Popüler Yayınlar

2 Nisan 2013 Salı

TÜRKİYE'Yİ DOĞRU OKUMA TELAŞI


  Selim Savaş Genç

Oryantalizm, yani şarkiyat, Batı toplumlarının ilk etapta Doğu’yu sömürmek için yeterli bilgiye sahip olma amacı ile kurdukları bir disiplindi. 

Ağırlıklı olarak Ortadoğu dillerini öğrenip daha çok tarih bilgisi ile genel siyasi akımların incelenmesine odaklanan bu alan biraz antropolog, biraz tarihçi, biraz da siyaset bilimci ve ekonomist olma niyetindeydi.

Az gelişmiş toplum ve devletleri bu tür bir disiplinle takip edebileceklerine inanan Batı akademisi çoğu zaman o ‘az gelişmiş’ yapıları bile yanlış okudular. Hata üstüne hata yaptılar; lakin içine düştükleri komik durumları görebilecek kendilerinden daha iyi saha ve bölge bilgisi olan uzmanlar olmadığı için uzun süre ayakta kalmayı başarabildiler. 

Bugün Türkiye’deki Ortadoğu uzmanlarının çok büyük çoğunluğunun durumu bu fotoğraftan farksızdır. Büyük maddi hatalar ve yanlış ezberlerle koskoca bir Ortadoğu’yu, yani onlarca ülkeyi aynı anda yorumlamaya kalkma cesareti farklı bir şekilde izah edilemez. 

Batılı şarkiyatçıların hakkını teslim etmemiz gerekirse, onların büyük kısmının dil sorununu erken yaşlarda çözdüğünü gözlemliyoruz. Aynı anda Arapça, İbranice, Farsça ve Türkçe bilenlerin yanında tek bir Ortadoğu lisanına hâkim olmadan Ortadoğu uzmanlığına kalkışanları mukayese etmek ya da hepsini aynı kefeye koymak haksızlık olur. 

Batılı şarkiyatçıların, tanımadan önce peşin hükümlerle mesafe koyup kati hükümler verme hastalığı, değişen Ortadoğu ile birlikte sırıtmaya başladı. Yıllar önce üniversite kütüphanesine Zaman gazetesinin ‘İslamcı’ olduğu gerekçesiyle girmesini yasaklayan şarkiyatçılara, ‘İleride doktora ya da profesörlük tezlerinizi bu gazete ve etrafındaki insanlar üzerine yazacaksınız’ ikazında bulunmuştuk. 

Benzer büyük hata ve yorumları, AK Parti’nin iktidara gelişinde de tekrarladılar. Siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler disiplinlerinden haberdar olmayan şarkiyatçıların yorumlarını dikkate alan birçok Avrupalı karar alıcı hata üstüne hata yaptı. 

Şarkiyatçıların yanlış okumalarının altını çizen ve bir anlamda bu yorumlara meydan okuyan makaleler kısa süre içinde referans olmaya başladı. Batı artık başta Türkiye olmak üzere Doğu’yu, Türkiye ve Ortadoğu’dan gelen araştırmalar ve yorumlarla anlamaya çalışıyor. Bu klasik anlamda şarkiyatçı anlayışın hareket alanını kısıtlayan ve onları farklı alanlarda çalışmak zorunda bırakan da bir gelişmedir.

Gidişatı iki sene önce gören Stockholm Üniversitesi, ağırlıklı olarak siyaset bilimci ve ekonomistlerle çalışmak üzere ‘Türkiye Çalışmaları Merkezi’ açma kararı aldı. Bu büyük ihtiyacı üniversite yetkililerine ilk teklif eden vizyoner kurum ise ülkede yaşayan Türkiye kökenli girişimcilerin çatı kuruluşu SweTürk Derneği. 

Defalarca Türkiye’ye gelip birlikte çalışabilecekleri uzmanlarla görüşen üniversite yetkilileri geçen hafta İsveç Kralı ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile her iki ülkenin dışişleri bakanlarının hazır bulunduğu bir seremoni ile merkezin açılışını gerçekleştirdiler. İsveç’te şarkiyat disiplini ile çalışan Türkoloji enstitüleri ve araştırma merkezleri dururken bir yenisini farklı disiplinde açmasının izahı olmalı.

Türkiye’yi istihbaratçı gözü ile değerlendirmekten vazgeçen ülkeler, bir taraftan Ankara ile stratejik ortaklık anlaşmaları imzalarken, diğer yandan da geçmişte gazetelere bile yasak getiren yanlış tavırların içine tekrar düşmemek için bilgiye yatırım yapıyorlar. İsveç’in Türkiye haricinde stratejik ortaklık anlaşması imzaladığı tek ülke ABD. 

Özetle Türkiye artık büyük bir ülke olma yolunda mesafe katettiği için büyük üniversiteler zamanında derslerini çalışıp bölgede rol alacak bu aktörü doğru okumak için altyapılarını tekrar gözden geçiriyorlar.
Sadece 9,5 milyon nüfusu olan İsveç, dünyada kişi başına en çok küresel marka üretebilen ikinci ülke konumunda. 

Türkiye ile mukayese edildiğinde oldukça kısıtlı imkânlara sahip olan İsveç’in ilk 100’de iki üniversitesi bulunuyor. Türkiye sorunlarını çözmeye başladığı gün bu seviyeye erişmiş olmayacak. Normalleşme sürecini tamamlayan Türkiye, anayasası ile birlikte demokratikleşme altyapısını kurumsallaştırabilirse sadece sıfır seviyesine gelmiş olacak. 

Defalarca altını çizmiş olmamıza ve ihtiyacın büyüklüğü artık sırıtıyor olmasına rağmen Türkiye’de akademi hâlâ Batılı anlamda tek bir enstitü bile kuramadı. Türkiye’nin doğru anlaşılması ne kadar önemliyse, kendisinin de dünyayı doğru okuması o kadar önemlidir. Bakalım bu tarihî ihtiyacı ilk kim fark edip binalara değil de bu alanda bilgiye yatırım yapma cesaretini gösterecek.

 http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/columnistDetail_getNewsById.action?newsId=35097

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder