Popüler Yayınlar

26 Nisan 2013 Cuma

Sessiz ordu sular gibi çağlar mı? [ Yorum - Mahmut Çebi ]

15 Eylül 2012, Cumartesi - Mahmut Çebi
 
 

Ekstremizme, başkalarına hayat hakkı tanımamaya, her türlü teröre, şiddete karşı olduğunu her fırsatta açık açık vurgulayan ve sesini duyurabilmek amacıyla var gücüyle barış içinde birlikte yaşama çağrısı yapan Hocaefendi’ye ve Hizmet’e “sessiz ordu” sıfatını uygun görenler büyük haksızlık yapıyorlar. 

Bu kişiler bilerek veya bilmeden mühim bir mesajın batılı insanlara ulaşmasını engellemeye çalışıyorlar. Bu mesaj: Hristiyan ve Müslüman dünya savaşın değil barışın ve yardımlaşmanın esas olacağı, huzur ve emniyet eksenli yeni bir medeniyeti birlikte kurma, bu kez tekniğin değil, insanın keşfedileceği yeni bir Rönesans’ın fırsatını yakalama mesajıdır.


Dünyayı şu an saran çoğu Batı kaynaklı fikir akımları içinde Türkiye’ye ait tek bir akım yok. İlk kez Türkiye kaynaklı, Anadolu soluklu, insan kokulu bir dünya görüşü hem Batı’da hem de dünyanın bir çok ülkesinde anlatılıyor, taraftar buluyor, seviliyor ve paylaşılıyor.

‘Yeni insan’a vurgu yapan, ‘insan düzelmezse dünya da düzelmez’ fikrini seslendiren ve teoriyi pratikle birlikte götüren bu yeni görüş, Doğu kaynaklı olması sebebiyle yabancılanıyor, garipseniyor, farklı gelen söylemleri yüzünden anlaşılmıyor. Bu durum ise onun hem cazibesini artırıyor, hem de ona karşı olan korkuyu… Zaten bütün yeni fikirler tarih boyunca hep bu şekilde karşılanmamış mı?

Fethullah Gülen Hocaefendi bu dünya görüşünün bilinen ismi. O İslami eserleri ve doğu klasiklerini, bazılarını birkaç kez olmak üzere, çok iyi okumanın ötesinde, Shakespeare, Balzac, Voltaire, Rousseau, Kant, Zola, Camus, Sartre, Bertrand Russel, Puşkin, Tolstoy ve başkalarını da okuyan bir Müslüman düşünür. Kendi ifadesiyle “Bacon’ın Mantık’ından Russell’in Nazari Mantık’ına, Pascal’dan Hegel’in diyalektiğine, Dante’nin İlahi Komedyası’ndan, Goethe’nin Mefistosu’na, oradan Picasso’daki obje-suje ilişkisine kadar değişik mevzuları keyf alarak araştıran” bir okur. Prof. Doğu Ergil, Fethullah Gülen Hocaefendi’yi analiz ettiği kitabında onun okumaları sonrası ulaştığı çizgi ile ilgili olarak şu tespitleri yapıyor:



“İnsan hayatı, madde ve mana alemi diye birbirinden kopuk iki dünyadan oluşmaz, oluşamaz. Bu nedenle her ikisine de ait bilgi kaynaklarına ulaşmak ve onlardan beslenmek gerekir. Bu, kamil bir insan olmanın gereğidir. Bir din adamının donanımı, sadece dini kaynaklarla sınırlı kalırsa, o din adamı evrensel bir düşüncenin meyvelerinden yararlanamaz, yorum ve ilhamlarıyla günümüz insanına yaşamın çetrefil problemlerinde yeterince yol gösterici olamaz.”

Fethullah Gülen Hocaefendi insanlığın zorlu bir geleceğe doğru gittiğini belirterek, bu gidişatı güzelleştirecek muhabbet gönüllülerinin yetiştirilmesini ve bu kişilerle insanların huzur bulacakları barış adacıklarının oluşturulması tavsiye ediyor.

O bu konuda din adamlarına büyük vazife düştüğüne inanıyor. Onlara çağrıda bulunarak dünya barışı için bir araya gelinmesi, ortak çalışmalar yapılması ve bu yönde insanlara telkinde bulunulmasını istiyor. Din adamlarının tarihte hiç görülmemiş bir birlikteliği gerçekleştirmesinin şart olduğunu söylüyor.

Gülen bu evrensel çağrısını yıllar öncesinden pratiğe aktarmış bulunuyor. Almanya’nın saygın Frankfurt Allgemeine Zeitung (FAZ) gazetesinin Türkiye ve Ortadoğu uzmanı Rainer Hermann, Hareketin diyalog ve hoşgörü kültürünün değerlerini de oluşturduğunu vurgulayarak Türkiye’deki gayri müslim azınlıkların, Fethullah Gülen’in kendileri ile samimi bir diyalog arayışında olan ve bunu gerçekleştiren ilk Müslüman lider olduğunu 1994 yılı gibi çok erken bir zamanda anladıklarını ifade ediyor.

Amerika’daki 11 Eylül saldırılarından 7 yıl önce başlatılan ve aralarında bazı Müslümanlar da olmak üzere her kesimden alınan ağır eleştirilere rağmen, devam ettirilen bu faaliyetler açık bir samimiyetin ürünü olduğu için Türkiye’deki Hristiyan, Yahudi, Ermeni tüm din mensupları tarafından takdirle anlatılmakta ve devam ettirilmektedir.



Fethullah Gülen yeni bir dünya düzeni önermiyor. O, fedakar, diğergam olmayı ve yardımlaşmayı esas alan yeni bir insan tipi öneriyor. Çünkü onun teorisine göre insan düzelirse dünya da düzelir.Irçılığa, ayrımcılığa ve egoizme onun felsefesinde yer yok. 

Günümüzde cari olan “yaşama ideali” yerine “yaşatma idealini” öne sürüyor. Gülen Hocaefendi, insanın hem maddi hem manevi yönüyle yeniden tarif edilmesini, sadece tüketen bir aksesuar olarak görülmek yerine herşeyin merkezine oturtulmasını istiyor. 

Çevrenin insan ruhuna uygun sevgi ve muhabbeti hedef alan bir mimari ile yeniden düzenlenmesini, bitkiler dahil tüm hayat sahibi canlılara göre tezyin edilmesini savunuyor. Cehaletin en büyük felaketlerden biri olduğunu belirterek, özellikle gençlerdeki cehaletin mutlaka önlenmesi gerektiğini vurguluyor. 

Tüm gençler için kaliteli modern eğitim, kültürlerarası diyalog ve kültürel ve dini gruplar arasında işbirliği hareketin olmazsa olmazı. Gülen dini bilimin önünde bir engel olarak görmüyor. O bilimsiz dinin kör, dinsiz bilimin ise topal olduğu görüşünü seslendiriyor. 

Onun yaklaşımına göre İslam, modern bilimsel yaklaşımı kınamadığı ve reddetmediği gibi, onu tanrılaştırmıyor. Gülen, bilimsel ilerleme ve modernleşmenin islami veya dini kimliğe bağlı kalınarak da gerçekleştirilebilir olduğunu pratikte de göstererek bu yaklaşımının doğruluğunu ortaya koyuyor.

Gülen Hocaefendi bir yandan en ileri seviyede bilimin öğrenilmesini teşvik ederken, ona paralel olarak yüksek ahlaki değerler, insan sevgisi ve toplumu daha ileriye götürecek fedakârane çalışma şevki gibi müspet şahsi özelliklerin gençlere kazandırılmasını gerekeli olduğunu vurguluyor.


Hareketin sosyolojik analizini yapan Amerikalı akademisyen Prof. Helen Rose Ebaugh’un tespitiyle “hareketin görünür ve şeffaf olması, toplumdan kendisini tecrit etmek yerine toplumla bütünleşmeyi amaçlaması, otoriter olmayan bir yapıya sahip olması, gelenekselciliğin lehine modernliği reddetmemesi, meşru da olsa belli bir hedefe ulaşma yolunda bir vasıta olarak şiddeti reddetmesi” dünyanın bir çok ülkesinde hareketin cazibesini ve ona duyulan güveni artırmaktadır.

Yukarıdaki satırlar hareket mensuplarının düşünce dünyasını ve onlara sorulan “siz kimsiniz?” sorusuna özet cevap veriyor.


HİZMET TÜRKİYE HARİCİ ÜLKELERE NİÇİN GİDİYOR?

Onlarla ilgili sorulan bir diğer soru ise niçin dünyanın farklı ülkelerinde var olduklarıdır. Nasıl ki liberaller ve kapitalistler gibi fikir akımlarının taraftarları “kazanma” amaçlı kendi düşüncelerini tüm dünyaya anlatıyorlarsa, Gülen Hareketi’nin destekçileri de aynı amaç fakat “kazan-paylaş” düşüncesiyle insanlara ulaşmaya çalışıyorlar.

Sayın Gülen kendisinin bizzat uyguladığı, ‘entelektüel müessir olmak istiyorsa fikrini bizzat temsil de etmeli’ görüşünü, Hizmet katılımcılarının mutlaka olması gereken vasıflarından birisi olarak seslendiriyor. Gülen Hocaefendi, düşüncelerini bizzat pratiğe aktarmayı başaran nadir ‘praksist’ düşünürlerden biridir. Bielefeld Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ina Wunn da bu tespitin doğruluğuna vurgu yapıyor.

Wunn, Gülen’in, insanın değerini merkeze alan bir yaklaşımla eğitime ağırlık vererek bir aydınlanma hareketi başlattığını, bunu toplumla barışık bir şekilde götürdüğünü ve bunda başarılı olmasının önemli sebeplerinden birinin anlattığını yaşayarak örnek olması olduğunu söylüyor.

Gülen Hocaefendi’nin anlattığını yaşayarak sergilemesi ve bunu aynı zamanda hayata da aktarması ona duyulan güveni ve sevgiyi artırmıştır. Onun tavsiyelerinin hayatlarını hem zenginleştirip hem güzelleştirdiğini gören insanlar, fikirlerin doğal gönüllüsü olarak bunu çevrelerine de anlatmaya başladılar. Hareket önce Türkiye’de yaygınlaştı ve kurumsallaştı.

Sonrasında ise birebir tanışmalar ve Türkiye dışından gelen ziyaretçilerin beğenisi sonrası gelen davetlerle, Hareket mensupları başka ülkelere de gitmeye başladılar.

Yurtdışına açılmak Hareketi hızla evrensel boyuta taşıdı. Gidilen her ülkede sevilmek, yerel insanlarla hızla kaynaşıp dertleri ve sevinçleri paylaşmak, hem gidenlerin hem de karşılayanların güvenlerini artırdı. Onlarla buluşan ve sonrasında onları tanıyan farklı din, mezhep ve etnik kimliğe sahip insanlar “siz olduğunuz gibi görünüyorsunuz.

Ortama göre söz, kılık ve tavır değiştirmiyorsunuz. Kimliğinizden ve kültürünüzden utanmıyor, sergilemekten kaçınmıyorsunuz. İkiyüzlülük yapmıyorsunuz. Sizi o yüzden seviyoruz ve güveniyoruz.” ifadelerini kullanıyorlar.

Onlar örnek aldıkları bilge insanlardan biri olan Mevlana Celaleddin Rumi’nin “Ne olursan ol yine gel.” sözünü daha ileriye taşımayı kendilerine hedef seçmişlerdi. Ama sonrasında bunu daha da ileri taşıdılar. Şimdilerde “Ne olursan ol biz sana geliyoruz.” diyerek her kapıyı tıklatmaya çalışıyorlar.

Örnek aldıkları bir diğer bilge olan Yunus Emre’nin “Gelin tanış olalım” sözü onlara rehber oluyor. Sürekli kültürel temaslara girip farklı ülkelerden yeni muhataplar buluyorlar. Muhataplarına kendilerini tanıtmanın yanı sıra onları kültürleri ve tarihleriyle tanıyarak, birlikte dün ve bugün üzerine konuşuyor ve gelecekte ortak neler yapılabileceği üzerine derin sohbetler gerçekleştiriyor, ortaya çıkan yeni fikirleri gerçekleştirmek üzere çalışmalara koyuluyorlar. Sözlerinde durmaları ve samimiyetleri muhataplarına güven veriyor.

Gittikleri ülke sayısı 100’den fazla. Hareket gönüllülerinin hepsi başaramasa da, büyük çoğunluğu takdir edilecek boyutta dünya dillerine vakıf oluyorlar. Afrika kabilelerinden Asya yerlilerine kadar yüzlerce farklı kültürden insanlarla kendi dillerinde gizli ve sessiz değil, açık açık ve gümbür gümbür diyalog kuruyor, seviyor ve seviliyorlar.

NE YAPMAYA ÇALIŞIYORLAR?

Onların gittikleri ülkeleri sevmeleri, kendi ülkelerini unuttukları manasına gelmiyor. Onlar aynı zamanda vatansever insanlar. “Türkiye’den geliyoruz, inançlı insanlarız” derken ne gurur duyuyorlar, ne de utanıyorlar. Sohbet ve muhabbetin yani diyaloğun insanları yakınlaştırdığını keşfettiklerinden beri ülkelerini ve insanlarını tanıtmaktan büyük mutluluk duyuyorlar.

Herkesi kendi konumunda kabul ediyor, kimseyi ötekileştirmiyor ve değiştirmiyorlar. Dünya kültürlerini bir zenginlik olarak görüyor ve hepsini yaşatma konusunda kültür olimpiyatları düzenliyor, benzer çalışmalara da destek oluyorlar.

Hizmet katılımcıları ne yapıyorlar? sorusunun cevabını ise bu gidişlerin sonrasında kurulan okullardan mezun olan farklı din ve kültürlere mensup çocuklar veriyorlar. Onlar yapılan şeyin görünen meyveleri. O yetişen çocuklara bakıp, onların düşüncelerini, dünya görüşlerini dinleyip sorunun cevabını bizzat onlardan almak herkes için mümkün.

ONLARIN DÜNYASINDA AYRIMCILIK YOK

“Yaradılanı severiz yaradandan ötürü” diyerek Müslüman olsun, Hristiyan olsun, başka bir din mensubu veya ateist olsun herkesle muhatap oluyor ve onları şaşırtan ve hoşlarına giden ilginç fikirler, farklı perspektifler ve takdir edilen çalışmalar ortaya koyuyorlar. Sadece menfi konuşanlar dünya tarihinde bir kere bile bir medeniyet kuramadıklarını biliyorlar.

O yüzden karanlığa küfretmek yerine mum yakmayı tercih ediyorlar. Bardağın hep dolu tarafını görüyorlar ve insanlara ümit vermeyi asli bir vazife biliyorlar. Bediüzzaman Said Nursi’nin ‘Güzel gören, güzel düşünür, güzel düşünen hayattan lezzet alır’ ilkesini yaşayıp göstererek insanlara örnek olmaya çalışıyorlar.

Hareket mensupları, tüm insanlık alemini bir aile olarak gören bir düşüncenin temsilcileridirler. O yüzden Almanya ile Madagaskar’ın veya Mısır ile Şili’nin onların gözünden bir farkı yoktur. Büyük düşüncelerin hayata geçmesinin büyük işlerden değil, insanların gönlüne girecek ve karşılık beklemeden yapılacak küçük iyiliklerden geçtiğini bilirler. Sözleriyle değil yaşantısı ile örnek olmak, sürekli kendini eğiterek her gün daha iyi olmaya çalışmak, anlattığını yaşayarak göstermek, şahsi tecrübesinden elde ettiği ışıkla başka birini aydınlatmak, dünya çapında değil, ev, sokak, semt veya şehir boyutunda güzel işler yapmak onların çalışma tarzıdır.

HİZMET ERENLERİ EVRENSEL UYUM ARAYIŞINDA

Yüksek insani değerler etrafında buluşan gönüllüler topluluğu olan Hizmet mensupları evrensel bir uyum arayışında oldukları için katılımcı ve paylaşımcıdırlar.

Onlar “bütün doğrular bizdedir, her şeyin en iyisini sadece ve sadece biz biliriz” gibi absürt bir düşünceden fersah fersah uzaktırlar. Dünya’nın kültürel bir çiçek bahçesi olduğunu, her ülkeden, her kültürden ve her insandan alınacak çok güzel şeyler olduğunu çoktan keşfetmiş bulunuyorlar.

Anlatmayı bilmek kadar, dinlemeyi bilmenin de insan olmanın temel şartlarından biri olduğunu çoktan öğrendiler. Bir arı gibi ülkeleri çiçek çiçek gezerek her ülkede buldukları bir güzelliği, kendi güzellikleri ile harmanlayıp başka ülkelere aktarmak onların hobileri arasındadır.

Onlar için çağımızın gezginleri tabirini kullanabiliriz. Her ülkenin kültür polenlerini, başka ülkelere taşıyan bu çalışkan arılar sayesinde, yakın bir gelecekte farklı medeniyet sentezlerine ulaşacağını herkes görecektir.

Sohbet kültürünü adeta yeniden diriltmeye çalışıyorlar. Ziyaretlerindeki samimiyet hem ülkelerin hem de ailelerin onları tekrar tekrar davet etmelerine vesile oluyor. Ziyaretlere “çam sakızı çoban armağanı” da olsa asla elleri boş gitmemeleri, dostlarını önemli günlerinde hatırlamaları, hatta ‘onlar için dua etmeleri’ çok hoşa giden bir tavır olarak takdir topluyor. Aldıkları iltifatlar ve davetler “bir kahvenin 40 yıl hatırı olduğunu” gerçeğini iliklerine kadar hissettiriyor.

İHLASLI GÖNÜL, GÖNÜLLÜNÜN MERKEZİDİR

Onların bir merkezi yok. Hareket mensuplarının büyük değil, çok büyük çoğunluğu Hocaefendi’yi bizzat görmemiş insanlardan oluşuyor. Bu kadar dağınık, birbirini tanımayan ve birbirinden habersiz bir kitlenin faaliyetlerine ahenk ve uyum kazandıran ise ‘ihlas’la yapılan Allah rızasına kilitlenmişliktir.

Her Müslümanın nerede olursa olsun kıble tayini ile yönünü doğrulttuğu gibi onlar da ihlasla hedeflenen Allah rızası ile Hizmet katılımcıları doğru yönü bizatihi tespit edebiliyorlar. Harketi en iyi araştıran uzmanlardan biri olan Katolik papaz Prof. Dr. Thomas Michel ‘ihlas’ kelimesinin İngilizce’ye tam olarak tercüme edilemediğini ifade ediyor.

Kelimenin yorumunu Hz. İsa'nın yorumu ile de mukayese ettiğini belirten Prof. Michel “İhlas kelimesini, Hz. İsa'nın dediği gibi, Allah'ın rızasını kazanmak için yapılan hareketler olarak görüyorum. İhlas samimiyetle sözünde durmak, maddi manevi görevlerini yerine getirmek manasına geliyor. İslam, Yahudilik, Hıristiyanlık hepsi aynı kaynaktan gelmiş. Fethullah Gülen'in ihlas yorumundan Batı’nın faydalanabileceğini düşünüyorum.” görüşünü seslendiriyor.

ÖZELEŞTİRİ, HAREKETİ CANLI TUTUYOR

Reaktif değil proaktif olan Hizmet katılımcıları özeleştiri gelenekleriyle öne çıkıyorlar. Onların kendi problemlerini ve eksikliklerini sık sık gündeme getirip çözüm aradığı beyin fırtınaları hareketin temel dinamiğini oluşturmaktadır. Hizmeti sürekli canlı ve gelişime açık tutan bu özeleştiri geleneğidir.

Fethullah Gülen, her ülkenin farklı kültürel değerlere sahip olduğunu, o yüzden monokültürel veya diğer tabirle tek tip çözümlerin dayatmacı ve yanlış olacağını belirterek, gönüllüleri yeni fikirler üretmeye, özgün çözümler bulmaya teşvik ediyor. Her ülkenin, her muhitinde yapılan istişare adı verilen toplantılar ise bu beyin fırtınalarının koptuğu yerler oluyor.

Bu toplantıları Prof. Dr. Ebaugh hareketi analiz ettiği kitabında “Kararlar yerel gruplar tarafından müzakere ve konsensüs yoluyla alınır. Bir ülkenin bir bölgesinde veya uluslararası ölçekte bir ihtiyaç ortaya çıktığı zaman, harekete destek olan insanlar bir yerde toplanır ve o ihtiyacın giderilmesi için kimin tecrübesinden/mali gücünden/yeteneğinden nerede ne şekilde yararlanılacağına karar verilir.” sözleriyle anlatmaktadır.

İnsanların birbiriyle konuştuğu, tartıştığı, doğruyu bulmaya çalışırken birbirini eğittiği, ihtiyaç halinde yaşça ve tecrübece ileride olan abilerin ve ablaların davet edildiği istişareler bir nevi yetişkinler okulu işlevi de görmektedir.

Bu yönüyle de Hareket’in dünyaya insanların çevrelerindeki sorunları konuşup tartıştığı bir istişare geleneği kazandırdığını söylemek abartı olmayacaktır. İstişarelere renk katan Abilik ve Ablalık ise bir rütbe değil hareket mensupları tarafından tecrübe ve bilgi sahibi fedakar kişilere gönülden takdim edilen bir saygınlık makamıdır.

1991 yılında Kazakistan’a yaptığımız ziyarette bir köy evinde merhum cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın çerçeveletilip duvara asılan resmini görünce çok şaşırmıştım. Evsahibi “Bu resmi niçin astın?” sorumuza içinde hem saygı hem sevgi vurgusu bulunan “O bir aksakal” cevabını vermişti. Hareketteki hiyerarşiyi de “aksakal” veya “abi” kelimesinde kendini bulan Türk kültürünün ana dokusu oluşturmaktadır.

Bu olgu Hizmet içinde sosyal bir saygıya dönüşmüş bulunmaktadır. İzmirli olmasına rağmen Tacikistanlıların gönlünde taht kuran Hareket katılımcılarından merhum Hacı Kemal Erimez Abi bu güzelliğin en meşhur örneklerinden biridir. 6 yıl önce vefat etmiş olmasına rağmen hala gönüllerde yaşamaktadır.

Hacı Kemal Abi gibi yaşama değil yaşatma idealini kendilerine rehber edinen insanlar hiçbir sıfatları olmadığı halde gittikleri her yerde saygı görmüş, ricaları kırılmamış ve tavsiyeleri hayata geçirilmeye çalışılmıştır. Tıpkı Anadolu’da hala yaşamakta olan her din mensubunun sevdiği ve ricasını kırmadığı Anadolu erenleri veya dervişleri gibi… Mevlana, Hacı Bektaşi Veli, Yunus Emre, Sarı Saltuk, Gül Baba, Anabacılar vs. gibi…

HAREKETTE KADINLARIN ROLÜ

Hareketin toplum tarafından algılanan resminde bayanlar ön planda görünmese de hareket içinde kadınlar her geçen gün artan oranda faaliyetlere katılmaktadırlar. Kadınların bu geri kalışında ise iki önemli sebep bulunmaktadır. Birincisi hareketin dayandığı toplumsal tabanda kadının rolünün geri planda olmasıdır. İkincisi ise başörtüsüne yönelik toplumsal negatif tavırdır.

Hareket okumalarını teşvik ettiği kadınları mevcut toplumsal tabanlarından çıkarıp, onları hayatın içine çekmeye, faaliyetlere dahil etmeye çalışmaktadır. Hareket’in bu gayretine rağmen daha çok kamusal olan negatif tavır sebebiyle, hareket katılımcısı başörtülü kadınlar kendilerini geri çekmektedirler.

Onların üniversite okumalarının engellenmiş olması, akademisyenliğe kabul edilmemeleri, bir çok branşta şans tanınmaması, gittikleri bir çok mekanda istenmediklerinin onlara sürekli hissettirilmesi bu geri çekişteki etkenlerin başında gelmektedir.

Bu tavrın onlarda meydana getirdiği psikolojik baskı, kariyer yapmanın aşılması zor engellerle dolu olması ve çocukların bakımı gibi sebeplere rağmen kadınlar yaptıkları çalışmalarla takdir toplamaktadırlar. Özellikle diyalog hizmetlerinde erkekleri gölgede bırakan kadınlar Almanyalı yeni nesil genç kızlara misal teşkil etmektedirler.

Hareketi en çok kadınlar yönüyle eleştiren “Gülen hareketi modern endüstrileşmiş ülkelere doğru yayıldıkça, kadının rolünün yeniden tanımlanması diye ifade edebileceğim bir meydan okumayla yüzyüze gelecektir” tespitini yapan Prof. Dr. Helen Rose Ebaugh, 2011 yılında yaptığı Almanya ziyaretinde kadınların sergilediği aktiviteye şahit olduktan sonrası şu cümleyi kullanmıştır: “Almanya’ya gelmeden önce kitabımı bitirmemiş olsaydım, kitabımdaki kadınlarla ilgili bölümü daha farklı yazardım.”

Almanya’da eğitim merkezi müdürlüğü, gazetecilik, proje koordinatörlüğü gibi sahalarda bayanlar erkeklerden daha başarılı çalışmalar ortaya koymaktadırlar. Porsche Arena, Festhalle gibi seçkin mekanlarda yapılan kültür olimpiyatlarında ve Berlin, Stuttgart gibi şehirlerin büyük meydanlarında yapılan kültürel tanıtım şenliklerinde de yükü önemli oranda yine kadınlar çekmektedir.

Frankfurt ve civarında faaliyet gösteren Ebru Derneği’nin bayan üyeleri düzenledikleri eğitim ve sağlık seminerleri, kültürlerarası etkinlikler, kına geceleri, uluslararası mutfakların buluştuğu yemek kursları ile kendilerinden çokça söz ettirmekteler. Yılda birkaç kez İstanbul gezileri düzenleyen hanımlar gezilere katılan Alman arkadaşları ile çok hoş gezi muhabbetleri yapıyorlar. Bu ay düzenlenecek geziye ise bir belediye başkanı ve eşi de katılacak.

GÖNÜLLÜLERİN BİLGİ KAYNAKLARI

Hareket mensuplarının istifade ettiği eserlerin başında Bediüzzaman Said Nursi’nin eserleri olmak üzere, Mevlana Celaleddin Rumi, Gazali gibi İslam alimlerinin ve çağdaş düşünürlerin eserleri gelmektedir. Şimdilerde olgunlaşmaya ve yeni genç dimağlarda meyveye durmaya başlayan fikirler kitaplaştıkça hem Batılı hem de Doğulu düşünürlerin dikkatini çekmektedir.

Bununla birlikte Hizmet mensupları kendilerini şucu, bucu, gibi sıfatlarla tanımlamayı uygun görmezler. Gülen Hocaefendi’nin televizyon, gazete ve kitaplar üzerinden duyurduğu fikirlerini herkes okuyabildiği gibi, hizmet kurumlarını da isteyen herkes ziyaret edebilmektedir. Bu kurumlarda görev yapanlar örnek almak veya eleştirmek isteyen herkese Hizmet’in çalışma tarzını açık bir şekilde anlatmaktadırlar.

Hizmet hareketi yüksek insani değerler etrafında buluşmayı tercih eden her gönüllüye açıktır. Bu kişiler istediği anda, samimiyet haricinden hiçbir şart aranmaksızın harekete dahil ve destek olabilirler. Hareket bu yönüyle Nasreddin Hoca’nın üç tarafı açık olmasına rağmen girişinde kilitli bir kapı bulunan türbesine benzemektedir.

 Her yönden girilebiliyor olsa da kalıcı bir giriş için, mevcut kapının samimiyet anahtarıyla açılması şarttır. Hareketin olmazsa olmaz tutkalı yine ihlas ve samimiyettir. Yaşama değil “Yaşatma İdeali” olarak tarif edilen mutluluğunu başkalarının mutluluğunda arama, sosyal sorumluluk bilinci ve insan sevgisini esas alan bu kazanması oldukça büyük fedakarlık ve gayret isteyen özellik, çok farklı insanların ortak bir hedefe koşmasını temin eden anahtar konumundaki özelliktir.

GLOKAL OLMAYAN, GLOBAL OLAMAZ

Hareket yüzlerce ülkeye dağılmış bir çok lokal parçadan oluşan global bir harekettir. Aslolan ise globallik değil lokalliktir. Bir Arnavut Makedonya’da tek başına bir okul yaptırdığı gibi, bir Mısırlı, Malezyalı, Endonezyalı da aynı tavrı sergileyebilmektedir.

Hareketin gizli bir yapısının olmadığının çok açık bir delili vardır. Bu lokallerde yani şehir veya semtlerde yapılan “sessiz” değil, aksine çok sesli ve yerel insanlarla birlikte gerçekleştirilen ortak çalışmalardır. Almanya’da da bunun örnekleri Die Zeit, Süddeutsche Zeitung, Die Welt, FAZ gibi saygın gazetelere yansımaktadır.

Hareketin sessiz olması da zaten mümkün değildir. Çünkü diyalog faaliyetleri, hareketin en büyük itici gücünü oluşturmaktadır. Hocaefendi Hizmet gönüllülerini “Husumete vakti olmayan muhabbet gönüllüleri” olarak tanımlamaktadır. Muhabbet gönüllülüğü yani diyalog nasıl sessiz yapılabilir ki!!!

Bu aynı zamanda şeffaflığın da açık bir delilidir. Çünkü lokalde bizzat yapılan diyalog eksenli faaliyetler hem herkesin olayı bizzat gözlemlemesine, hem katılmasına hem de buradan üretilen tecrübenin bizzat yapıcıları ve şahitleri tarafından aktarılmasına ve bu da kurumların yaygınlaşmasına vesile olmaktadır.

İzmir’de gördüğü okulun bir benzerini Diyarbakır’a, Malezya’da gördüğü okulun bir benzerini Endonezya’ya, Türkiye’de gördüğü okulun bir benzerini Mısır’a, Afrika’ya Amerika’ya, Danimarka’da gördüğü okulun bir benzerini Almanya’ya taşıyan bir sürü yerel hareket destekçisi bulunmaktadır.

Bu kişilerin muhatabı ise, bizzat tanıştığı kurumdaki çalışanlar, ona tecrübesini aktaranlar olmaktadır. Kurulan kardeş vakıflar ise bu örnek çalışmanın asil bir düşünce, bir vizyon olarak çevreye yayılmasına vesile olmaktadır.

İMECE İLE HAYATI DANTEL GİBİ ÖRMEK

Dünyaya yayılmış kurumların nasıl finanse edildiği, “Bu değirmenin suyu nereden geliyor?” sorusunun sürekli sorulduğu Hizmet’in ana finans kaynağı yerel bazda beğenilen faaliyetler yapan ve bu yüzden de destek bulan lokal yapılardır.

Başta yardımsever Anadolu’nun misafirperver ve cömert insanları olmak üzere, şimdilerde giderek artan bir oranda başka millet mensupları, her ülkeden sponsorlar ve gönüllüler mevcut kurumlara destek olmaktadır.

Anadolu kültürünün mühim değerlerinden biri “imece”dir. İmece, herkesin yararlanacağı bir işi ortak olarak yapmak demektir. Hizmet kurumları “imece usulü” ile hayata geçirilmekte ve Prof. Dr. Helen Rose Ebaugh’un kitabında da dikkat çekildiği üzere Hizmet vesilesiyle bu kültür evrenselleşmekte, farklı kültürlere yeni bir zenginlik olarak katılmaktadır.

Ebeveynlerin kurulmasına vesile oldukları hizmet kurumları, hem o kişilere hayırlı bir işi başarmanın derin hazzını tattırıyor, hem de o insanların çocuklarına hizmet vererek bu başarıdan nasiplenmelerini temin ediyor. Aslında bu durumda yapılan yardımlar bir nevi sağ cebindekini sol cebine koymak manasına gelmektedir.

 Önceleri yardım alıp Hizmetleri hayata geçiren bazı katılımcılar, bugün işin güzelliğini keşfetmiş insanlar olarak, ihtiyacı olan başka lokal bölgelere yardım etmekte, bir nevi aldığı borcu iade etmektedir. İnsan vücudu dünyadaki en mükemmel toplu organizmadır. O organizmadaki ana ilke ile ise yardımlaşmadır. Yardımlaşmayı reddeden hücre kansere dönüşüp vücuda zarar vermeye başlamaktadır. İdeal toplumsal yapı da bu yapı örnek alınarak kurulmalıdır.

Türkiye’nin gelişimi ve açılımına paralel olarak dünyaya açılan Hareket monolitik bir organizasyon değildir. Katılımcı bireyler ve bunların oluşturduğu vakıflar ve derneklerden oluşan bir oluşumdur. Birbirinden bağımsız ve birbirinden habersiz içinde Türk, Kürt, Ermeni, Arnavut, Sırp, Alman, Fransız, Müslim, gayrı müslim, liberal vs. insanların bulunduğu böyle bir yapıyı organize etmek zaten mümkün değildir.

Hele de bir çiftlik evinde etrafındaki birkaç talebesi ile kalan ve buradan hiçbir yere ayrılmayan 70 küsur yaşındaki bir Hocaefendi tarafından idare edilmesi ise imkansızdır.

Gönüllüler hareketinin katılımcıları o yüzden ancak destek olduğu veya fiilen çalıştığı kurum hakkında ve bildiği kadarıyla diğer kurum ve faaliyetler hakkında konuşabilmektedir. Bunun bazılarınca bir şeyleri gizleme olarak sunuluyor olması ise haksız bir ithamdır.

Hareket hakkında konuşan her katılımcının, Hizmeti değişik rakam ve farklı söylemlerle anlatması bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır. Yani herkes tecrübesi kadar konuşmakta, bildiği ve anlayabildiği kadar anlatmaktadır. Hizmet katılımcıları tek tip görüntünün dışına çıkaran bu özellik çok seslilik açısından da güzel bir örnek olarak görülmektedir.

HİZMET HER SAMİMİ GÖNÜLLÜYE AÇIKTIR

Hizmet katılımcısı olmak için bir tören olmadığı gibi, bir kayıt merkezi yoktur. O yüzden harekete destek veren Zaman gazetesinde çalışan biri Hizmet’i benimsemiyor, muhalif yayınlar yapan başka bir gazetede çalışan bir başkası ise benimsiyor olabilir.

Dolayısı ile ne kadar kişinin Hizmet Hareketi katılımcısı olduğunu da bilmek veya tahmin etmek mümkün değildir. Bu konuda değişik kamuoyu araştırması kurumları tarafından yapılan anketler Hareketin, Türkiye’de toplumun yüzde 80’i tarafından bilindiğini ifade etmektedir.

Hizmet hareketi, bizzat tanıyanlar ve faaliyetlerine katılanlar tarafından yüzde yüze varan bir oranda benimsenmekte ve sevilmektedir. Bir çok aleyhtar isim bile tanıdıkça Hizmet taraftarı olmuştur. Yani hareket gücünü, bilinmezlikten yada sessiz olmaktan değil, aksine sesli olmaktan ve kendini tanıtmaktan almaktadır.

Prof. Dr. Thomas Michel de Hareketi 1986 yılından beri takip eden, Gülen ile görüşüp onun fikirlerini yakından inceleme fırsatı bulan isimlerden biridir. Prof. Michel, onun tavsiyeleriyle hayata geçen sosyal projeler, enstitüler ve okullar sayesinde oluşan vizyonun sadece Türkiye'de değil tüm dünyada geliştiğini, milyonlarca Türk, Asyalı, üniversiteli, genç, işadamının, Fethullah Gülen'i manevi lider olarak gördüğünü ve Gülen’in onlar üzerinde ve modern hayat üzerinde etkisinin olumlu olduğunu söylüyor.

Hareket Almanya’da kendini tanıtmak için bir çok faaliyet yapmaktadır. Türk Alman binlerce kişinin katıldığı kültür olimpiyatları, kültür günleri ve festleri, davet, gezi, sempozyum, kermes, meclis binası ve otellerde iftar organizeleri vs. bunun yansımalarıdır.

Bu yansımalara şahit olanlardan biri olan ve Alman eğitim sisteminin göçmenlere eşit eğitim hakkı tanımadığı tespitini yapan Duisburg Essen Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ursula Boos-Nünnig “Bundan dolayı göçmenler anaokulundan itibaren okullar açmaya başladılar. Bu devrim niteliğinde bir gelişme, ancak Alman kamuoyu bunu hala tam algılayamadı.

Gülen okullarının devlet okullarından daha başarılı olacaklarından hiç şüphem yok.” diyor. Rice Üniversitesi’nden Jill Carroll ise Gülen hareketi olmasa, belki de hiç eğitim alamayacak olan insanların bugün hayatta bir yerlere geldiğini ve bunun küçük bir şey değil, inanılmaz bir şey olduğunu söylüyor.

Hareket tüm dünyada olduğu gibi Almanya’da da çatışmacı değil, uzlaşmacıdır. Türkiye uzmanı Amerikalı akademisyen Graham Fuller hareketin amacını insanların kalplerini ve düşüncelerini eğitim ve bilimsel başarılardan istifadeyle daha fazla hoşgörü, sosyal sorumluluk ve modernleşme yönünde değiştirmek olarak açıklamaktadır.

Hareket bu yönüyle de ayrıştırıcı değil birleştiricidir. Dünyadan tecrit olmanın en nihayetinde yok olmayla sonuçlanacağını vurgulayan Gülen Hocaefendi, evrensel entegrasyon için yollar araştırılması gerektiğini ifade etmektedir. Hareketin lafla değil, somut faaliyetlerle birlikte yaşama yaptığı katkılar Alman yerel yönetimler tarafından takdir edilmektedir.

HOCAEFENDİ’DEN SONRA NE OLACAK?

Bir çok kişi şu an 70 küsur yaşında olan Fethullah Gülen Hocaefendi’den sonra Hizmet’in ne olacağını soruyor veya merak ediyor. Kadim bir geleneğe yeni bir form veren Hocaefendi de (Allah uzun ömür versin) bizler gibi fani bir insan.

Günümüzde onun eserlerini okumuş, fikirlerini anlamış ve özümsemiş çok sayıda yetişmiş insan var. Onun vefatı ile hareket üslubunu ve yöntemini değiştirmez. Zaten şu an bile Hizmet hareketi mensuplarının çok büyük kısmı Hocaefendi’yi hiç görmeden onu fikirlerini gönüllü olarak yaşamaya çalışan ve anlatan insanlardan oluşuyor.

Hareket şiddet ve terörün her türlüsüne çok açık ifadelerle ve yüzde yüz karşıdır. Fethullah Gülen 11 Eylül’den bir gün sonra Washington Post’a verdiği ilanda “bir terörist Müslüman olamaz, hakiki bir Müslüman da terörist olamaz” demiştir.

Gülen intihar eyleminin Allah’ın emri olmadığını, şahısların heva ve hevesinden kaynaklandığını vurgulamaktadır. Gülen’in, Rainer Hermann tarafından “sağduyunun sesi” olarak tanımlanan görüşleri, hem İslam dünyası hem de Batı için bir şanstır.

Kaosun, çatışmaların, anlayışsızlıkların aşılması için bir şanstır. Müslüman dünyanın eğitim ve gelişmişlikte dünya standartlarını yakalaması için bir şanstır. Hem Batı ve hem Doğu’da kendine taraftar bulan bu görüşler, karşıt gibi duran iki dünyanın makul bir çizgide buluşup ortak kurulacak bir geleceğe doğru hareket etmesi için büyük bir şanstır.

NSU ALMANYA OLMADIĞI GİBİ, EL KAİDE DE İSLAM DÜNYASI DEMEK DEĞİLDİR

Dünyada 1,5 milyar Müslüman var. Fakat bunlar içinde bir avuç azınlığın şiddet içeren faaliyetleri veya şiddeti tasvip eden görüşleri dünyaya duyurulup koskoca bir dünya terörist gibi gösterilmek isteniyor. Batı medyası barış, sükunet ve sağduyu çağrısı yapan Müslüman kanaat önderlerine neredeyse hiç kulak vermezken, sadece kendini veya çok küçük bir grubu temsil edenleri öne çıkarıyor.

Batı medyası adına İslam dünyasında gazetecilik yapan kişilerden Arapça ya da Türkçe bilen çok az kişinin olması ve bu yüzden bir çok olayın tercümelerle, aracılarla yansıyor olması da bunda etken olabiliyor. Almanya’da da olduğu gibi bu aracı kişiler ya bilgisizlikleri yada önyargıları sebebiyle İslam adına sürekli olumsuzlukları gündeme getirebiliyorlar. Bunun yanı sıra kaynağı din olmadığı, hatta din bu tavra karşı olduğu halde, siyasi, milliyetçi ve kültürel tavırlar da direk İslam’a mal edilebiliyor.

1,5 milyar Müslümanın esas ana kitlesi makul ve barış yanlısıdır. Nasıl ki Almanya’daki ırkçı cinayetleri işleyen terör örgütü NSU’yu tüm Almanların temsilcisi gibi göstermek büyük bir haksızlıksa, İslam ülkelerinde de varlığı NSU mesabesinde olan ve ana kitlenin tasvip etmediği tavırlar sergileyen bu kişilerin, düşünce ve görüntülerini alıp bunu İslam dünyasının tavrı imişcesine servis yapmak çok açık bir haksızlıktır ve yanlıştır.
 
Siyasiler ve medya organları tarafından iddia edildiği gibi bir müslümanlarda böyle bir düşmanlık yoktur. Böyle bir düşmanlık olmuş olsa idi bunun yansımalarının da görünüyor olması gerekirdi. Amerika’nın Irak’ı işgali öncesi, herhangi bir Amerikalıya bile en basitinden bir zarar vermiş tek bir Iraklı yoktur.

İşgalle birlikte Irak’ta ekonomik, kültürel ve insani boyutta büyük yıkımlar yaşanmıştır. İşgal öncesinde tek bir intihar komandosunun, tek bir teröristin olmadığı ülkede faciaların arkası kesilmemektedir. Aynı durum Afganistan için de geçerlidir. Bu durum bir medeniyet arayışı olabilir mi? Haksızca, zulümle öldürülmüş masum insanların cesetlerinin üzerinde bir medeniyet kurulduğu nerede görülmüş ki?

Günümüzde bir çok batılının da vicdan muhasebesine sebep olan bu insanlık dışı duruma rağmen Amerika’ya veya Batı’ya yönelik bir karşı misillemede bulunan herhangi bir Iraklı müslüman var mıdır? Herhangi bir Afganistanlı var mıdır?

Gallup’un üç yıl önce yaptığı araştırmasında Avrupa’daki Müslümanların kitlesel olarak radikalleştiği yönündeki iddiaların asılsız olduğu, Almanya’da yaşayan Müslümanların yüzde 91’inin sivil halkı hedef alan şiddet eylemlerini meşru görmediğini ortaya çıkmıştı.

Medeniyet temsilcisi Batı’da hem de aydın kimlikli kişiler tarafından sürdürülen hakaret kampanyalarının yöneticilerce tasvip görmesi, hatta Hollandalı Geert Wilders gibi bir parti liderinin bu kervana katılması ne kadar doğrudur? Müslümanların hakaretin yanı sıra, sürekli terör zannı altında bırakılması yakışıksız bir durum değil midir? Hakaret ne zaman bir medeniyet değeri oldu ki…

Şimdilerde diğergam bir yüreğe sahip medya yönetmeni “Warum tötest du, Zaid” kitabının yazarı Alman Jürgen Todenhöfer gibi batılı gazeteciler tarafından da seslendirilmeye başlanan bu haksız tavırlar ve gayrı insani katliamlar karşısında bile, İslam dünyası sabırla, Batı’nın insaf eksenli bir tavrı hayata geçirmesini beklemektedir.

DOĞU’NUN HİKMET’İNİ BATIYA TAŞIYACAK KÖPRÜ

Hizmet Hareketinin İslam dünyasında da çalışmaları ve katılımcıları vardır. Okulların yanı sıra Arap dünyasının sağduyulu entelektüellerini bir araya getiren ve Arapça yayınlanan “Hira” gibi dergileri de sözkonusudur. Belarus Devlet Üniversitesi Felsefe Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Anatoliv Rubanov “Gülen, hem pek bilmediğimiz, dolayısıyla da şüpheyle yaklaştığımız İslam dinini ve Müslüman dünyasını bize tanıtıyor ve hem de korkulacak bir şey olmadığını gösteriyor.” diyor. Hizmet mevcut imkanları ile İslam ülkelerindeki bu makul ve sessiz çoğunluğun sesini dünyaya duyurmaya çalışan hareketlerden biridir.

Hindistan’ın önde gelen kanaat önderi İslam alimlerinden biri olan ve İslam Merkezi Başkanlığını yapan 97 yaşındaki Mevlana Vahiduddin Han maddi olarak herşeye sahip günümüz insanının arayış içinde olduğunu, ‘niye bu gezegendeyim, ölümden sonra ne var’ türünden sorularına cevap aradığını belirterek “Türkiye çok farklı bir ülke.

Doğu ile Batı arasında bir köprü sanki. Doğu’nun hikmetini, Batı’ya nakledecek bir köprü. Modern çağın şartlarının farkına varan ve bir inkılâp insanı olan Gülen’in varlığı ve yaptığı çalışmalarıyla bir benzeri olmayan Hareketi bu köprü vazifesini gerçekleştirebilir.”

Ekstremizme, başkalarına hayat hakkı tanımamaya, her türlü teröre, şiddete karşı olduğunu her fırsatta açık açık vurgulayan ve sesini duyurabilmek amacıyla var gücüyle barış içinde birlikte yaşama çağrısı yapan Hocaefendi’ye birbirine tamamen zıt sıfatlar takanlar büyük haksızlık yapıyorlar.

Texas Üniversitesi Hukuk Profesörü James C. Harrington, Hareket’in, Türkiye'de demokrasiye katkı yaptığı gibi dünyada bulundukları ülkelerde de iyi işler şeyler yaptıklarını vurgulayarak “Gülen Türkiye’de yargılandı ve tüm iddialardan beraat etti. Ama onunla ilgili aleyhte haber yapanlar adil davranıp bunu hiç gündeme getirmiyorlar.” tespitini yapıyor.

Münih Belediyesi Kültürlerarası Çalışma Bürosunda çalışan Margret Spohn ise, düzenledikleri Gülen hareketi ile ilgili bir sempozyumun yapılmasına tepki gösterenlerle ilgili olarak "Kendilerine 'Gülen Hareketini bilimsel kriterlere göre eleştiren bir isim söyleyin, konuşmacı olarak davet edelim' dedim. Fakat bir isim söyleyemediler. Eğer söyleselerdi davet ederdik." değerlendirmesini aktarıyor.

Yapılan onlarca güzel işi görmezden gelerek siyasi mülahazalarla Hizmet’e “sessiz ordu” sıfatını uygun görenler büyük haksızlık yapıyorlar. Bu kişiler bilerek veya bilmeden mühim bir mesajın batılı insanlara ulaşmasını engellemeye çalışıyorlar.

Bu mesaj: Hristiyan ve Müslüman dünya savaşın değil barışın ve yardımlaşmanın esas olacağı, huzur ve emniyet eksenli yeni bir dünyayı birlikte kurma, bu kez tekniğin değil, insanın keşfedileceği yeni bir Rönesans’ın fırsatını yakalama mesajıdır.

Bu mesaj Hareketi tanıyan uzmanlarca da görülmeye başlanmıştır. FAZ’ın Ortadoğu ve Türkiye uzmanı Rainer Hermann Hareket’in Almanya'da da aktif olmasının Almanya için gelecek günlerde hem ekonomik, hem ahlaki hem de felsefi bağlamda çok önemli açılımlara vesile olacağını belirterek, Gülen'in sunduğu İslam’ın batı için bir partner olmasının yanı sıra aynı zamanda bir zenginleştirme vesilesi olduğunu ifade ediyor.
 
Hermann, Gülen'in vaaz ettiği İslam’ın çatışma yerine hoşgörüyü hedeflediğini, Gülen Hareketi’nin, gelenekle modern değerleri birleştirerek Türkiye'nin gelişmesine büyük katkılar sağladığını yazıyor.

Bir çok Alman akademisyen de aynı şeyi Almanya için söylüyor, fakat uyum ve birlikte yaşama adına konuşmanın haricinde ne yaptıkları meçhul olan, hangi taşı hangi taşın üzerine koyduklarını kamuoyuna açıklamayan kişiler hareketi “sessiz ordu” türünden yaftalamalarla Hizmet hareketin karalamaya çalışıyorlar.

Bu karalama niçin? sorusuna ise Türkiye’de laik kesimin önde gelen isimlerinden Prof. Doğu Ergil Murat Tokay’la yaptığı söyleşide şu cevabı veriyor:

“Bu kadar şeyi başaran, dinamizmi ve etki alanı giderek artan bir hareketten korkmak kolaydır; hele aynı yöntemlerle onun zararlı olduğu düşünülen etkilerini engelleyecek kapasiteyi, beceriyi ve dayanışmayı meydana getiremiyorsanız. Derler ya: ‘Türkiye’de cezalandırılmayan başarı yoktur’ diye.”

Doğru söze ne diyelim. Önyargılar ve tabularla gözünü kapatanlar için gündüz gecedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder