Popüler Yayınlar

22 Nisan 2013 Pazartesi

Dindarlığımız ve güvensizliğimiz

Bahçeşehir Üniversitesi’nin 2012 Değerler Araştırması’nda üzerinde çok durulması gereken bir sonuç var: Halkımızın yüzde 85’i kendisini “dindar” olarak tarif ediyor, fakat yüzde 29’u Ramazan orucunu tutuyor ve 5 vakit namazını kılıyor. İnsanlarımızın birbirine güveni ise yüzde 10 civarında.

    Bu tür araştırmalardaki yanılma payları bir yana, yukarıdaki rakamlar, çok önemli üç gerçeğe işaret ediyor: (1) Din’i ve dindarlık ölçülerini bilmiyor, fakat kendimizi dindar görmek ve dindar bilinmek istiyoruz. (2) Halkımız, düşüncede ve yaşayış olarak çok büyük ölçüde lâikleşmiş durumda. (3) Bilhassa içtimaî problemlerimizin altında gerçekten dindar olmamamız yatıyor.

    İslâm, bütünüyle tamir, inşa, ıslah, nizam, intizam, emniyet ve denge dinidir. O’nun hükümleri, canı, malı, inancı ve inanca göre yaşamayı, akıl ve beden sağlığını, evlenip çoğalmayı, yani düzenli aile hayatını garanti altına alır.

Meselâ, Osmanlı Devleti’nin hem de yıkılış asırlarından olan 18. asrın başlarında İngiliz büyükelçisinin eşi olarak Edirne’de ve İstanbul’da bulunan meşhur Lady Montague olsun, birtakım Batılı seyyahlar olsun, o dönemler İstanbul’unu ve toplumumuzu tanıtırken şunları yazarlar:

“Türkler, çok dindar ve merhametlidirler. Birbirleriyle pek münakaşa etmezler. Şehirde kimse silah taşımaz. Pek az kavga ederler. Az yerler. Her sahada intizamı çok severler. Her türlü eşya makul fiyatlara satılır. İnsan, paşadan küçük bir bakkala kadar bütün Türklerin aynı okulda yetişmiş, aynı asalet mertebesine sahip büyük senyörler olduklarını zanneder. İstanbul halkı, yeryüzünün en medenî ve en dürüst halkıdır. Şehirde sokak kavgalarına, maksatsız dolaşan serserilere, bağırıp-çağıranlara, dedikoducu kadınlara, herhangi bir fuhuş belirtisine, yüz kızartacak bir harekete rastlamak mümkün değildir. Kirlilik ve kirli giyinme görülmez; hiçbir tarafta haylaz ve dilenci güruhuna tesadüf edilmez; evlere kilit vurma bilinmez. Her tarafta muhtelif içtimâî grupların birbirlerine karşılıklı saygı duydukları müşahede edilir. Dalkavukluk bilmezler. O kadar dürüst ve namusludurlar ki, başka türlü olunabileceğini düşünmediklerinden ve herkesi kendileri gibi sandıklarından aldatılırlar, ama hiçbir zaman aldatmazlar. Türklerde yalancılık, cinayet ve hilekârlık yoktur. Hayırseverlik akideleri, hayvanlara da şamildir. Camilerin saçakları altına kuşların sığınması için hususî yuvalar ve mezarların yanına kuşların su içmesi için küçük tekneler yapmak, Türk medeniyetine mahsus hususiyetlerdendir.”

    Böyle bir toplumdan bugünkü az namazlı, az oruçlu, kimseye güven vermeyen, fakat yine de “dindar” bir toplum haline gelmemiz, Din’i birtakım şekilleri yerine getirmekten ibaret ve günlük işlerimize ve muamelelerimize karışmaz zannetmemizden kaynaklanmaktadır.

Yani Türkiye insanı, düşüncede ve günlük hayatında lâikleşmiştir. Kur’an, “Namaz bütün aşırılık, hayâsızlık ve kötülüklerden alıkoyar.” buyururken, ibadetlerin de yeterli manevî tesir icra etmemesinin gösterdiği üzere, Din’in kendilerinden ibaret görüldüğü şekiller de, gerektiği gibi ifa edilmemektedir. 

Din’den boşalan yere de manevî–ahlâkî–hukukî–içtimaî–iktisadî–siyasî unsurları birbirini tamamlayan bütün bir sistem koyamadık.

Koyabilmemiz de mümkün değildir; çünkü İslâm, bütün bir hayatı kuşatan ve diğer dinlerdeki bütün gerçekleri kendinde barındıran bir Din’dir; dolayısıyla, ondan çıkan veya onun içinde yoğrulmayan, başka bir dinde ve sistemde ışık bulamaz; anarşist, kanun tanımaz ve idare edilmez olur.

Diğer dinlerden çıkanlar veya onları tanımayanlar ise, hem bu dinler muharref ve mensuh, hem de belli zaman ve kavimlerle sınırlı bulundukları için başka din veya sistemlerde ışık bulabilirler.

Gerçekten Türkiye’de, İslâm dünyasında bir keşmekeşlik hâkimse ve insan kendisini pazarda aldatılmaktan, yaşadığı evde ve sokakta sürekli rahatsız edilmekten emniyette hissetmiyorsa, insanlar birbirine güvenmiyor, fakat meselâ Danimarka’da karşılıklı güven yüzde 76’yı buluyorsa, bunun başlıca sebepleri, bunlardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder