Popüler Yayınlar

26 Nisan 2013 Cuma

Sayıştay Kanunu 2010 - Aktütün 2010 [ Yorum - Eser Karakaş ]

20 Ocak 2011


Batı ülkelerinin sayıştay yasaları ile bizimkisi arasındaki temel fark, başka ülkelerin yasaları bazı kamu harcamalarına farklı muamele göstermiyor, istisnalar tanımıyor, meselenin sadece özünü, demokratik özünü ve etkinlik koşullarını tanımlıyor.

 Yeni Sayıştay Kanunu bende Erich Maria Remarque'ın ünlü romanının ismini çağrıştırdı: Batı cephesinde yeni bir şey yok.

Sayıştay hukuku kolay bir alan değil; hatta meslekten bu konularda çalışmış insanlar için bile. Meselenin çok çetrefil, detaylı teknik dalları, zorlukları mevcut; ancak, bir de meselenin çok daha çetrefil, çok daha karmaşık bir siyasi boyutu da var zira, nihai analizde Sayıştay vatandaşın vergilerinin nerelere, nasıl harcandığının hukuki ve etkinlik denetimini yapan bir kurum.

Bu son konu doğal olarak Sayıştay'ı demokratik bir ülkenin, bir hukuk devletinin en önemli kurumlarından biri haline getiriyor zira akçeli konular yine nihai analizde tüm ilişkilerin en çok saydamlaştığı, erkler arasındaki ilişkilerinin en kristalize olduğu alan.

Hâlâ tüm detaylarıyla nedenleri aydınlatılamamış bir Sayıştay arşivi yangını geçirmiş bir ülkeyiz; ve doğal olarak bu konu da ülkemizde "klase" edilmiş konuların başında gelir. Sayıştay yangını 2000 tarihlidir ve dava 2008 senesinde zamanaşımına uğramıştır.

Tam zamanlı bir gazeteci olsam yapacağım ilk iş, konusuna bile bakmadan bu "yalnız ve güzel" ülkemizde zamanaşımına konu olmuş dosyaların peşine düşerdim; sadece zamanaşımına uğramış dosyaları bir karıştırın, bakın altından neler neler çıkacaktır.

Örnek mi istiyorsunuz? Mesela Sayıştay yangını, İstanbul Üniversitesi 16 Mart katliamı, Kemal Türkler cinayeti vs. Tüm bu zamanaşımı dosyaları bu konularla tam gün ilgilenecek gazetecileri kutsal devletimizin karanlık koridorlarında ilginç gezilere sürükleyecektir; ama, aman dikkat etsinler, koridorlar karanlık ve rutubetli, sağlıklarından olmasınlar.

Sayıştay yangınında yanan giden, kül olan dosyaların da 1993-1998 gibi ülkemizin en karanlık, en pis döneminin dosyaları olması muhtemelen sadece bir tesadüftür deyip, geçelim.

Gelelim ana konumuza, Sayıştay hukukuna; Sayıştay hukukumuzun en üst normu herhalde Anayasa'mızın 160. maddesi ve bu madde Sayıştay'ın işleyişini, görev alanını, işlevlerini tanımlıyor.

Anayasa'mızın 160. maddesinin bugünkü şekline, yani 2004 senesindeki değişiklik sonrasına benim kişisel olarak bir itirazım pek yok; 2004 öncesine ciddi itirazlarım vardı, 2004 Mayıs ayında yapılan değişiklik, bu sakıncayı anayasal anlamda tamamen ortadan kaldırdı diyorum ama şimdi kullandığım "anayasal anlamda" ifadesine bir mim koyun, buraya hemen döneceğim.

1982 Anayasası'nın 160. maddesinin (Sayıştay) son paragrafı aynen aşağıdaki gibi idi:

"Silahlı Kuvvetler elinde bulunan Devlet mallarının Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlenmesi usulleri, Milli Savunma hizmetlerinin gerektirdiği gizlilik esaslarına uygun olarak kanunla düzenlenir."

2004 senesinde siyasi irade, AB reformlarının getirdiği rüzgârı ve talepleri de arkasına alarak, 160. maddeden bu paragrafı tamamen kaldırdı; bu siyasi iradeden, yani bu berbat paragrafın anayasa hukukumuzdan atılmasından anlamamız gereken, aynı siyasi iradenin bundan (2004) sonra Silahlı Kuvvetler elinde bulunan devlet mallarının denetiminde gizlilik esasını kaldıracağı ya da başka bir ifadeyle tüm kamu harcamaları ve devlet mallarının denetlenmesi usulleri arasında bir ayırım yapmayacağı idi.

2004 senesinden sonra Sayıştay hukukumuzda ilginç gelişmeler yaşandı. Söz konusu anayasa değişikliği esnasında aynı zamanda yeni bir Sayıştay Kanunu taslağı hazırlandı, bu taslağı o tarihlerde inceleme olanağı buldum, Batı örneklerinden birazdan bahsedeceğim, Batı standartlarında bir taslak idi, gelişmeler mali hukukumuzda çağdaşlığı özleyenler için çok hoş idi, ama nedense Komisyon'a gönderilen taslak, bir türlü TBMM Genel Kurulu'na indirilemedi, araya 27 Nisan muhtırası girdi, seçimler girdi, AK Parti'yi kapatmaya yönelik evlere şenlik dava girdi, anayasa referandumu girdi ama nedense taslak bir türlü Genel Kurul'a gelmedi, gelemedi; bizler de yavaş yavaş bu işe "iyi sıhhatte olsunların" karışmaya başladığına ikna olmaya başladık.

Türkiye'de kamu harcamalarının ve devlet mallarının yargısal denetimi 2010 senesine dek, 2004 senesinde gerçekleştirilen anayasa değişikliğine rağmen, 1967 tarihli Sayıştay Yasası'na göre yapıldı; bu yasa AB normlarına uymayan bir yasa idi zira ağırlıklı olarak bir tür kamu hizmeti harcamasını yargısal denetimin saydamlığının dışına taşıyan bir yasa idi. (832 sayılı kanun, m.38)

Bilemediğimiz, belki de hiç bilemeyeceğimiz nedenlerden bu çok önemli yasa tasarısı ancak 2010 sonbaharında Genel Kurul'a geldi ve yasalaştı; tasarı yasalaştı ama kanunun 42. maddesinin ikinci paragrafı yine aynen aşağıdaki gibi formüle edildi:

(2) Savunma, güvenlik ve istihbarat ile ilgili kamu idarelerinin ellerinde bulunan devlet mallarının bu Kanun uyarınca yapılacak denetimi sonucunda hazırlanacak raporların kamuoyuna duyurulmasına ilişkin hususlar; ilgili kamu idarelerinin görüşleri alınarak Sayıştay tarafından hazırlanıp Bakanlar Kurulu'nca çıkarılacak bir yönetmelikle düzenlenir.

2004 Mayıs'ında siyasi irade bir tasarrufta bulundu, Anayasa'mızın 160. maddesinin son paragrafını değiştirmedi, tamamen kaldırdı (yukarıda alıntı aynen vardır) ama aynı siyasi irade bu kez hemen yukarıdaki paragrafı yasaya ilave etti; bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu.

Zaten de 30 Temmuz 2003 tarih, 4963 sayılı yasada 832 sayılı Sayıştay Kanunu'na ek bir madde getirilmiş ve askerî malların denetiminin "gizli" gizlilik derecesinde bir yönetmelikle yapılacağı bir kez daha hükme bağlanmış idi.

Askerî malların denetiminin "gizli" gizlilik derecesini haiz bir yönetmelikle denetlenmesinin son olarak Aktütün karakolunun on metre ilerisinde bulunan gizli silahlarla bir ilişkisinin olup olmadığı sorusu da, haklı olarak, herkesin aklına biraz takılıyor doğrusu; bu akla takılmayı Poyrazköy'e, başka yerlere de uzatmak mümkün. Askerî malların denetimi konusunu bu kadar saydamlıktan uzaklaştırır iseniz, kazdığınız her yerden, namlusu size dönük silahlar pıtrak gibi çıkabilir, bunu unutmayalım, iyi görelim.

Yazıyı bitirmeden önce bir noktanın daha altını çizmek istiyorum: 1967 tarihli Sayıştay Kanunu, geçici maddeleri saymaz isek, 108 madde idi, 6085 sayılı yeni kanun (2010) yine geçici maddeler dışında 84 madde. Oysa, Fransa'nın Sayıştay Kanunu 21 madde ve maddeler son derece kısa ve özlü; Belçika'nın 9 madde, İsviçre'nin Cenevre kantonununki ise 11 madde.

Bu ülkelerin sayıştay yasaları ile bizimkisi arasındaki temel fark; başka ülkelerin yasaları bazı kamu harcamalarına farklı muamele göstermiyor, istisnalar tanımıyor, meselenin sadece özünü, demokratik özünü ve etkinlik koşullarını tanımlıyor.

Yeni Sayıştay Kanunu (sayı 6085, tarih 2010) bende Erich Maria Remarque'ın ünlü romanının ismini çağrıştırdı: Batı cephesinde yeni bir şey yok.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder