Bu açıdan her katmanda, her varlık veya hâdise, kendini oluşturan parçalardan daha fazla bir şeydir.
Her hâdise, uzay-zamanda etkileştikçe, sürece ve etkileşme sayısına, durumuna bağlı olarak girift hâle gelir.
Bilimler, bu kompleks süreçleri anlama noktasında sistematik ve örgütlü insan faaliyetlerinin neticesinde ortaya çıkmaktadır. Bilimlerin öznesi olan insan bu âlemde hem etkileyen~etkilenen, hem de gözleyen~gözlenen bir varlıktır.
Kendi tabiatında ve kâinatta cereyan eden hâdiseleri, akıl, hipotez, gözlem ve tecrübe yoluyla olduğu kadar, sağlam vahiy, ilham, sezgi ve aktarmalar (tevatür) gibi kaynakları da kullanarak anlamaya çalışır.
Gözlem ve tecrübeye, akıl yürütmeye dayalı bu keşif ve anlama yolculuğu, kurum ve sektör seviyesinde gerçekleştirildiğinde, araştırma-geliştirme faaliyetleri ismini alır.
Kabiliyet, zekâ ve anlama seviyeleri bakımından farklı yetkinliklerde yaratılan insanların her konuda araştırmacı (kâşif veya mucit) bir zihin yapısına sahip olması mümkün değildir.
Çünkü insanlar, gelişimleri sırasında 3–16 kadarı tanımlanabilmiş kısmî, fraktal bakış açılarından birkaçını, baskın ve yoğun kullanarak algı-idrak ve düşünce fonksiyonlarını şekillendirir.
Fraktal kavramını açarsak, o tek başına hiçbir varlığı 360 derece bütün boyutlarıyla algılayamadığı gibi, üzerinde bütüncül analiz ve sentezler yapmaktan acizdir.
Bir hâdisenin en az altı (ön-arka, sağ-sol, alt-üst) farklı boyutundan, eş zamanlı olarak bir kaçını algılayabilir.
Bu açıdan insanoğlu bir veya birkaç ilim dalında (konuda) uzmanlaşabilir ve derinleşebilir.
Hayal kurabilme, zihinde canlandırma, modelleyebilme, sorgulama, eleştirme, analiz ve sentez, ön görme gibi zihin fonksiyonlarını içine alan entelektüel merak kapasitesi yüksek kişilerin, dış âlemde ve(ya) kendileri üzerinde hangi hâdiseye odaklanacaklarına birçok değişken tesir eder.
Meselâ, kendi iç motivasyonları ve ilgileri kadar, içine doğdukları sosyo-kültürel-politik sistemin ve eğitimin neyi ne ölçüde destekleyip teşvik ettiğine de bağlıdır.
Ayrıca varlık üzerinde gözlem yapan, düşünen ve sorgulayan insanın bilme-anlama vasıtaları, örtük biyolojik-psikolojik-zihinsel-kültürel zeminlerle kompleks etkileşimler gösterir.
Dolayısıyla bilimsel araştırmalarda üretilen bilgi, belli ölçüde sosyokültürel olarak inşa edilir, sosyopolitik ve kültürel renklerle zenginleşir ve yorumlanarak tüketiciye ulaşır.
Bu açıdan, bilimde mutlak objektiflik yoktur. Bunun yerine, işe yarayan, çözümleme gücü yüksek ön kabuller ve aksiyomlara (referans standartlara) dayalı göreceli objektiflik vardır.
Bu da bilimi sürekli gelişen ve daha az yanlışa doğru tekâmül eden bir bilme ve anlama yolculuğuna dönüştürür.
Bundan dolayı, çalışma takımlarını, tamamlayıcı zihin fonksiyonlarına ve kabiliyetlere sahip kişilerden oluşturmak son derece önemlidir.
Zîrâ varlık ve hâdiseleri, 360 derece perspektiften sistemci ve bütüncül şekilde ancak böyle bir ekip analiz edebilir, açığa çıkan bilgileri, işe yarayacak formatlara dökebilir.
İki algı ~ odaklanma çeşidine bağlı ilmî araştırma usulü
İnsanlar algı~odaklanma bakımından, dar ama derin (1) ve geniş ama yüzeysel (2) odaklı şeklinde iki kategoriye ayrılır.
Dar odaklı zihin yapısına sahip kişiler, derinlemesine odaklanabildiklerinden uzmanlaşmaya çok uygundurlar.
Geniş odaklı zihin yapısındaki kişiler, dikeyden ziyade yatay bilgi toplamaya ve göreceli olarak bütünü daha iyi görmeye yatkın derleyicilerdir.
İnsanın bilme ve anlama fakültelerinden olan akıl ve kalb (gönül), her insanda değişik baskınlıklarda ve şiddetlerde tercihen kullanıldığından, varlık ve hâdiselerin farklı boyutlarını bizlere tanıtırlar.
Akıl ve duygular, insanda rasyonel ve irrasyonel tutum ve davranışların ortaya çıkışını da örgütlerler.
Görünüşte birbirine zıt gibi dursalar da, akıl ve kalb, hakikatte varlık ve hâdiseleri, bütüncül seviyede kavramanın tamamlayıcı parçalarını oluştururlar.
Kâinatta her seviyede varlık ve hâdiselerin yaratılışında zıtların kullanılmasının hikmeti, bir şeyin zıddının olması, o şeye ait izafi hakikatlerin var oluşuna ve ortaya çıkışına sebeptir.
Ayrıca zıtlar, varlığın (bütünün) inşa ve yıkılış sürecini koordine etmede, varlığa dinamizm katmada, tamamlayıcılık fonksiyonu görür.
Bu açıdan araştırma-geliştirme faaliyetlerinde, akıl, tecrübe ve gözlem kadar, sezgi, ilham ve altıncı his, rüyalar (tasavvufi bilme yolları) önemlidir.
Bu hakikate M. F. Gülen Hocaefendi makalelerinde şöyle değinir: "...varlığı tam kavrayabilmek için hem tasavvufî düşünce hem ilmî araştırma çifte usülünü kabul etme mecburiyetindeyiz.
Batı temelde kendinde olmayan bir cevherin yerini doldurmada oldukça zorluk çekmiş ve bu ihtiyacı bir ölçüde mistisizme sığınarak karşılamaya çalışmıştı.
Her zaman İslâm ruhuyla içli dışlı olmuş bizim dünyamız için, yabancı herhangi bir şey aramaya veya herhangi bir şeye sığınmaya ihtiyaç yoktur.
Bizim bütün güç kaynaklarımız düşünce ve iman sistemimizin içinde vardır; elverir ki, o kaynağı ve o ruhu ilk zenginliğiyle kavrayabilelim.
O zaman, varlık içindeki bir kısım sırlı münasebetleri ve bu münasebetlerin ahenkli cereyanını görecek ve her şeyi daha bir değişik temaşa ve zevk irfanına ulaşacağız."
İnceleme - Ekim 2010 Sayı: 381 |
İndirgemecilikten sistemci/bütüncül yaklaşımlara geçiş
Küreselleşen dünyada, insanlar, mallar, hizmetler, kültürler, düşünce ve anlayışlar, zihniyetler, geçmişe göre daha fazla iç içe girmekte, etkileşmekte ve birbirleriyle alışveriş içinde, yeni dinamik motiflerin, sosyal yapıların ve hayat tarzlarının, anlayışlarının oluşmasını kolaylaştırmaktadır.
Günümüzde yaşadığımız her hâdise ve o hâdiseye sebep olan varlıkların yapı ve işleyişi, çok katmanlı, modüllü ve çok fonksiyonlu özellikler göstermektedir.
Bunun önemli bir sebebi, uzay-zamanın her ölçeğinde daha fazla etkileşime girmemiz ve her şeyin çok daha hızlı etkileşim motifleri içinde akışıdır.
Her geçen gün daha fazla yoğunlukta, varlığın ve hâdiselerin birbirleriyle dinamik olarak etkileştiği ağlar içinde yaşadığımızı fark ediyor ve hiçbir hâdisenin tek bir sebebi ve neticesi olmadığını, günümüzde daha iyi hissediyoruz.
Bu durum, bizleri kendi içimize kapanarak izole bir hayat sürmemizi, bilgi üretmemizi ve ar-ge yapmamızın, günümüzde çok geçerli bir çözüm stratejisi olmadığı mesajını da veriyor.
Aksine bilimler ve uzmanlıklar birbiriyle diyaloğa girerek ve etkileşerek, onlarca yeni araştırma sahaları ve interdisipliner bilim dalları (biyofizik, biyomatematik biyomühendislik, biyomüzik,biyoilahiyat, ekoilahiyat, egonomi, biyonomi, biyopsikoloji, nöroekonomi gibi) oluşmaktadır.
Hastalıkları şimdilerde, parça ve ağ patolojisi şeklinde sınıflandırıyoruz ve parçanın sağlığı kadar, ilişkilerin, etkileşimlerin ve ağ sağlığının da önemli olduğunu kabul ediyoruz.
Buna güzel bir örnek, psikosomatik bilim dalı ve içindeki psikonöroendokrinimmünoloji araştırma sahasıdır.
Stres, psikosomatik rahatsızlıkların ana faktörü olup, ancak interdisipliner perspektifden araştırıldığı takdirde, anlaşılabilecek bir fenomendir.
Pozitif ve negatif duygu ve düşünceleri tecrübe etme sıklığımız, beden sağlığımızı doğrudan ve dolaylı olarak aşağıdaki sırada zincirleme etkiler.
Psikolojik ruh hâlimiz, sinir hücrelerimizin cevabına, bu cevap oradan salgılanan nörokimyevî maddelere, onlar da hormonal cevaba, salgılanan hormonların çeşidi ve seviyesi de bağışıklık sistemimizin performansına tesir eder.
Bağışıklık sistemimizdeki zafiyetler de çeşitli hastalıklara davetiye çıkarır.
Varlığın sırlarını deşifre etme potansiyelinde yaratılan ve kendisine entelektüel (bilgi) sermayeyi inşa etme izni verilen insanoğlunun elinde, indirgemeci (bütünü oluşturan parçaları analizle çözümleme yolu) ve sistemci (interdisipliner) olmak üzere birbirini tamamlayıcı iki bilgi üretim usulü (ar-ge yaklaşımı) vardır.
Bilimleri, varlık ve hâdiselerin sırlarını deşifre eden puzzle çözümleyicileri olarak tanımlarsak, indirgemeci yaklaşımlar ve uzmanlıklar, bilmecenin (puzzle) tek tek parçalarını çözmek için idealdir.
İndirgemeci veya sistemci yaklaşımlar tek başına kullanılırsa, varlık ve hâdiseler kısmî ve parçalı ölçekte çözümlenebilir; ama her varlık ve hâdisenin bütün ve dinamik bir sistem olarak anlaşılmasını göz ardı etmiş oluruz.
Nitekim insanoğlu, 18. asırdan itibaren varlık ve hâdiseleri anlamada indirgemeci yaklaşımları kullanmayı tercih etti.
Her varlık ve hâdise kendisini oluşturan bileşenlerine indirgendiğinde ve parçalar anlaşıldığında, bütüncül seviyede varlığın sırlarının deşifre edilebileceğine inandı.
Bu yaklaşımla belli ölçekte başarılı olundu ve birçok buluşa, teknolojiye imza atıldı. Ama bu yöntem, bir o kadar da, yeni problemlerin doğmasına sebep oldu.
Çünkü indirgemeci yaklaşım, varlığın bir bütün olarak işleyişini ve sistemdeki diğer varlıklarla ve hâdiselerle etkileşimini göz ardı etmişti.
20. yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde, varlık ve hâdiselerin bütüncül seviyede sistem dinamiği yaklaşımlarıyla analiz ve sentezine izin veren, aynı zamanda yeni bilim anlayışlarını doğuracak onlarca kavram, teori ortaya çıkmaya başladı.
Meselâ, kaos, garip çekerler, doğrusal olmama prensibine dayalı modeller ve simülasyon denklemleri, başlangıç şartlarına hassasiyet (kelebek tesiri), fraktallar, komplekslilik, sistem dinamiği, kompleks uyum sağlayıcı sistem dinamikleri bu yeni yaklaşımlardan bazılarıdır.
Bilimlerin piramit tarzında organizasyonu
Günümüzde araştırma-geliştirme eksenli bilim üretimi, ferdi bir hobi uğraşısı veya dinî bir ibadet motivasyonuyla yapılan faaliyet olmaktan çıkmış; özel sektör, kurum ve devlet ölçeğinde, ekonomik katma değer (güç) oluşturmak ve bunu sürdürülebilir kılmak için yapılmaktadır.
Fertlerin, ailelerin olduğu kadar, özel müesseselerin ve devlet kurumlarının sürdürülebilir bir yapıya kavuşması ve gelenek oluşturabilmesi, bilim dallarını güç veya faydalı bilgi üretecek tevhidi bir sistematiğe yerleştirmeye ve bu tevhidi model üzerinden insanların öğretim ve eğitimini gerçekleştirmelerine bağlıdır.
Bilimler piramidinin en temelinde, tabiat bilimleri (matematik, sistem bilimi, fizik, kimya, jeoloji, astronomi, astrofizik, biyolojik bilimler gibi) ikinci katmanda, uygulamalı bilimler (sağlık bilimleri, ziraat, gibi) ve mühendislik bilimleri, üçüncü katmanda sosyal bilimler (siyaset bilimi, kamu yönetimi, iktisat, işletme, sosyoloji gibi), dördüncü katmanda, beşerî (insanî) bilimler (psikoloji, pedagoji, felsefe, güzel sanatlar, insan kaynakları, antropoloji, arkeoloji gibi) beşinci ve son katmanda ise ilâhiyat yer alır.
Bu model, bilginin ve bilimlerin bir piramit yapısı şeklinde katman katman örgütlendiğini, her birinin bir öncekinin neticesi, bir sonrakinin sebebi olduğunu, birbirini tamamlayıcı fonksiyon gördüğünü kabul eder.
Hiçbir bilgi, bir diğerinden üstün değildir, Her bilgi kümesi, birbirine muhtaçtır.
Piramit organizasyonundaki bilim dallarından güzel bir seçkin derleme yaparak, ancak insanın gerçek bir insan olması sağlanabilir.
Çünkü insanın içinde biyolojik, psikolojik, zihnî, sosyokültürel, tarihî, ahlâkî ve ruhî alt boyutlar olup, sağlıklı insan bu alt boyutların dengeli ve uyumlu etkileşimiyle ortaya çıkar.
Dolayısıyla bu alt boyutlar birlikte interdisipliner perspektifte çalışılırsa, insanın problemleri büyük ölçüde çözülebilir.
Bu bilim dallarının her birinde vurgulanan kritik başarı ve sağlıklı bir hayat sürmeyle ilgili farkındalıklardan asgari ölçülerde, insanı ve işletmeleri besleyemezseniz, o zaman, bütünü ve ağ tabanlı etkileşimi ihmal etmenin faturasını bir şekilde ödersiniz.
Bundan dolayı, insanların mânevî ihtiyaçlarını öncelikle karşılamayı hedef belirlemiş ilahiyatçılarımızın, interdisipliner bakış açısıyla meselelere yaklaşmaları;
bütün bilimlerin katmanlarından az çok nasipdar olmaları gerekmektedir ki, hem insanlara ulaşmada problem yaşamasınlar, hem de dinî ve mânevî bilginin, kâinat-insan-hayat kitabının prensipleri ışığında, çağın kokusu ve tadıyla renklenen bir üslûpla sunulamamasından dolayı, dinî ve mânevî değerlere karşı alerji oluşturmasınlar.
Çünkü beş katmanda örgütlenen farklı bilgi kümeleri, birbiriyle etkileştiğinde, mânâlı ve uyum sağlayıcı fonksiyonel bütünler oluşturduğunda, bir katma değer ve anlam oluşturur.
Bilgi katmanlarını birbirinden izole edip kopardığınızda ise, bilginin fonksiyonel değeri, çeşitli derecelerde hasar görür.
Kişi, aile, kurum ve toplumlar bu eksikliğin bedelini öderler. Çocuğun sağlığı, annesi ona hamile kaldığında başlar.
Annenin beslenme alışkanlıkları, ruh hâli, psikolojisi, bilhassa çocuğun beyin gelişimine doğrudan tesir eder. Bir başka örnek olarak, kanser ve kalb-damar hastalıklarını verebiliriz.
Kanserin, kalb-damar hastalıklarının ortaya çıkışı, kişinin genetik yapısından beslenmesine, hayat tarzından duygularının yönetimine kadar maddî ve mânevî birçok sebebi içinde barındırır.
Dolayısıyla interdisipliner bir bakış açısıyla ve takım ruhuyla çözüm aranmasını mecburi kılar.
Hâdiselere interdisipliner yaklaşmak mecbur.
Sağlıklı bir evliliğin kurulması ve devam ettirilmesi, interdisipliner bakış açılarıyla konunun çok yönlü araştırılmasını ve bilgi sahibi olunmasını gerektirir.
Çünkü evlilik, biyolojik ve fizyolojik bir vakıa olduğu kadar, psikolojik ve pedagojiktir.
Bir o kadar da, dinî, mânevî, sosyolojik, kültürel ve hukukî bir vakıadır.
Benzer şekilde işletmeler de interdisipliner pespektiften sistem dinamiği yaklaşımlarıyla modellenip kurgulanmalıdır ki, çınar gibi uzun ömürlü yaşayan bir ekosistem yapısına kavuşsunlar.
Çünkü her işletmede, etkileyen ve etkilenen yapı ve fonksiyonlar birbiriyle girift bir yapı oluşturarak anlam ve değer kazanırlar.
Meselâ, altyapı, teknoloji, insan kaynakları, çalışanların motivasyonu, stratejik işletme yönetimi, finans ve bilgi yönetimi, yatay ve dikey iletişim, kurum kültürü, kalite kontrol sistemleri, iç ve dış denetleyiciler, performans kriterleri, vizyon, misyon ve hedeflerin periyodik güncellenmesi, sosyokültürel çevre, hukukî zemin, mikro ve makro ekonomik göstergeler gibi işletmeye doğrudan tesir eden unsurları, birlikte çalışıp analiz etmezseniz sistemde katma değer karşılığı olan fonksiyonel iyileştirmeler yapamazsınız.
Çünkü bütün bu sayılan unsurlar birbiriyle bağlantılı ve etkileşim hâlindedir.
Bundan dolayı, işletmelerde ve kurumlarda hiçbir problem, tek başına indirgemeci bir anlayışla analiz edilerek, sağlıklı şekilde çözümlenemez.
İnterdisipliner yaklaşımlarla eğitim ve öğretimi yeniden kurgulamak
20. yüzyılın son çeyreğinde başlayan ve giderek artan hızlarda, eğitim ve öğretimde kendi içine kapalı uzmanlık anlayışından, etkileşime açık interdisipliner eksene doğru kayış yaşanmaktadır.
Bunun bir örneği, uzmanlaşmayı lisans eğitiminin son iki yılına veya lisansüstüne kaydırıp, ilk iki-üç yıl, öğrencinin varlığı, hayatı ve insanı birlikte etkileşen bütüncül ağ yapıları olarak görmesini sağlayacak bilgileri ve becerileri, interdisipliner perspektiften kazandıracak müfredatı izlemesine imkân sağlamaktır.
Bilhassa son 30 yıldır dünya genelinde interdisipliner bakış açılarıyla yapılan araştırma ve geliştirme faaliyetlerine destek giderek artmaktadır.
Hattâ 2000'li yıllardan itibaren, interdisipliner araştırma projeleri, öncelikle desteklenir hâle gelmiş, üniversitelerde, araştırma merkezleri, bölümler, interdisipliner perspektiften yeniden yapılandırmaya başlanmıştır.
Hattâ bu perspektiften sanayinin ve toplumun problemlerinin tanımlanıp çözümlendiği araştırma ve mükemmeliyet merkezlerinin varlığı ve araştırmacı sayısının çokluğu, 21. yüzyıl üniversitelerinin ayırt edici özellikleri arasında sayılmaktadır.
Bazı özel üniversitelerde yeni bir tecrübe olarak tematik bölümler, fakülteler (tabiat ve mühendislik bilimleri, mimarlık-mühendislik, biyomühendislik, tabiat bilimleri gibi) kurulmuş ve bu trend devam etmektedir.
Bunların olumlu netice vermesi, üst düzey yöneticilerin, akademisyen seçiminde ve akademik birimlerin yapılanmasında ve işleyişinde, interdisipliner yaklaşımlara ne kadar öncelik vereceğine ve kararlı duruş sergileyeceğine bağlıdır.
Günümüzün ana problemi, interdisipliner bakış açılarıyla hâdiseleri, problemleri analiz edememek ve çözümler geliştirememektir.
Bilimler arası diyaloğun olmayışıyla tesiri daha da fazla hissedilmekte olan uzmanlaşma körlüğü, indirgemeci, içine kapalı uzmanlık anlayışının yan tesiridir.
Çözüm, interdisipliner yaklaşımları kullanarak, insanı bütün boyutlarıyla ele almak; her bir bilim katmanından bir şeyler alarak onun temel ihtiyaçlarını karşılamaktır.
Bir sonraki adım ise, kurum ve işletmeleri interdisipliner perspektifte sistem yaklaşımıyla kurgulamaktır.
Üçüncü adımda, işlerin tabiî sahiplerini, tanımlanmış iş paketleriyle, görev-makamlarla buluşturmaktır.
Dördüncü adımda, interdisipliner perspektife uygun bir uzmanlık alanı seçerek, o noktada derinlemesine ar-ge yapmaktır.
Bir başka deyişle, önce ormanı görüp modelledikten sonra, ağaca odaklanmak ve onda derinleşmektir.
Böylesine zor bir işi, interdisipliner eksende kurgulanmış zihin motiflerine sahip takımların başarabileceğini kabul etmek gerekiyor.
Varlık ve hâdiseler karşısında, riskleri ve beklenmedik sürprizleri tahmin etmenin ve azaltmanın yolu, matematikî-fizikî modellerin yoğun kullanıldığı sistem dinamiği, kaos ve komplekslilik biliminin kavramları ve bakış açılarıyla varlık ve hâdiseleri, interdisipliner perspektifte anlamaya çalışmaktır.
Bu tür anlayışlara sahip takımlar, işletmeler ve kurumlar oluşturulabilirse, birçok kronik problem daha kolay çözümlenebilecektir.
İNTERDİSİPLİNER NE DEMEK?
1. insan hakları gibi ulusal ve uluslararası bir hukuk anlamına gelir. belli bir zamanda, belli bir ülkede anayasa ve yasalarla tanınan özgürlükler değil, insanlığın ulaştığı her gelişme aşamasında bütün insanlara tanınması gereken hak ve özgürlüklerdir.
2. disiplinler arası demektir, aynı anda birden çok anabilim dalının inceleme alanına giren konular için kullanılır.
http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/interdisipliner-arastirmalar-neden-onemli-ekim-2010.html