığı ilginç bir sonuç daha var ki; bu sonuç bana çok ilginç geldi.

Araştırmaya göre neredeyse hiç kimse bu gerçeği kabullenmiyor ya da kabullenmek istemiyor.

“Facebook, Twitter, e-mail, TV vs. yakın çevremle birebir münasebet içine girmeme engel oldu” demiyor, diyemiyor.

Bu itirafı yapamayınca yalnızlık ve toplumsal hayattan izole olmanın hızı artıyor ve sonuç ölümün çabuklaşması.

Pekâlâ önerileri ne uzmanların? Şaka gibi gelecek belki size ama söyledikleri şeyler çok basit;

“Konuşacağınız bir arkadaşınız olsun; öğle yemeği yiyin beraber; yürüyüşe çıkın”.

Ardından da ilave ediyorlar; “Uzun vadede çok büyük faydasını göreceksiniz”.

Pekâlâ neden “şaka gibi gelecek belki size” dedim. Şaka gibi zira tedavi yöntemi ya da çözüm olarak sunulan bu öneriler son tahlilde insani varlığımızı, insan oluşumuzu, canlı veya cansız sair varlıklardan farkımızı idrakle doğru orantılı şeyler.

Farklı bir dille ifade edecek olursam aslında dünya görüşümüz ve onu belirleyen ya da etkileyen inançla doğru orantılı şeyler.

Bugün insanoğlu olarak bizler evet teknoloji üretiyoruz; üretiyoruz ama ürettiğimiz bu teknoloji bizi insani varlığımızdan uzaklaştırıyor. Fıtrî çizginin dışına atıyor.

Olması gereken, İlahi iradenin durun dediği yerin çok ama çok uzağına götürüyor. Teknoloji düşmanlığı olarak algılanmasın bunlar.

Bunları yazarken bile teknolojinin nimetlerinden istifade ediyoruz. Hayır, kastettiğim gaye ile vesilenin, amaç ile ‘araç’ın birbirine karıştırılması. ‘Araç’ın amaç haline getirilmesi.

İnsanı yeniden kazanmak

İnsanı yeniden üretmek zorundayız. Onu yeniden kazanmak ve hayata kazandırmak zorundayız. İnsan kendi varlığını toplumsal bir zeminde gerçekleştirir.

Yaradan böyle dilemiş zira. İnsanlığın İftihar Tablosu, “İnsanların en hayırlısı insanlara en faydalı olandır” diye anlatmış bu fıtrî ve külli hakikati bize.

Hasta ziyaretinden cenazeyi teşyi etmeye, muhtaç olanların maddi manevi yardımına koşmadan dargınları barıştırmaya uzanan, neresinden bakarsanız bakın günlük 24 saatinin istirahat zamanları hariç her dakikası, her saniyesini ve her salisesini insanların içinde insanlarla birlikte geçirmiş; tasavvufi ifadesiyle halvet’i değil celvet’i tercih etmiştir.

Sonuç; insana sadece insan olduğu için değer veren bir zihniyeti yeniden ikameye ciddi ihtiyacımız var. Yunus diliyle “yaratılanı Yaratan’dan ötürü hoşgören” ve onun imdadına koşan bir yaklaşıma.
 
Tahmini istatistiklere göre 2025 yılında dünyada 8,5 milyar insan yaşayacakmış. Hindistan 2 milyarlık nüfusla Çin’i geçecekmiş.

Şimdilerde yüzde 32 olan şehirlerde yaşama oranı 2025’te yüzde 57’ye yükselecekmiş vs. İnsan kendi küçücük dünyasında sevgiye, saygıya hasret bir biçimde tek başına olduktan sonra dünya nüfusu 8,5 milyar olsa ne olur, olmasa ne olur?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder