Popüler Yayınlar

23 Nisan 2013 Salı

Sur kapılarının sırlarını biliyor musunuz?

29 Mart 2013

- İSTANBUL

İstanbul surları boyunca sıralanan ve çoğu hâlâ  tarihî yarımadaya girişi sağlayan kapıların, maziden gelen birer hikâyesi de var. 

Bu hikâyelerden belki de en ilginci, Yeni Kapı ve Sultan 4. Murat hakkında anlatılanı.

İstanbul surları üzerinde Roma ve Bizans dönemlerinde faal olarak kullanılırken Osmanlı döneminde hiç kullanılmayan kapılar da mevcuttur. Son şehir kuşatması gerçekten diğerlerine göre çok daha etkili olmuştur.

Ve böyle bir hazırlık karşısında şehrin savunucuları sur kapılarını tahkim ederlerken bir kısmını da örmek zorunda kalmışlardır. Çünkü şehir çok büyüktür ve dört bir yana dağılmış kapıların her birinin güvenliğini aynı oranda sağlamak pek de kolay değildir.

Zaten şehirdeki insan sayısı da ortadadır. İşte tüm bu nedenlerden dolayıdır ki; kapıların bir kısmını duvarlaştırmak zorunda kalmışlardır. Osmanlı’nın fethi sonrasında bu kapılar yeniden gözden geçirilecek, şehrin yeni sakinlerinin kullanımlarına göre düzenlenecektir.

Kuşatma sırasında örülü hale getirilen kapıların bir kısmı da yeniden açılmayarak öylece bırakılacaktır. Bugün bu örülü kapılar sur duvarları üzerinde hâlâ görülebilmektedir.

Topkapı Sarayı’na adını veren kapı

Bugün yaygın hali ile Topkapı Sarayı dediğimiz Osmanlı Sarayı’nın adı Sultan 1. Mahmud dönemine kadar Topkapı Sarayı değildi. Yani ne Fatih Sultan Mehmet Han, ne Yavuz ya da Kanuni ve Hürrem Sultan bu saraya hiçbir zaman Topkapı Sarayı demediler.

Sarayın adı ‘Saray-ı Cedid’ idi. Ta ki Sultan 1. Mahmud tarafından, sarayın Sarayburnu tarafına kuleli bir kapı yapılana kadar. Bu kapı Fatih Sultan Mehmet’in, girişe yaptırdığı Babüsselam’ın aynısı idi. Sultan Mahmud, bu yeni kuleli kapının önüne top da koyduracak, Sarayburnu’ndan gemilerle geçmekte olan şeref konukları için bu toplar ateşlenecekti. İşte önüne top konulan bu yeni kapıya bir anda Topkapısı, tarihi Osmanlı Sarayı’na da Topkapısı Sarayı denmeye başlandı.

Kapı üzerindeki dev balık

İstanbul’a tarih içinde uğrayan gezginler Topkapısı’ndan bahsederken, kapının üst eşiğinde bulunan devasa bir kaplumbağa kabuğu ve dev bir balığın iki insan boyundaki iskeletini de anlatırlar. Anlatıldığı üzere, 1705 yılında murina adlı bir tatlı su balığı Karadeniz’e girerek yolunu şaşırır ve İstanbul önlerine kadar gelir.

Sarayburnu önlerinde karaya vuran bu balık, insanları hayrete düşürür. Sultan 3. Ahmet’in emri ile tartılan balık 1.600 okka gelir. Balığın dev iskeleti hatıra olarak kapının üzerine zincirler ile asılır. Yabancı bir gezgin bu iskeletten bahsetmekte ve “Kapıda iki insan boyunca büyük eğri bir iskelet asılıdır.” demektedir.

Gayrimüslimlere altın saçan padişah

Geçenlerde Amerikalı bir turist bayanın öldürüldüğü, bugün ıssızlığı dolayısı ile insanın önünden geçmeye çekindiği bölgeyi merak ediyor musunuz? 17. yüzyılın ikinci yarısında Eremya Çelebi, Balıkhane kapısı olarak da adlandırılan bu bölgeyi ve cinayetin işlendiği Ayazma’yı bakın nasıl anlatıyor:

“Sahilden biraz ileride denize doğru Balıkhane Köşkü, surun üzerinde de Balıkhane kapısı vardır. Burada ağaçlar içinde bir de çeşme bulunuyor. Saraya açılan ikinci kapıdan bostancılar işler. Bu kapının üstünde Sinan Paşa Köşkü vardır. Bir ayazması da bulunan ve Kumluca denilen bu yerde hastalar kuma gömülürler. Hz. İsa’nın dağda tebdil-i suret edişi mucizesi anısına her yıl 6 Ağustos günü Ermenilerle Rumlar davul zurnalarla Kumluca’ya gelir yer içerler, zamanın padişahı da İncili Köşk’ten gayrimüslim kullarının eğlencesini izler, pencereden altınlar saçarmış.”



İncili Köşk

Arnavut asıllı, Yemen ve Tunus fatihi Sinan Paşa tarafından Marmara surlarının üzerine inşa edilen bu şaheser, kubbesinden aşağıya inciler sarkıtıldığı için İncili Köşk adını almıştı.

Açılışında dört gün boyunca törenler düzenlenmiş, yemekler verilmiş hatta İncili Köşk’ün önünde kayıklar yarıştırılmıştı.

Son gün saray haremine açılan köşkü bu kez hanımlar ziyaret etmiş ve tüm gün süren kutlamaları bu kez onlar gerçekleştirmişti. İncili Köşk, bir merasim mekânı değildi, sadece bir seyir köşkü idi. Denize bakan cephesinden donanma gösterileri izlenirdi.

Sultan Murat, 1595 yılının Ocak ayına ait bir akşamüstü yine İncili Köşk’e inmiştir. Oturduğu divandan, yanındaki hanendelerden, söylemeleri için bir şarkı ister; “Bîmarım ey ecel bu gece bekle canım al”. Sanki vefat edeceğini biliyor gibidir. Ve gerçekten mesane rahatsızlığı çeken padişah, birkaç gün içinde vefat eder.


Ahır Kapı ve şehitleri

Osmanlı döneminde saray ahırlarının ahır Kapı civarında bulunması, buraya bu ismin verilmesine sebep olmuştur.

Fakat bölgedeki ahırların Osmanlı’dan öncesine de uzandığı sanılmaktadır.

Millingen, Bizans döneminde de burada ahırların bulunduğunu söylemekte, hatta İmparator 3. Mikhael’in saray ahırlarını özellikle anlatmaktadır.

Ahır Kapı adı sadece buradaki sur kapısını anlatmakla kalmamış, içinde bulunduğu semt, civarındaki Ahır Kapı Dalyanı, Ahır Kapı Feneri, Ahır Kapı İskelesi, Ahır Kapı İskelesi Sokağı, Ahır Kapı Gazinosu, Ahır Kapı Mescidi, Ahır Kapı Meydanı vb. mekânlar da bu isimle anılmıştır.

Reşad Ekrem Koçu’ya göre bu kapı civarında İstanbul’un fetih şehitlerinden 41 şehit yatmaktadır. Yine aynı yazar, İstanbul Ansiklopedisi’nin Ahır Kapı maddesinde buradaki şehitlerden feyiz alarak yetişen Ahır Kapılıların Kurtuluş Savaşı’nda büyük fedakârlıklar gösterdiklerini, Milli Mücadele için İstanbul’dan kaçırılacak silahların Ahır Kapı surlarının gediklerinde saklandığını anlatmaktadır.

Yeni Kapı (Vlanga-Langa)

Yeni Kapı ya da Langa Kapısı olarak adlandırılan geçiş, İstanbul’un meşhur Langa Bostanı’na sırtını dayamaktadır. Eski adı bilinmeyen kapı, ‘Langa Mahallesi’nde bulunması dolayısı ile bu ismi almıştır. Hemen yakınındaki Büyük Langa bostanı, iri ve lezzetli salatalıkları ile meşhurdur.

Yeni Kapı ile özdeşleşen Langa o kadar büyüktü ki, üst taraftan Mevlevihane Kapı’ya kadar gidiyordu. Buradaki Mevlevihane, yukarıdaki sur kapısına Mevlânâ Kapı adını verirken, kendisi de Marmara’ya bakan bu kapının adını almış ve Yenikapı Mevlevihanesi olmuştu. 

İlerleyen yıllarda liman, Bayrampaşa Deresi’nin alüvyonları ile dolmuş ve kullanılamaz hale gelmiştir. Bundan sonra bölge ekim dikim işleri için kullanılmaya başlanacak ve Langa adını alacaktır.

Fetihten sonra geçirdiği tamirattan dolayı Yeni Kapı adını aldı diyenler olduğu gibi, “Sultan 4. Murat ile bir müneccim kayıkçının diyalogları neticesinde bu isim ortaya çıktı” diyenler de mevcuttur. Rivayete göre 4. Murat o gün Marmara denizi sahilinde gezintiye çıkmıştır.

Tabii ki tebdil-i kıyafetle. Derken kıyıdan bir kayıkçıyı çağıracak ve sandalına binerek karşıya geçmek isteyecektir. Hemen herkesle laflayan ve halkının içinde dolaşan şeyleri öğrenmeye hevesli olan padişah, kayıkçı ile de konuşmaya durur. Derken kayıkçı kayıktan sarkmakta olan bir ipi çekmeye başlar. Ucunda bir testi vardır. Sudan çıkardığı testide de içki. Padişah bozulur ve sorar;

“Sultanımız içkiyi yasaklamamış mıydı?”

Kayıkçı, pek aldırmayarak,

“Sultanımız nereden görecek denizin ortasındayız” der. Az sonra afyon çıkarır. Çekmeye başlar. Padişah hepten kızar ama sabreder. Yine aynı soruyu sorar. Kayıkçının cevabı da değişmez. Ne de olsa denizin ortasındadırlar. Az sonra kayıkçı cebinden fal taşları çıkarmasın mı?

Sultan 4. Murat’ın en sevmediği şeylerden biridir fal. Kayıkçı, müşterisinin falına bakmayı teklif eder. Sultan Murat, yine sabreder. Kayıkçı, taşları sallayıp sorar.

“Efendi sorunu sor bakalım?” Padişah sorusunu sorar;

“Şu an sultanımız nerededir.” Kayıkçının cevabı da ilginçtir;

“Sultanımız şu an denizdedir.” Padişah,

“İyi bak, der yakınımızda falan olmasın.” Kayıkçı bir daha bakarken durumu kavrar ve nadim olur.

Yalvararak affını ister. Padişah, merhamete gelir ve onu sınamak isteyerek şöyle der:

“Sana bir soru soracağım, doğru bilirsen affederim.” Kayıkçı merakla soruyu bekler;

“Benim birazdan kayıktan indikten sonra hangi kapıdan şehre gireceğimi bilirsen kurtuldun. Yoksa cezana hazır ol.” der. Kayıkçı razı olur ama bu zeki adamın da padişaha bir şartı vardır. “Sultanım, şimdi ben hangi kapıyı söylesem siz bir başkasını tercih edebilirsiniz. İyisi mi ben tahminimi bir kâğıda yazayım ve siz de seçtiğiniz kapıdan geçene kadar bu kâğıda bakmayın. Geçince okursunuz.” der.

Teklif padişahın aklına yatar. Derken kıyıya yanaşırlar. Padişah, bir elinde kayıkçının tutuşturduğu kâğıtla karaya ayak basar, surlara yaklaşır ve yanındaki askerlere emrini verir.

“Tiz şurada yeni bir kapı açın.” Askerler önlerindeki suru delerek küçük bir kapı açarlar. Padişah, şehre buradan girer. Sonra merakla elindeki kâğıda göz atar.

Kâğıtta şöyle yazmaktadır:

“Yeni kapınız hayırlı olsun sultanım.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder