Popüler Yayınlar

21 Nisan 2013 Pazar

THATCHER'IN ARDINDAN

19 Nisan 2013


İngiltere’nin eski başbakanlarından Margaret Thatcher’ın ölümü pek çok yoruma yol açtı.

O, İngiltere’nin 20. yüzyıldaki en önemli iki başbakanından ikincisiydi.

 İlki, II. Dünya Savaşı’nın özgür dünya tarafından kazanılmasındaki rolüyle öne çıkan, nüktedan ve hazır cevap Churchill’di. Churchill, bir aristokratik aileden gelmekteydi. Thatcher ise orta hâlli bir ailenin çocuğuydu.

Her ikisi de Muhafazakâr Parti’ye mensuptu. Churchill nasyonal sosyalist Almanya ile faşist İtalya’nın yenilgiye uğratılmasındaki katkılarıyla dünya sistemine yön veren liderler arasına katıldı, fakat ülkesinde kalıcı bir iz bırakamadı.

Thatcher ise hem ülkesini dönüştürdü hem de bir ölçüde bu dönüşüm üzerinden bir ölçüde de dünya politikasında yaptıklarıyla günümüz dünyasının şekillenmesine tesir etti.

Bu yüzden, ölümünün gerek ülkesinde gerekse dünyada geniş yankı yapması ve farklı şekillerde yorumlanması sürpriz olmadı.

Tepkilerin rengini, doğal olarak, yorumcuların ideolojik konumları belirledi. Solda yer alanlar genellikle çok sert fakat temelsiz yorumlar yaptı. The Economist ise Thatcher için “Özgürlük Savaşçısı” manşetini çekti.

Thatcher’ın ülkesinde yaptıklarının niçin önemli olduğunu anlayabilmek için, onun iktidara gelmesinin hemen öncesinde İngiltere’nin durumuna bakmak gerekir.

İngiltere, Fabian Sosyalistleri’nin kehanetine uygun olarak, II. Dünya Savaşı sonrasında, demokratik yollarla sosyalist bir sisteme doğru sürüklenmişti.

1970’leri yakından gözlemleyen John Blundell’in işaret ettiği üzere, ekonominin kilit sektörlerinde üretim araçları devlet sahipliği altındaydı.

Verimsiz ve yozlaşmış devlet şirketleri ülkenin ekonomik kaynaklarını yiyip bitiriyordu. İşgücü piyasaları tamamen sendikaların kontrolündeydi ve güçlü sendika federasyonları adeta kanunların üstündeydi.

Marjinal vergi oranları çok yüksekti. Meşhur, kabiliyetli ve zengin olanlar ülkeden kaçmaktaydı. Ülke ekonomisinin dünyadaki yeri gerilemekteydi.

Bu şartlar altında İngiltere 4. Dünya’nın ilk ülkesi olmaya adaydı. 1., 2. ve 3. Dünya olarak tasnif edilen ülkelerden farklı olarak, sanayileşmiş zengin bir ülkeyken fakir ülke konumuna düşen ülkelerden oluşacak bir 4. Dünya’ya öncülük edecekti.

Thatcher, 1979 genel seçimlerinde, böyle bir ortamda, seçmenler tarafından iktidara taşındı. Muhafazakâr gelenekten gelmesine rağmen 20. yüzyılın dev liberal iktisatçıları F.A.Hayek ve M.Friedman’dan etkilenmişti.

Hatta bir seferinde partili arkadaşlarına Hayek’in “The Constitution of Liberty’’ (“Özgürlüğün Temel Yapısı’’) adlı kitabını göstererek, “siyasî programımız bu!’’ mealinde konuşmuştu.

Başbakanlığa hızlı başladı, birkaç yıl içinde ekonomik bir devrime imza attı. Devlet şirketlerini özelleştirdi, böylece dünyada özelleştirmenin öncüsü oldu.

Devlet regülasyonlarını ve kontrollerini azaltarak hür teşebbüsün önünü açtı. İşçi Partisi’nin Keynezyen talep yöntemi politikalarını Friedman’ın monetarizmiyle ikame etti.

Marksistlerin kontrolündeki işçi sendikalarının tehditlerine boyun eğmedi, onlarla pazarlık yapıp ekonomik programını değiştirmedi.

Sendikaları hukukun hâkimiyeti ilkesine uymaya zorladı. Bu tavır, sendikaların radikal yöneticilerden arınıp daha ılımlı solcu liderlerin yönetimi altına girmesini kolaylaştırdı.

Mahallî idarelerin kontrolündeki evleri arpalık olmaktan çıkartıp, kiracılarına uygun şartlarla sattı. Bütün bu reformlar iyi sonuçlar verdi.

1975’te % 27 olan enflasyon 1986’da % 2,4’e indi. Grevler ülkesi İngiltere’de işgücü kayıpları azaldı, 1979’da 29 milyon olan iş günü kaybı 1986’da 2 milyona düştü.

En yüksek vergi oranları % 83’ten % 24’e indi. Ülkenin ekonomik verimliliği yükseldi. Yerli ve yabancı yatırımlar arttı. İngiltere, böylece, tabiri caizse, “kefeni yırttı’’.

Thatcher’ın iktisat politikaları öyle başarılı oldu ki, hem ülkesinde -üstelik Thatcher gibi peş peşe üç seçim kazanan sosyal demokrat T.Blair tarafından- hem de dünyanın çeşitli yerlerinde taklit ve takip edildi.

Thatcher, uluslararası politikada da aktif ve etkiliydi. Bir taraftan Sovyet İmparatorluğu’na karşı dik durdu, bir taraftan da, Amerikalı şahinlerin baskısına rağmen, Sovyet sistemini uygarlaşma istikametinde reforme etmek isteyen Gorbachev’e dostluk elini uzattı.

Böylece dehşet rejimlerinin kaynağı komünizmin dünyanın üçte birindeki egemenliğine son veren sürece katkı sağladı. Ancak, ne yazık ki, Güney Afrika’daki ırkçı “apartheid rejimi”ne karşı Sovyetlere karşı sergilediği basireti gösteremedi.

Hataları yok muydu?

Elbette vardı. Her şeyden önce, o bir politikacıydı ve liberal fikirlerden etkilenmiş olmasına rağmen bir muhafazakârdı.

Bazı sosyal ve kültürel alanlarda, en azından söylem düzeyinde, otoriter tavırlar takındı. Murray Rothbard’ın o yıllardaki bir yazısında işaret ettiği üzere, vergi eşitliği adına “kişi vergisi” (poll tax) koydurtması insanın fizikî varlığının vergilendirilmesi anlamına geldiği için kabul edilmesi zor bir vergiydi.

Üstelik miktarı, bu tür vergilerde olması gerekenin tersine, çok yüksekti. Nitekim, bu vergi, hem Muhafazakâr Parti’nin hem İşçi Partisi’nin kontrol ettiği mahallî idareler tarafından üçte bir oranında yükseltilen mahallî vergilerle birlikte, büyük sokak isyanlarını ateşledi.

Refah devletini ıslah etme, devlet harcamalarını kısma kuvvetli retoriğine rağmen, Thatcher yıllarında, devlet malî olarak küçülmedi.

Thatcher iktidardan ayrıldığında devletin GSYİH’dan kaptığı miktarın oranı hemen hemen iktidara geldiği zamankiyle aynıydı.

The Economist’e göre, Thatcher’a yönelik eleştiriler iki biçimde belirebilir. İlki, daha çok reform yapabilecekken doğru yolda yürümeyi yeterince sürdürmediği olabilir.

Thatcher solun mahallî idarelerdeki tekelini kırarken, adem-i merkeziyetçiliği takviye etmek yerine iktidarı Whitehall’de topladı.

İkincisi, tam tersi açıdan, Thatcher’ın politikalarının son ekonomik krizin temellerini attığı söylenebilir. Bunun gerekçesi olarak Thatcher’ın reformlarıyla İngiltere’de finans hizmetlerinin ekonomi içindeki payının büyümesi gösterilebilir.

Bu yaklaşımda bir abartma olduğu kesin, zira finans sektörü sadece İngiltere’de değil, bütün Batı’da ve birçok faktörün tesiriyle büyüdü.

Ayrıca, sektörün büyümesi kendi başına kriz kaynağı olamaz. The Economist’in de belirttiği üzere, Thatcher reformları olmasaydı İngiliz ekonomisinin durumu bugün çok daha kötü olurdu.

Toplu olarak değerlendirildiğinde, zamanımızda dünyanın daha az değil daha çok Thatchercı politikalara -yani devletlerin azaltılmasına ve geriletilmesine- ihtiyacı var.

Evet, bu dünyadan, sevaplarıyla günahlarıyla, bir Margaret Thatcher geçti.
a.yayla@zaman.com.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder