Popüler Yayınlar

9 Nisan 2013 Salı

Nasıl ve ne için başkanlık sistemi?

PROF. DR. LEVENT KÖKER

AK Parti, “başkanlık sistemi”ne geçiş yönündeki önerilerini TBMM Başkanlığı’na sundu. Böylece bir parlayıp bir sönen sistem tartışması artık hep gündemimizde olacak.

Öneriler, zaman zaman karıştırıldığının aksine, yarı-başkanlıktan çok başkanlık sistemine yakın durduğu için önce bu konuda bir netleşme gerekiyor, sonra da içerikle ilgili bir değerlendirme yapmaya çalışacağım.

PROF. DR. LEVENT KÖKER
    İnsan hak ve hürriyetlerinin en ileri düzeyde kabûl görmesine dayanan demokratik hukuk devleti ortaklığının ötesinde, dünya üzerindeki demokratik sistemler parlâmenter ve başkanlık sistemleri olarak iki büyük gruba ayrılmaktadır.

İki sistem arasındaki fark yasama-yürütme ilişkileri bakımından görülmektedir. Parlâmenter sistemde yürütme organı halk tarafından doğrudan seçilen parlâmentonun içinden çıkmakta ve parlâmentoya karşı sorumlu konumda bulunmaktadır.

Bu sistemde kural olarak sembolik bir konumu bulunan Cumhurbaşkanı’nın devlet yönetiminde yetkisizliği ve sorumsuzluğu esastır, devlet idâresinden dolayı asıl sorumluluk yürütmenin başı konumunda olan Başbakan ve Bakanlar Kurulu’ndadır.

Buna karşılık başkanlık sisteminde ise durum çok farklıdır. Burada yasama organı ile yürütme organı halk tarafından doğrudan ve ayrı seçimlerle seçilmekte, dolayısıyla aralarında herhangi organik ilişki bulunmamaktadır.

Yasama organı tüm başkanlık sistemlerinde iki bölümlü bir biçimde (“temsilciler meclisi” ile “senato”dan) oluşmakta yürütme ise sadece Başkan’da tecelli etmektedir. “Bakanlar” Başkan tarafından –Senato’nun onayı ile– atanmakta ve ilke olarak ona karşı sorumlu bulunmaktadır.

Sistemin özü, yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin kat’i bir biçimde birbirlerinden ayrılması ve böylece aşırılıkların frenlenip dengelenmesi düşüncesine dayanmaktadır.

    Şimdi soru şu: Başkanlık sistemi Türkiye’nin gündemine hangi özellikleri bakımından getirilmektedir? İstenen “başkanlık sistemi” midir yoksa başka bir şey mi?

Medyaya yansıdığı biçimiyle bakarsak AK Parti’nin (bakanların başkan tarafından atanması ve milletvekilliği yapamamaları gibi) önerilerinin yasama-yürütme ayrılığına dayanan başkanlık sistemine yakın durduğunu söyleyebiliriz.

Bununla birlikte aynı önerilerde yasama organı ile başkanın seçilme dönemlerinin çakıştırılmak istendiği görülmekte. Bu durum, başkanlık sistemi tipinden bir sapma meydana getiriyor.

Şöyle ki: Sâdece AK Parti ve Sayın Erdoğan’ın özel durumunda değil,  Türkiye’nin (ve esâsen Avrupa’nın) siyasî geleneğinde de “disiplinli siyasî parti” geçerlidir.

Bu durumda, başkan ile yasama organı seçimlerinin aynı dönemde yapılması durumunda çoğunluk partisi parti genel başkanı “başkan” olarak yürütmeyi, “genel başkan”ın kontrolündeki çoğunluk partisi de “yasama organı”nı kontrol edebilecek ve dolayısıyla sistem öneride savunulanın (ve başkanlık sistemi mantığının) tam aksine yasama ve yürütme güçlerinin dolaylı da olsa tek elde toplanmasıyla sonuçlanabilecektir.

Esâsen durum şu anki parlâmenter yapıda da böyle olduğuna göre, insan, “başkanlık sistemi” adı altında böyle bir öneriye neden gerek duyulmuştur diye sormadan edemiyor doğrusu.

    Gelelim iki meclislilik ve federalizm konularına. Federalizmle başlayayım: ABD başta olmak üzere, bugün dünya üzerinde geçerli olan başkanlık sistemi örneklerinin hemen tamamı aynı zamanda federasyon.

Kıbrıs Cumhuriyeti gibi bazı çok küçük ada devletleri bunun ihmal edilebilir istisnalarını oluşturuyor. Buna karşılık parlâmenter sisteme sâhip devletler ise federasyon veya üniter devlet biçiminde örgütlenebiliyorlar.

Bu gözlemden çıkan birinci sonuç şu: Parlâmenter sistem için gerekli olmayan federalizm, başkanlık sistemi için gerekli.

Tabiî burada federalizm deyince ne anlaşıldığını da belirtmek gerekir. ABD (başkanlık sistemi) veya Almanya (parlâmenter sistem) gibi tarihî olarak federasyon tarzında kurulmuş devletlerin yanı sıra, “üniter” yapı içinde bölge yönetimleri oluşturmuş ve merkezî devletin yasama ve yürütme yetkilerini bölgeler lehine kısıtlamış, (İspanya ve İtalya gibi) ileri düzeyde adem-i merkeziyetçi devletler de adı konmamış federalizm örnekleri olarak zikredilebilirler. 

    Bu devletlerin hepsinde yasama organlarının iki meclisli (senatolu) olduğunu da eklemeliyiz. Özellikle başkanlık ve (doğası gereği parlâmentarizmden bir sapma olan Fransa’daki gibi) yarı başkanlık da dahil demokratik sistemlerin pek çoğunda iki meclisli bir yasama organı bulunduğunu vurgulamalıyız.

Bu durumda Türkiye’de başkanlık sistemine (1) federalizme yakınlaşan bir bölgeli devlet ve (2) senato benzeri bir ikinci meclis olmadan geçilmesinin önerilmesi dünya örneklerine göre gerçekten istisnaî bir durumdur.

AK Parti önerisinin sözcüleri ikinci meclisin Türkiye’de 1961 Anayasası döneminde denendiğini ve başarısız olduğunu belirtmektedirler.

Son derece ironik bir biçimde darbe anayasası olarak nitelendirilen 1982 Anayasası’nın yapıcılarının yaklaşımını hatırlatan bu değerlendirme üzerinde biraz durmak gerekmektedir.

1961 Anayasası ile getirilen “Cumhuriyet Senatosu” halkın demokratik tercihlerinin Cumhuriyet’in temel özelliklerini tahrip edebileceğinden endişe eden bürokratik vesâyetçi zihniyetin “halk korkusu”nu yansıtan bir kurumdu.

Buna karşılık demokratik bir sistem olan başkanlık sistemindeki “senato” kurumu, nisbî temsil esasına göre belirlenecek olan bir yasama organı çoğunluğunun, siyasî ve diğer azınlık gruplar üzerinde tahakküm kurabileceği (“çoğunluk zorbalığı”) endişesine dayanan bir özgürlükçü denetim mekanizmasını ifâde etmektedir.

    Öyle sanıyorum ki, başkanlık sistemi ile ilgili tartışmalarımızdaki asıl önemli nokta da burada tezâhür etmektedir. Türkiye’de başkanlık sistemi talebi, öneri sâhiplerinin dile getirdiği gibi, devlet aygıtının ve siyasî hayatın daha etkili ve “istikrarlı” işlemesi için mi yoksa “başkanlık sistemi”nin târihî ve fikrî temellerinin ortaya koyduğu üzere, çoğunluk zorbalığına engel olmak için geliştirilmiş özgürlükçü demokratik hukuk devleti anlayışını etkili kılmak için mi ortaya atılmaktadır?

Başkanlık sistemi önerisinin sâhipleri gerekçe olarak birinci noktayı öne çıkarmaktadırlar. Bu nedenle de adem-i merkeziyetçilik ve iki meclisli yasama organı konularında bir başkanlık sisteminde olması gerekenleri önermekten imtinâ etmektedirler.

Bu da çok iknâ edici olmamaktadır. Türkiye’de siyasî istikrar deyince “koalisyonla yönetilmeme” durumu anlaşılmaktadır ve bu bakımdan 2002 Kasım’ından beri Türkiye’de siyasî istikrar sorunu bulunmadığını söyleyebiliriz.

Bu dönemin ilk yıllarında “istikrar” önündeki en büyük tehdit askerî ve sivil bürokratik vesâyetçiliğin demokratik sürece yönelik aktif ve müdahaleci tavrıydı ki, bunun da süreç içinde giderildiği ve yapılan reformlarla koalisyonsuz yönetim anlamında istikrarın sağlamlaştırıldığı ortadadır.

Böyle bakıldığında, “istikrar için başkanlık sistemi” iknâ edici bir temelden yoksun kalmaktadır. Tabiî asıl önemli husus, başkanlık sistemi adı verilen siyasî sistem tipinin temelinde, özgürlükçü hukukun üstünlüğü temeline dayalı bir demokrasinin yerleştirilmesi  bakımından “çoğunluk zorbalığı”nı önleme fikrinin bulunduğunu kavramaktır.

Bu kavrayış olmadığı sürece ve bölgesel yönetim ile iki meclislilik seçeneklerini içermediği takdirde, herhangi bir sistem değişikliği önerisinin sözde kalacağı ve Türkiye’nin farklılıkların inkârından kaynaklanan başta Kürt sorunu olmak üzere çözüm bekleyen temel sorunlarına herhangi bir çözüm getirmesini beklemek en hafif deyimiyle hayalcilik olacaktır.

http://www.zaman.com.tr/yorum_yorum-levent-koker-nasil-ve-ne-icin-baskanlik-sistemi_2015954.html

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder