Popüler Yayınlar

23 Nisan 2013 Salı

Osmanlı edebiyatında bilim ya kurtarıcı ya felaket

SEDA UYANIK
SEDA UYANIK
21 Nisan 2013

Tanzimat ve sonrası edebiyatı uzmanı Seda Uyanık, son kitabında Osmanlı edebiyatının marjinal metinlerini irdeliyor. 

Kendisiyle, deniz üzerinde seyahat eden trenlerin, zaman makinelerinin ve makineleşen insanların bize ne anlattığını konuştuk…

İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Osmanlı Bilim Kurgusu: Fennî Edebiyat’ kitabı,  literatürde çok da aşina olmadığımız bir konuyu ele alıyor.

Bilim kurgu yahut fantastik edebiyat olarak nitelenen Osmanlı edebiyatı metinlerini ‘fenni edebiyat’ kavramıyla tekrar yorumlayan Seda Uyanık, 19. ve 20. yüzyıl eserlerindeki bilim-siyaset ilişkisini de ele alıyor.

Fenni roman kavramı nasıl tezahür ediyor Osmanlı edebiyatında?

19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda hız kazanan yenileşme hareketlerinin önemli dinamiklerinden biri olan “Batı’nın bilim ve teknolojisinin Osmanlı’ya ithali yönündeki tartışmaların bilim ve edebiyat ilişkisini tetiklediği görülmektedir. Söz konusu tartışmalar, fen ve teknolojinin faydalarının ya da beraberinde getireceği olumsuz sonuçların öngörülmeye çalışıldığı 19. yüzyıl sonunda fenne dayalı bir edebiyat türünün doğmasına neden olmuştur.

Osmanlı bilim kurgusu olarak adlandırdığımız, döneminde ise “fennî” olarak nitelendirilen bu türün Osmanlı’nın içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik durumla şekillendiği söylenebilir. Dolayısıyla Osmanlı modernleşmesini, Tanzimat sonrası edebiyatta Batılılaşmayı daha iyi anlamlandırabilmek için metin merkezli çalışmalardan uzak kalmış bu anlatıları değerlendirmek önemli.

Salt bilimle ilgili bir tür değil o halde. Altyapısını siyasetin doldurduğunu söyleyebilir miyiz?

Kesinlikle. Kitapta iddia ettiğim tezlerden biri de bu. Bu edebî metinler aynı zamanda siyasi metinlerdir aslında. O dönemde homojen bir aydın grubundan bahsedemediğimiz için, yazarlar arasında da büyük bir ayrım söz konusu.

Örneğin aynı dönemde kaleme alınmış Molla Davudzâde Mustafa Nâzım’ın Rüyada Terakki ve Medeniyyet-i İslamiyye-i Rü’yet adlı metni ile Celal Nuri’nin Tarih-i İstikbâl metni arasında büyük farklar var; fakat aynı eksen, aynı izlekler üzerinde kurulmuş.

Nedir bu izlek? Gelecekteki dünyanın nasıl olacağı, gelecekteki İstanbul’un nasıl olacağı. Bir geleceğin inşası, geleceğin tahayyülü söz konusu bu metinlerde. Geleceğe duyulan merak veya şüphe, geleceğe duyulan umut veya tedirginlik diyebiliriz buna. Molla Davudzâde Mustafa Nâzım’ın metninde daha olumlu İslami bir modern İstanbul çizilirken Celal Nuri’nin metninde tam tersi bir durum söz konusu.

Yani bu eserler, ütopya romanı olarak tanımlanabilir...

Ben bu anlatıları ütopya olarak adlandırmıyorum. Buna fennî edebiyat diyorum. Osmanlı döneminde bu metinler fennî olarak adlandırıldıysa, böyle kavramsallaştırıldıysa Batılı kavramlarla türü çerçevelemek doğru değil bana göre. Bu yüzden konu üzerine literatür tararken ütopya, fantastik, bilimkurgusal gibi türleştirmeleri kitabımda eleştirdim.

Peki, fenni roman için Osmanlı aydınının edebi metinler üzerinden kurguladığı bir kurtuluş reçetesi diyebilir miyiz?

Kitabımda ele aldığım anlatılarda bilim bazen medeniyetin tamamlayıcısı, bazen de felaketi olarak görülüyor. Örneğin Rûşenî, “Rûşenî’nin Rüyası”nda geleceğin İstanbul’unda yükselen tekno-İslam uygarlığını anlatır. Bu anlatı için asr-ı saadette inşa edilen ve devrin sosyal şartlarına göre yeniden düzenlenen bir teknoloji ülkesi benzetmesi yapmak yanlış olmaz.

Yazarın model aldığı ülke ise Avrupa’ya göre emperyalist geçmişi daha geç tarihlerde başladığı söylenebilecek Amerika’dır ve Amerika anlatıda Batı’nın bilimini temsil eden olumlu bir araç olarak seçilmiştir.

Hatta “İslam hegemonyası” gibi ifadelerin seçilmesinin dışında yapılan “Müslüman Amerika” benzetmesiyle de Batı emperyalizminin yerine İslam emperyalizminin geçtiği ve sistemin övüldüğü görülür. Eserde betimlenen yüz metrelik, “çelik” vücutlu, bir elinde kılıç bir elinde Kur’an tutan Selim ve Fatih’in heykelleri ile 92 metre yüksekliğinde, sağ elinde bir meşale, sol elinde bir bağımsızlık bildirgesi tutan Özgürlük Heykeli arasındaki benzerlik şaşırtıcıdır.

Peki bu imajların Batı’daki  ilham kaynakları hangi yazarlar?

“Fennî roman”, kavram olarak Osmanlı Edebiyatı Numuneleri’nde (1894) görülür. Mehmet Celal, bu çalışmasında fennî roman türüne o dönem sadece Osmanlı’da oldukça popüler olan Jules Verne’i koymaktadır. Bilim kurgu bağlamında Osmanlı romanı ele alındığında Jules Verne’in aydınlar üzerindeki etkisi belirgin.

O dönemdeki literatür incelendiğinde bilim kurgunun fennî roman olarak karşılandığı görülmektedir. Özellikle 1885-1895 yılları arasında Jules Verne çevirilerine sıklıkla rastlarız. Verne, Osmanlı aydınlarının fennî roman olarak adlandırdıkları türü açıklamak için özellikle başvurdukları bir isimdir.

Jules Verne’in eserlerinde denizaltılar, suyun altında rahatlıkla hareket edebilen insan örneklemeleri var. Osmanlı edebiyatındaki bilim kurgu türünde hangi örnekleri verebiliriz?

Eserlerde her şeyin otomatikleşmesi, makineleşmesi önemli bir izlek. Örneğin Molla Davudzâde Mustafa Nâzım’ın eserinde bir restoranda gizli bir düğmeye dokunulduğunda karşılıklı iki sandalyesi bulunan gayet şık bir masanın konukların önlerine açılması, yemek siparişlerinin oturulan masadaki bir düğmeye basılarak söylenmesi ve bir dakika geçmeden yemeklerin küçük arabalarca masaya taşınması bu durumda anılabilir.

Romanın ana karakteri önce içi su dolu bir kabı alıp bir köşeye götürür ve duvarda bir düğmeye basar. Açılan bir kapakta ellerini yıkar. Trenler deniz üzerinden de gidebilmektedir.

Celal Nuri, Tarih-i İstikbâl’de insanların robotlaşmasından bahseder. Yahya Kemal’in Çamlar Altında Musahabe’sinde bir zaman makinesi kurguya eklenir. Üniversiteleri, tiyatroları, konservatuvarları, bankaları, şehir içi ulaşım için kullanılan uçan âletleri ile 2187 yılının İstanbul’u anlatılır.

Aydınlar niye böyle bir türe ihtiyaç duymuşlar veya aydınları bu türde yazmaya iten nedenler nedir?

Bu türün Osmanlı’da gelişememesinin nedeni türün öncülerinden Ahmet Mithat’a göre Osmanlı’nın Avrupa yanındaki geri kalmışlığıdır. Yani bilimdeki gelişmelerle roman türündeki, tekniğindeki gelişmeler arasında bir paralellik kurulmaktadır.

Ayrıca 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında teknolojik bakımdan Batı’yı yakalamaya çalışan aydınların, ileri toplumların ürettikleri bugünü kendi yarınları olarak düşleme çabaları onları zamanda yolculuk veya alternatif tarih yazmak gibi eğilimlerle fen ve seyahatlere dayanan roman türü yazmaya yöneltmiştir.

Ancak fen ve edebiyata dayanan romanların zemininde sunulan ideoloji çeşitlidir. Çünkü bu metinlerde amaç, ideal toplum, yani İslam medeniyeti veya başka alternatif düzenler olabilirken, araç, bilim ve teknolojidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder