Popüler Yayınlar

26 Nisan 2013 Cuma

Devlet protokolü ve siyaset [Yorum - Eser Karakaş]

8 Kasım 2012

Türkiye'de son on senede çok önemli ve çok büyük bölümü de olumlu gelişmelere şahit olduk; bu çok önemli gelişmeleri en genel hatlarıyla iktisat ve siyaset başlıkları altında toparlamak mümkün.

İktisatta yaşanan gelişmeleri çok daha somut olarak görmek mümkün; on bin doları aşan kişi başına gelir, kredi notumuzun uluslararası derecelendirme kuruluşları tarafından 1994'ten beri ilk kez yatırım yapılabilir bir düzeye çekilmiş olması, bütçe açıkları ve kamu borç stoklarında ulaşılan çok düşük, Maastricht kriterlerini uzak ara karşılayan oranlar, bankacılık sisteminin çok olumlu rasyoları, ihracat düzeyimiz ve süren artış oranları iktisat alanında yaşanan çok olumlu gelişmelerin sayısal göstergeleri.

Siyaset alanında da çok önemli başarıların yaşandığına kuşku yok ama bu alanda mesele iktisat alanında olduğu kadar siyah-beyaz pek değil; bardağın dolu tarafında fiiliyatta geriletilen askeri vesayet var, AB sürecinde anayasada ve yasalarda yapılan kısmi olumlu değişiklikler var, AB ile, çok zor da ilerlese, başlamış olan müzakere süreci var, vatandaşların devlet ve siyasi otoriteyle barışma süreci var, 1982 Anayasası'nın sorgulanır oluşu var, vs.

Bardağın boş tarafında ise 1982 Anayasası'nın değişmemiş olması ve her geçen gün değişme umudunun azalması var, AB tam üyelik sürecinin iç hukuk değişim gereklerinin yerine getirilme hızının azalmış olması var ve benim en çok önemsediğim başka bir konu, askeri vesayetin çok olumlu fiili geriletilme sürecinin Anayasa'ya, yasalara, yönetmeliklere, uygulamalara, mesela devlet protokolüne yansıtılmıyor olması var.

Mevcut siyasi dengelerde askeri vesayetin fiili olarak geriletilmiş olması, yasal dönüşümler yapılmamış olsa bile, somut bir tehdidi muhtemelen engelleyebilir ama yarın değişebilecek siyasi dengelerde geçerli hukuki yapı askeri vesayetin tüm ağırlığıyla geri dönüşünü çok kolaylaştırabilir, bunu iyi görmek gerektiğini düşünüyorum.

Bu yorum yazımda da askeri vesayetin hukuksal, kurumsal bir görünümüne işaret etmek istiyorum; üstelik bu görünüm 12 Eylül rejimine ait bir görünüm de değil, son olarak Mayıs 2012'de yeniden şekillendirilen bir görünüm. İşaret etmek istediğim görünüm Mayıs 2012'de yani yaklaşık altı ay önce yeniden düzenlenen devlet protokol listesi; lütfen, devlet protokol listesinin ne önemi var diye düşünmeyelim zira devlet protokol listesi bir devletin değerler hiyerarşisini, demokratikleşme düzeyini adeta bire bir yansıtan bir listedir, bir görünümdür.

Mayıs 2012 öncesi yürürlükte olan devlet protokol listesi 12 Eylül rejiminde Kenan Evren'in hazırladığı devlet protokol listesi idi; Mayıs 2012'de ise bu 12 Eylül protokol listesi değiştirildi, yerine normal koşullarda çok daha demokratik bir protokol liste anlayışının gelmesi gerekiyordu ama ilginçtir, aşağıda detaylarına gireceğim, tek parti döneminin “Reis” protokolü adı verilen bir protokol liste anlayışı benimsendi ve zannımca da protokol anlayışında önemli bir değişiklik yaşanmamış oldu. Oysa, on senelik bir AK Parti yönetiminden sonra çok daha demokratik, daha etkin ve evrensel hukuk devleti ilkelerine daha uygun bir protokol listesi anlayışı Türkiye Devleti protokolü için benimsenebilirdi kanısındayım.

Mayıs 2012'de benimsenen yeni protokol listesi anlayışında doğal ve demokratik olarak birinci sırada TBMM başkanı geliyor; Cumhurbaşkanlığı makamı protokol sıralaması anlayışının dışında değerlendirildiği için zaten sıralamada görülmüyor. İkinci sırada ise başbakan geliyor; parlamenter rejimlerde rejimin en güçlü ismi başbakanın da ikinci sırada yer alması doğal ve yine kanımca evrensel demokratik teamüle uygun.

Bizim eski ve yeni protokol sıralama anlayışlarında sorun üçüncü sıradan itibaren başlıyor; devlet protokol sıralamasının üçüncü pozisyonunda nihai analizde bir devlet memuru olan genelkurmay başkanı geliyor. Bir askerin devlet protokol sıralamasında üçüncü sırada bulunmasını herhangi bir demokratik değer skalası ile açıklamak pek mümkün değildir kanısındayım.

Dördüncü sırada yani genelkurmay başkanının arkasından ise anamuhalefet partisi lideri geliyor; bu durumun bir demokraside izahının kolay olamayacağı açıktır. Anamuhalefet partisi lideri demokrasilerde çok ama çok önemlidir, başbakanlık adayıdır yani potansiyel başbakandır.

Bu durum yani Mayıs 2012'den itibaren geçerli olan yeni devlet protokol anlayışı her açıdan tuhaf bir görüntü arz etmektedir; bu görüntü, devlet protokol sıralamasında bir askerin üçüncü sırada, anamuhalefet liderinin önünde bulunması siyasi iktidar için çok önemli bir nakısadır, yeni Türkiye, ileri demokrasi şiarları ile çok tutarlı gibi durmamaktadır.

Bu görüntü anamuhalefet yani CHP için de iyi bir sınav değildir zira Mayıs 2012'de bu yeni düzenleme yapıldığında Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'nun kendi adına değil ama konumu adına bu düzenlemeyi protesto ettiğine de galiba kimse şahit olmamıştır; CHP de kendi kurumsal kimliğiyle, anamuhalefet partisi adına bir devlet memurunun arkasından protokolde yer almaktan rahatsız olmamıştır ve bu rahatsız olmamışlıkla da sistemde demokratik bir alternatif olabilme şansını da kanımca bir kez daha kaybetmiştir.
 
Türkiye'de tüm bakanlar, tüm milletvekilleri, yüksek yargı organları başkanları ve üyeleri protokol sıralamasında genelkurmay başkanının gerisindeler; örneğin bir milli savunma bakanının milli savunmaya ilişkin bürokrasinin başındaki bir memurun protokol sıralamasında epey arkasında oluşu muhtemelen ancak bizim ülkemizde rastlanabilecek bir tuhaf manzaradır ama işin doğrusu güzel bir manzara da değildir, bu manzara ile evrensel kriterlerle bezenmiş hukuk devleti ideali imtizaç etmemektedir.

Fransa'da genelkurmay başkanı protokol listesinin 19. (on dokuzuncu) sırasında görülmektedir; tüm milletvekilleri, tüm senatörler, doğal olarak tüm bakanlar, ombudsman, yüksek yargı organları başkanları Fransız genelkurmay başkanının önündedirler; bu manzaraya sayısal olarak baktığınızda, 550'yi aşan milletvekili ve senatör düşünüldüğünde, genelkurmay başkanı devlet protokolünde 600 (altı yüz) kadar kişinin gerisindedir.

Bu durumu eskiden, diyelim askeri vesayet günlerinde, ordunun devlet kuruculuğu ile açıklamaya yönelik çok da doğru olmayan, yapay bir iddia vardı ama bugün, askeri vesayetin en azından fiili düzeyde geriletildiği bir ortamda, 12 Eylül referandumu sonrasında devlet protokolü yeniden düzenlenirken bir devlet memuru olan genelkurmay başkanının devlet protokolünün hâlâ ve yine üçüncü sırasında oluşu tuhaf, anakronik, antidemokratik, anti hukuk bir manzara oluşturmaktadır. 

e.karakas@zaman.com.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder