8 Nisan 2013 / CEMAL A. KALYONCU
Talat Aydemir’in
21 Mayıs 1963’teki ikinci darbe girişimine destek veren Harp Okulu
öğrencilerinden bir kısmı, mahkemede beraat etmesine rağmen okulun
disiplin kararı ile askerlikten atıldı. Haklarını arayan Harp Okulu
öğrencilerine TBMM Dilekçe Komisyonu olumlu cevap verdi.
Davanın konusu, karara bağlanmak üzere olan Ergenekon’la alakalı değil. Ama benzerlikler var; ikisi de akim kalmış darbe girişimi. Hâkim Binbaşı Turgut Akan, bu sert ifadeleri, Ankara 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’nde görülecek Talat Aydemir ve arkadaşlarına dair iddia makamının düşüncelerini dile getirirken sarf ediyor.
Tarih 7 Haziran 1963. Savcı Akan, 20-21 Mayıs 1963’te, ikinci kez, hem de emekli bir asker olarak muvazzaf askerleri de peşinden sürükleyerek anayasayı tağyir ve tebdil ve ilga ve TBMM’yi ıskata teşebbüsten, yani anayasayı değiştirmeye ve kaldırmaya ve Meclis’i de susturmaya teşebbüsten suçluyor ihtilalcileri.
Talat Aydemir Davası’nın, sürmekte olan Ergenekon davaları ile benzer bir yönü daha var. Ergenekon davaları için de seslendirilmeye başlanan ‘af’ talepleri, Aydemir ve arkadaşlarının yargılanmaları daha bitmeden de yapılmaya başlanmıştı.
Talat Aydemir, Kurmay Albay rütbesi ile atandığı Kara Harp Okulu Komutanı iken 22 Şubat 1962’de, hükümete karşı bir darbe girişiminde bulunmuştu. 1959 yılında Kore’de görevli olduğu için 27 Mayıs 1960 darbesinde, o ekipten olduğu hâlde görev alamamıştı.
Ama darbeci arkadaşları, döndükten sonra ona Kara Harp Okulu Komutanlığı mevkiini uygun bulmuştu. 27 Mayıs’tan sonra Türkiye, Cemal Gürsel’in idaresinde kurulan hükümetlere emanet edilmiş, 15 Ekim 1961 seçimlerinden sonra halk CHP’ye beklediği rağbeti göstermeyince koalisyon hükümetleri kurulmuştu.
İsmet İnönü, 20 Şubat 1965 tarihine kadar kurulan ikisi koalisyon hükümeti, üç hükümette de başbakanlık yapmıştı. 27 Mayıs’tan sonraki süreç Silahlı Kuvvetler mensupları bakımından Türkiye’de en karanlık dönemlerden birini teşkil ediyordu.
Üzerinde üniforma, elinde silahı ile vatanı korumakla yükümlü askerler, ülkedeki siyasi gelişmeleri beğenmeyip gidişata silahlarına güvenerek müdahale ediyordu. 27 Mayıs 1960’tan 21 Mayıs 1963’e kadarki bölümde ordu içerisinde altı gruptan söz ediliyordu.
Birinci grupta Genelkurmay İkinci Başkanı olan Korgeneral Memduh Tağmaç’ın taraftarları vardı. İkinci grup, Tağmaç’a cephe almış, eski Türk Silahlı Kuvvetler Birliği (TSKB) teşkilatı üyelerinden oluşuyordu. Bunlar 21 Ekim ve 9 Şubat protokollerini imzalamış subaylardı.
21 Ekim 1961 tarihinde İstanbul Harp Akademisi’nde imzalanan protokole 10 general ve 28 albay imza atmıştı. Üçüncü grup CHP’nin gençlik teşkilatları ile temas hâlinde, senatörler Mucip Ataklı ve Ekrem Acuner’in kontrolündeki MDO’culardı (Millî Demokratik Devrim Ordusu).
Sonraki grup Alparslan Türkeş ve taraftarları, bir nevi 14’lerden müteşekkildi. Bir diğeri 22 Şubatçılar, yani eski TSKB’yi yeniden düzenleyip organize edenlerdi. Son grupta ise bütün bu gruplara eşit mesafede durmayı yeğleyenler vardı.
27 Mayıs darbesinden sonraki 1961 seçimlerinde CHP’nin yüzde 36,7, Demokrat Parti’nin yerine kurulan Adalet Partisi’nin ise yüzde 34,8 oy alması da onları çileden çıkarmıştı. Kurulan Silahlı Kuvvetler Birliği ile alenen darbecilik oynamaya başlanmıştı TSK bünyesinde. Seçim sonuçlarından memnun olmayanlar yeniden idareye el koymayı dahi aralarında konuşmuştu.
Dava iki mahkemede görüldü
27 Mayıs içinde ukde kalmış Harp Okulu Komutanı Aydemir, böyle bir ortamda 27 Mayıs’ın hedefine ulaşmadığını, halkın 27 Mayıs’tan önceki gibi yine iki gruba ayrıldığını düşünerek, seçim sonrası istikrarlı hükümetler kurulamadığından hareketle özellikle İnönü’nün tutumlarından kaynaklı idareye el koyma düşüncesini yürürlüğe koyacaktı.
Bunun için, Harp Okulu Komutanı olarak 21-22 Şubat 1962 girişimi onun darbe konusundaki ilk kalkışmasıydı. İsmet İnönü’nün onlara söz vermesi ve ceza ve kovuşturma yapılmayacağına dair kanun tasarısı ile darbeciler ceza almamış, sadece ordu ile ilişikleri kesilmişti. 20-21 Mayıs 1963’te de Aydemir’in en büyük destekçi birliklerinin başında yine Harp Okulu geliyordu.
O gece 23.30’da başlayan darbe girişimi, tanklarla Radyo Evi’nin ele geçirilip 00.12’de ihtilal anonsu yapılmasına rağmen sabaha doğru hükümet güçlerinin hâkimiyeti yeniden ele almasıyla Aydemir için başarısızlıkla neticelenmişti; geride Harbiyeli Aldanmaz diye peşinden sürüklediği onlarca subay namzedi genç bırakarak…
Talat Aydemir ve arkadaşlarının davası iki mahkemede görüldü. Gerekçeli kararda beyan edildiğine göre, 20-21 Mayıs 1963 olayları asli failleri ile birinci derecede şerikleri (ortak), sanıkların sayısının çokluğu ve davanın süratle sonuçlanması bakımından Mamak Muhabere Okulu’nda kurulan 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’nde ve Harp Okulu öğrencilerinin de kendi okullarında teşkil edilen 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılanmaları gerekmişti.
Harp Okulu birinci ve ikinci sınıf öğrencilerinin 1459’u yani tamamı yargılama kapsamında ele alınmıştı. Aslında bu sayı 1468 idi. Ancak bunlardan 9’unun davası, Talat Aydemir hareketinde asli kişilerden sayılarak 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’nde görülmüştü.
Talat Aydemir ve Ömer Gürcan, darbe ile ilgili bütün detayları, başlarına gelebilecekleri tahmin de ettikleri hâlde eşi benzeri görülmemiş bir açıklıkla, hiç çekinmeden mahkemede tekrarladılar.
Hatta Aydemir, iddianamede geçen ifadelerle, 21 Mayıs hadisesinin küçük gösterilmek istendiğini dahi dile getirdi: “Hâlbuki hadise beyan edildiği gibi küçük bir hadise değildir.
Dar bir çerçeve içerisinde tutulmakla neyin kastedildiğini ve ne maksat güdüldüğünü bilmiyorum.” Aydemir, savunmasını yaparken Türkiye’de yeni bir askerî müdahaleye ihtiyaç duyulduğunu da maddeler hâlinde ileri sürmüştü. Şu ifadeler de ona aitti: “Hedefine varmamış ihtilaller, yüzde yüz zaman fasılalarıyla tekrar edilir.
Canlı misali 27 Mayıs 1960 sonrasındaki 13 Kasım 1960, 6 Haziran 1961, 22 Şubat 1962, 21 Mayıs 1963 ve istikbalde X günü.” Talat Aydemir, bu hususta hiç de haksız çıkmayacaktı.
Allah Türk milletine acımış ki...
Aydemir, kendisiyle beraber hareket edip de ortaya çıkmayan arkadaşlarına hayret etti. O yüzden, hatıralarında, ‘ihtilal fikri karargâhından’ kendisine sadece Fethi Gürcan’ın sadık çıktığını, diğer hepsinin art fikirlerini zamanla öğrendiğini ifade edip, darbeci arkadaşlarını samimiyetsizlikle suçladı: “… mahkemelerin vereceği cezalardan ürkerek aslını inkâr eden bir kadro ile ihtilal hareket olarak da muvaffak olmuş olsa idi, neticesi gelmeyecekmiş.
Allah, bana ve benim gibi düşünenlere ve Türk milletine acımış ki bizi 20-21 Mayıs 963 gecesi yapılan askerî harekâtta muvaffak kılmadı. Bu cihetten çok memnunum, onun için mağlubiyet acımı unutmuş vaziyetteyim.”
Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 Numaralı Askerî Mahkemesi’nin 5 Eylül 1963 tarihinde verdiği kararla sanıklardan yedisine idam, 29’una müebbet ağır hapis cezası verildi. Daha sonra idamı onananların sayısı ikiye indirildi ve Ömer Gürcan ile Talat Aydemir darbe suçundan ölüme gönderildi.
Savcı, 8 Haziran 1963’te başlayan 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’ndeki davada ise Harp Okulu öğrencilerinin 1123’üne ceza talep ederken 336’sının beraatlerini istemişti. Onlar, iddianamede, ‘ihtilal lider ve idarecileri ile ihtilal teşebbüsünün icra safhasından evvel fikren anlaşmış öğrenci sanıklar ve bu sanıkların fikren hazırladıkları diğer sanıklar’ şeklinde ifadesini bulmuştu.
Savcı iddialarını şu esaslara dayandırıyordu: “1-20-21 Mayıs harekâtının lideri Talat Aydemir, 22 Şubat 1962 tarihine kadar Kara Harp Okulu Komutanı olduğundan o tarihe kadar öğrenciyi ihtilalde zinde kuvvet olarak kullanmak için askerî disiplin ve otorite ile tedrisat sistemine tamamen aykırı bir vaziyette yetiştirmiştir.
“2-27 Mayıs 1960 inkılabından ve bunu müteakip orduda teşekkül etmiş cuntaların mevcudiyetinden bahisle öğrencilere devlet nizamını istedikleri anda değiştirmek hakkına sahip bulundukları ve bu hakkı kullanacak yegâne kuvvetin kendileri olduğu fikri aşılanmıştır.
“3-22 Şubat hadisesinden sonra da 20-21 Mayıs ihtilali için öğrencileri, muhtelif yollarda bu harekâtta kullanmak üzere fikren hazırlatmıştır. Öğrencilerin bazıları ile asli failler müşterek çalışmış, tamamına Kemalizm perdesi altında kendi ihtilal fikri aşılanmıştır.”
10 madde hâlinde iddialarını dile getiren savcının şu tespitleri ihtilalcilerle birlikte hareket eden öğrenciler hariç, geri kalanların bu olaydaki bütün suçlarını ortaya koyuyordu aslında:
“Öğrenciler, Ankara içinde Genelkurmay Başkanlığı, Kızılay, Radyo Evi mıntıkalarında bulundukları sırada münferit subaylar tarafından ikazlara rağmen kararlı olduklarını, Talat Aydemir ve 22 Şubatçılardan emir aldıklarını söylemişlerdi.”
Savcı, devamında öğrencilerin ayrıca, rastladıkları ve parola bilmeyen çeşitli rütbelerdeki subayları yakalayıp Harp Okulu’na getirdikleri, Radyo Evi’ni işgal ettikleri, kendi komutanlarının ikaz ve nasihatlerine itaat etmedikleri, radyo anonslarına rağmen son ana kadar emekli subayların komutası altında kaldıkları, hükümet kuvvetlerine karşı subaylarla pazarlık ettiklerini de tespit etmişti. Harp Okulu öğrencileri açısından olayın özeti buydu.
Buna karşılık mahkeme bu iddiaların çoğuna katılmamıştı. Bunu gerekçeli kararında da ortaya koyuyordu. Kısa bir tarihçesinden bahisle ‘her dönem şan ve şeref özlemcilerinin burcu olduğu belirtilen Harbiye’nin, maalesef bu devirde bir kısım mensuplarının kötü emellerine kandırılarak alet edildiği’ belirtilen gerekçeli kararda, öğrencilerin bir kısmının Aydemir ve ekibinin tarafını tuttuğu hâlde pek çoğunun böyle bir eylemden habersiz olarak kitle psikolojisinden istifade edilip sürüklendiğine kanaat getirilmişti.
2 Numaralı mahkeme, 11 Eylül 1963’te bir karara vardı. Sonuçta 1459 sanıktan 75’i 4 yıl iki ay, 91’i de 3 ay hapse mahkûm edildi. 1293 kişi beraat etti. Temyiz aşamasında ise 4 yıl 2 ay ceza alanların 10’u hakkında karar bozuldu.
O zamanlar iki yıllık eğitim veren Kara Harp Okulu’nda iki tabur vardı. 3. Tabur ikinci sınıf, 2. Tabur da birinci sınıf öğrencilerinden oluşuyordu.
Harp Okulu öğrencilerinin -hava değişiminde olduğu için o anda orada bulunmayanlar hariç- tamamı şüphesiz bile isteye Aydemir’in peşinde sürüklenmiş değildi. Buna rağmen özellikle son sınıf sanıklarından olup, delil yetersizliğinden beraat edenlerle ilgili gerekçeli karardaki ifadeler de dikkat çekiciydi: “Subay çıkmalarına 3 ay kala, bilerek veya bilmeyerek ihtilalcilerin emellerine hizmet etmeleri ordunun temeli olan disiplini büyük ölçüde sarsmış ve subay olma niteliğinden yoksun bulundukları anlaşılmıştır.”
21 Mayısçılar affedilsin
Daha yargılamalar sürerken de, cezalar kesildikten hemen sonra da ‘af’ talepleri gündeme getirilmeye başlanmıştı 21 Mayısçılar için. Bugünkü gibi ‘toplumsal barış’ temalı ifadelerle kamuoyu hazırlanmaya başlanmıştı.
Zamanın Meclis Dilekçe Karma Komisyonu Başkanvekili AP Aydın Milletvekili Reşat Özarda, Meclis Başkanlığı’na sunduğu dilekçesinde “Geçmişi unutup kırgınlıkları bertaraf etmek ve istikbale elbirliği ve kardeşlik havası içinde hazırlanmak millî menfaatlerimiz içindir.” diyordu.
Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CMKP) Kastamonu Milletvekili İsmail Hakkı Yılanlıoğlu da 7 arkadaşı ile birlikte ‘bazı siyasi suçluların’ affıyla ilgili kanun teklifinde buna yer vermişti. 27 Mayısçı senatör Mucip Ataklı ise davanın temyiz aşamasından hemen sonra hükümlü öğrencilerin durumlarının iyileştirilmesi için bir kanun teklifi vermişti.
21 Mayısçılara af talep edenlerin sayısı oldukça fazlaydı. “… af tekliflerinde geçmişi unutmak, cemiyetin huzur ve sükûnuna hizmet etme mülâhazaları ne kadar hâkim olursa o kadar meşru ve makbul sayılır. (…)
21 Mayıs olayları faillerinin cezalarını çekmeye devam etmelerinde artık içtimai fayda kalmamış bilâkis bunların unutulmalarının cemiyete huzur ve sükun getireceği kanaati yaygın bir hâl almıştır.” Bu kanun teklifi Millet Partisi’nden S. Faruk Önder ve iki arkadaşı tarafından yapılmıştı.
Alparslan Türkeş ve iki arkadaşının bu konudaki başvuruları bundan iki gün sonra, 22 Aralık 1967 tarihliydi. Onlar da “Millet hayatının yeniden tanzimi devresinde geniş anlayışla müsamaha, şefkat ve atıfet hayati bir lüzum ifade eder.” diyerek 21 Mayıs olayından hapis yatanlara af istiyordu.
Adalet Partililerin bu konudaki af girişimlerini, 27 Mayıs’ta Yassıada’da mağdur edilen siyasilere af istemelerine bağlamak mümkündü. Bunu 21 Mayısçılar da dile getiriyordu.
Sonradan hukukçu olan Harp Okulu öğrencisi Vahit Özsoy, bir yazısında ‘Celal Bayar vs. affının sayesinde 1966 affından yararlandırılmış’ olduklarını dile getirmişti.
Ve 28 Aralık 1967’de Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren kanunla 21 Mayısçılar tamamen affedildi. Affedilmeyen tek husus, 20-21 Mayıs’a katılan Harp Okulu öğrencilerinin ‘Kara Harp Okulu Yüksek Disiplin Kurulu Kararı’ ile askerlikle ilişiklerinin kesilmesiydi.
Bir ve ikinci sınıf yani bütün Harp Okulu öğrencileri mahkeme kararının hemen ardından, kendilerini Kara Harp Okulu Yüksek Disiplin Kurulu Kararı ile askerlikle ilişikleri kesilmiş hâlde bulmuştu. Karar, Harp Okulu Komutanı Burhan Ercan başkanlığında üyeler kurmay albaylar Fahri Paksoy ve Cemil Candaş ile Kurmay Yarbay Kemal Yamak ve Moral Subayı Binbaşı Burhan Örgen’in kararıyla oy birliği ile alınmıştı.
Üye Yüzbaşı Abdurrahman Özbağcı ise yasa gereği oy beyan etmemişti. Gereği düşünülen şuydu: “… okulun ve askerliğin şeref ve haysiyetini kırdıkları, bu fiilleri ve tutumları ile subay olamayacakları kanaatine varılarak okul disiplin talimatının 97. maddesi gereği öğrencilerin Kara Harp Okulu ile ilişiklerinin kesilmesine.”
İlginç olanı da Yüksek Disiplin Kurulu’nun, bu kararı, öğrencileri dinlemeden, lüzumu hâlinde ifade tutanakları ve duruşma zabıtlarından istifade edilebileceğine hükmederek vermesiydi.
Kemal Yamak, 2006’da çıkaracağı Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler kitabında da yazdığı gibi, dava başlamadan olayla okulun ilgisini hemen kesmek için “Okul disiplin kurulu kararı ile bütün öğrencileri okuldan ayıralım” teklifini yapan kişiydi.
O zaman bu kabul görmemiş, fakat mahkeme süreci sonunda Yamak’ın dediği noktaya gelinmişti. Aynı Yamak, kitabında, bütün öğrencilerin okuldan uzaklaştırılmalarının haksızlık olduğuna dair düşüncelerini de yazacaktı.
Harp Okulu’ndan uzaklaştırılan öğrenciler, sonraki yıllarda, 20-21 Mayıs 1963 Harbiyelileri Derneği gibi birlik-beraberlik teşekkülleri ile aralarındaki bağlantıları koparmamaya çalıştı. Pek çoğu hayatını başka alanlara yönelerek kazandı.
Buna karşılık Talat Aydemir’in 22 Şubat 1962’deki darbe girişiminden sonra okul komutanlığına atanan ve 20 Mayıs 1963 gecesi birliğini darbecilere kaptıran Kemalettin Eken gibi komutanlar terfi almaya devam etti. Eken, sonraki yıllarda Jandarma Komutanlığı dahi yaptı. 21 Mayıs’ın, emekli asker olan Aydemir ve Gürcan dışında muvazzaflara faturası ağırlıklı olarak öğrenciler üzerinden kesildi anlaşılan.
Meclis’e başvurdular
Harp Okulu öğrencilerinden Orhan Yarapsanlı, Yücel Sevinç, Hilmi Eryıldız ve İzzet Ülker ise bir süre önce Meclis Dilekçe Komisyonu’na yaptıkları başvuru ile bu konuda tüm haklarının verilmesini talep etti.
Genelkurmay, 2000 yılında, 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 girişimine katılanların itibarlarını iade etmişti. Fakat bu, sadece, kendilerine, üzerinde ‘Harbiyeli’ yazan ve onların tüm askerî tesislere girişini serbest kılan özel kimlik kartı verilmesinden müteşekkildi.
TBMM’ye yaptıkları başvuru ile sosyal hakları ve kılıçlarını talep eden, bugün 70’li yaşlarında olan Harp Okulu öğrencileri, iade-i itibarlarını da istiyor şimdi. Dilekçe Komisyonu’ndan gelen son bilgi, başvurunun araştırılması için talimat verildiği yönünde.
Harp Okulu gerekçeli kararında da vurgulandığı gibi acaba askerde emir komutaya ve disipline bu kadar ehemmiyet vermek, darbelere talebeler teşebbüs ettikçe mi geçerliydi? Yoksa rütbeler yükseldikçe askerlikle ilgili bu tespitler bir anlam ifade etmeyecek miydi?
http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-35255-biz-darbeci-degiliz.html