Popüler Yayınlar

C. HAMZA AYDIN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
C. HAMZA AYDIN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ağustos 2013 Pazar

İnterdisipliner Araştırmalar Neden Önemli?



Varlıklar kendilerini oluşturan alt birimlerden, parçalardan ve yapıtaşlarından inşa edilirken, her örgütlenme seviyesinde yeni özellikler kazanır.

Bu açıdan her katmanda, her varlık veya hâdise, kendini oluşturan parçalardan daha fazla bir şeydir.

Her hâdise, uzay-zamanda etkileştikçe, sürece ve etkileşme sayısına, durumuna bağlı olarak girift hâle gelir.

Bilimler, bu kompleks süreçleri anlama noktasında sistematik ve örgütlü insan faaliyetlerinin neticesinde ortaya çıkmaktadır. Bilimlerin öznesi olan insan bu âlemde hem etkileyen~etkilenen, hem de gözleyen~gözlenen bir varlıktır.

Kendi tabiatında ve kâinatta cereyan eden hâdiseleri, akıl, hipotez, gözlem ve tecrübe yoluyla olduğu kadar, sağlam vahiy, ilham, sezgi ve aktarmalar (tevatür) gibi kaynakları da kullanarak anlamaya çalışır.

Gözlem ve tecrübeye, akıl yürütmeye dayalı bu keşif ve anlama yolculuğu, kurum ve sektör seviyesinde gerçekleştirildiğinde, araştırma-geliştirme faaliyetleri ismini alır.

Kabiliyet, zekâ ve anlama seviyeleri bakımından farklı yetkinliklerde yaratılan insanların her konuda araştırmacı (kâşif veya mucit) bir zihin yapısına sahip olması mümkün değildir.

Çünkü insanlar, gelişimleri sırasında 3–16 kadarı tanımlanabilmiş kısmî, fraktal bakış açılarından birkaçını, baskın ve yoğun kullanarak algı-idrak ve düşünce fonksiyonlarını şekillendirir.

Fraktal kavramını açarsak, o tek başına hiçbir varlığı 360 derece bütün boyutlarıyla algılayamadığı gibi, üzerinde bütüncül analiz ve sentezler yapmaktan acizdir.

Bir hâdisenin en az altı (ön-arka, sağ-sol, alt-üst) farklı boyutundan, eş zamanlı olarak bir kaçını algılayabilir.

Bu açıdan insanoğlu bir veya birkaç ilim dalında (konuda) uzmanlaşabilir ve derinleşebilir.

Hayal kurabilme, zihinde canlandırma, modelleyebilme, sorgulama, eleştirme, analiz ve sentez, ön görme gibi zihin fonksiyonlarını içine alan entelektüel merak kapasitesi yüksek kişilerin, dış âlemde ve(ya) kendileri üzerinde hangi hâdiseye odaklanacaklarına birçok değişken tesir eder.

Meselâ, kendi iç motivasyonları ve ilgileri kadar, içine doğdukları sosyo-kültürel-politik sistemin ve eğitimin neyi ne ölçüde destekleyip teşvik ettiğine de bağlıdır.

Ayrıca varlık üzerinde gözlem yapan, düşünen ve sorgulayan insanın bilme-anlama vasıtaları, örtük biyolojik-psikolojik-zihinsel-kültürel zeminlerle kompleks etkileşimler gösterir.

Dolayısıyla bilimsel araştırmalarda üretilen bilgi, belli ölçüde sosyokültürel olarak inşa edilir, sosyopolitik ve kültürel renklerle zenginleşir ve yorumlanarak tüketiciye ulaşır.

Bu açıdan, bilimde mutlak objektiflik yoktur. Bunun yerine, işe yarayan, çözümleme gücü yüksek ön kabuller ve aksiyomlara (referans standartlara) dayalı göreceli objektiflik vardır.

Bu da bilimi sürekli gelişen ve daha az yanlışa doğru tekâmül eden bir bilme ve anlama yolculuğuna dönüştürür.

Bundan dolayı, çalışma takımlarını, tamamlayıcı zihin fonksiyonlarına ve kabiliyetlere sahip kişilerden oluşturmak son derece önemlidir.

Zîrâ varlık ve hâdiseleri, 360 derece perspektiften sistemci ve bütüncül şekilde ancak böyle bir ekip analiz edebilir, açığa çıkan bilgileri, işe yarayacak formatlara dökebilir.

İki algı ~ odaklanma çeşidine bağlı ilmî araştırma usulü

İnsanlar algı~odaklanma bakımından, dar ama derin (1) ve geniş ama yüzeysel (2) odaklı şeklinde iki kategoriye ayrılır.

Dar odaklı zihin yapısına sahip kişiler, derinlemesine odaklanabildiklerinden uzmanlaşmaya çok uygundurlar.

Geniş odaklı zihin yapısındaki kişiler, dikeyden ziyade yatay bilgi toplamaya ve göreceli olarak bütünü daha iyi görmeye yatkın derleyicilerdir.

İnsanın bilme ve anlama fakültelerinden olan akıl ve kalb (gönül), her insanda değişik baskınlıklarda ve şiddetlerde tercihen kullanıldığından, varlık ve hâdiselerin farklı boyutlarını bizlere tanıtırlar.

Akıl ve duygular, insanda rasyonel ve irrasyonel tutum ve davranışların ortaya çıkışını da örgütlerler.

Görünüşte birbirine zıt gibi dursalar da, akıl ve kalb, hakikatte varlık ve hâdiseleri, bütüncül seviyede kavramanın tamamlayıcı parçalarını oluştururlar.

Kâinatta her seviyede varlık ve hâdiselerin yaratılışında zıtların kullanılmasının hikmeti, bir şeyin zıddının olması, o şeye ait izafi hakikatlerin var oluşuna ve ortaya çıkışına sebeptir.

Ayrıca zıtlar, varlığın (bütünün) inşa ve yıkılış sürecini koordine etmede, varlığa dinamizm katmada, tamamlayıcılık fonksiyonu görür.

Bu açıdan araştırma-geliştirme faaliyetlerinde, akıl, tecrübe ve gözlem kadar, sezgi, ilham ve altıncı his, rüyalar (tasavvufi bilme yolları) önemlidir.

Bu hakikate M. F. Gülen Hocaefendi makalelerinde şöyle değinir: "...varlığı tam kavrayabilmek için hem tasavvufî düşünce hem ilmî araştırma çifte usülünü kabul etme mecburiyetindeyiz.

Batı temelde kendinde olmayan bir cevherin yerini doldurmada oldukça zorluk çekmiş ve bu ihtiyacı bir ölçüde mistisizme sığınarak karşılamaya çalışmıştı.

Her zaman İslâm ruhuyla içli dışlı olmuş bizim dünyamız için, yabancı herhangi bir şey aramaya veya herhangi bir şeye sığınmaya ihtiyaç yoktur.

Bizim bütün güç kaynaklarımız düşünce ve iman sistemimizin içinde vardır; elverir ki, o kaynağı ve o ruhu ilk zenginliğiyle kavrayabilelim.

O zaman, varlık içindeki bir kısım sırlı münasebetleri ve bu münasebetlerin ahenkli cereyanını görecek ve her şeyi daha bir değişik temaşa ve zevk irfanına ulaşacağız."
Ekim 2010
İnceleme - Ekim 2010 Sayı: 381

İndirgemecilikten sistemci/bütüncül yaklaşımlara geçiş

Küreselleşen dünyada, insanlar, mallar, hizmetler, kültürler, düşünce ve anlayışlar, zihniyetler, geçmişe göre daha fazla iç içe girmekte, etkileşmekte ve birbirleriyle alışveriş içinde, yeni dinamik motiflerin, sosyal yapıların ve hayat tarzlarının, anlayışlarının oluşmasını kolaylaştırmaktadır.

Günümüzde yaşadığımız her hâdise ve o hâdiseye sebep olan varlıkların yapı ve işleyişi, çok katmanlı, modüllü ve çok fonksiyonlu özellikler göstermektedir.

Bunun önemli bir sebebi, uzay-zamanın her ölçeğinde daha fazla etkileşime girmemiz ve her şeyin çok daha hızlı etkileşim motifleri içinde akışıdır.

Her geçen gün daha fazla yoğunlukta, varlığın ve hâdiselerin birbirleriyle dinamik olarak etkileştiği ağlar içinde yaşadığımızı fark ediyor ve hiçbir hâdisenin tek bir sebebi ve neticesi olmadığını, günümüzde daha iyi hissediyoruz.

Bu durum, bizleri kendi içimize kapanarak izole bir hayat sürmemizi, bilgi üretmemizi ve ar-ge yapmamızın, günümüzde çok geçerli bir çözüm stratejisi olmadığı mesajını da veriyor.

Aksine bilimler ve uzmanlıklar birbiriyle diyaloğa girerek ve etkileşerek, onlarca yeni araştırma sahaları ve interdisipliner bilim dalları (biyofizik, biyomatematik biyomühendislik, biyomüzik,biyoilahiyat, ekoilahiyat, egonomi, biyonomi, biyopsikoloji, nöroekonomi gibi) oluşmaktadır.

Hastalıkları şimdilerde, parça ve ağ patolojisi şeklinde sınıflandırıyoruz ve parçanın sağlığı kadar, ilişkilerin, etkileşimlerin ve ağ sağlığının da önemli olduğunu kabul ediyoruz.

Buna güzel bir örnek, psikosomatik bilim dalı ve içindeki psikonöroendokrinimmünoloji araştırma sahasıdır.

Stres, psikosomatik rahatsızlıkların ana faktörü olup, ancak interdisipliner perspektifden araştırıldığı takdirde, anlaşılabilecek bir fenomendir.

 Pozitif ve negatif duygu ve düşünceleri tecrübe etme sıklığımız, beden sağlığımızı doğrudan ve dolaylı olarak aşağıdaki sırada zincirleme etkiler.

Psikolojik ruh hâlimiz, sinir hücrelerimizin cevabına, bu cevap oradan salgılanan nörokimyevî maddelere, onlar da hormonal cevaba, salgılanan hormonların çeşidi ve seviyesi de bağışıklık sistemimizin performansına tesir eder.

Bağışıklık sistemimizdeki zafiyetler de çeşitli hastalıklara davetiye çıkarır.

Varlığın sırlarını deşifre etme potansiyelinde yaratılan ve kendisine entelektüel (bilgi) sermayeyi inşa etme izni verilen insanoğlunun elinde, indirgemeci (bütünü oluşturan parçaları analizle çözümleme yolu) ve sistemci (interdisipliner) olmak üzere birbirini tamamlayıcı iki bilgi üretim usulü (ar-ge yaklaşımı) vardır.

Bilimleri, varlık ve hâdiselerin sırlarını deşifre eden puzzle çözümleyicileri olarak tanımlarsak, indirgemeci yaklaşımlar ve uzmanlıklar, bilmecenin (puzzle) tek tek parçalarını çözmek için idealdir.

İndirgemeci veya sistemci yaklaşımlar tek başına kullanılırsa, varlık ve hâdiseler kısmî ve parçalı ölçekte çözümlenebilir; ama her varlık ve hâdisenin bütün ve dinamik bir sistem olarak anlaşılmasını göz ardı etmiş oluruz.

Nitekim insanoğlu, 18. asırdan itibaren varlık ve hâdiseleri anlamada indirgemeci yaklaşımları kullanmayı tercih etti.

Her varlık ve hâdise kendisini oluşturan bileşenlerine indirgendiğinde ve parçalar anlaşıldığında, bütüncül seviyede varlığın sırlarının deşifre edilebileceğine inandı.

Bu yaklaşımla belli ölçekte başarılı olundu ve birçok buluşa, teknolojiye imza atıldı. Ama bu yöntem, bir o kadar da, yeni problemlerin doğmasına sebep oldu.

Çünkü indirgemeci yaklaşım, varlığın bir bütün olarak işleyişini ve sistemdeki diğer varlıklarla ve hâdiselerle etkileşimini göz ardı etmişti.

20. yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde, varlık ve hâdiselerin bütüncül seviyede sistem dinamiği yaklaşımlarıyla analiz ve sentezine izin veren, aynı zamanda yeni bilim anlayışlarını doğuracak onlarca kavram, teori ortaya çıkmaya başladı.

Meselâ, kaos, garip çekerler, doğrusal olmama prensibine dayalı modeller ve simülasyon denklemleri, başlangıç şartlarına hassasiyet (kelebek tesiri), fraktallar, komplekslilik, sistem dinamiği, kompleks uyum sağlayıcı sistem dinamikleri bu yeni yaklaşımlardan bazılarıdır.

Bilimlerin piramit tarzında organizasyonu

Günümüzde araştırma-geliştirme eksenli bilim üretimi, ferdi bir hobi uğraşısı veya dinî bir ibadet motivasyonuyla yapılan faaliyet olmaktan çıkmış; özel sektör, kurum ve devlet ölçeğinde, ekonomik katma değer (güç) oluşturmak ve bunu sürdürülebilir kılmak için yapılmaktadır.

Fertlerin, ailelerin olduğu kadar, özel müesseselerin ve devlet kurumlarının sürdürülebilir bir yapıya kavuşması ve gelenek oluşturabilmesi, bilim dallarını güç veya faydalı bilgi üretecek tevhidi bir sistematiğe yerleştirmeye ve bu tevhidi model üzerinden insanların öğretim ve eğitimini gerçekleştirmelerine bağlıdır.

Bilimler piramidinin en temelinde, tabiat bilimleri (matematik, sistem bilimi, fizik, kimya, jeoloji, astronomi, astrofizik, biyolojik bilimler gibi) ikinci katmanda, uygulamalı bilimler (sağlık bilimleri, ziraat, gibi) ve mühendislik bilimleri, üçüncü katmanda sosyal bilimler (siyaset bilimi, kamu yönetimi, iktisat, işletme, sosyoloji gibi), dördüncü katmanda, beşerî (insanî) bilimler (psikoloji, pedagoji, felsefe, güzel sanatlar, insan kaynakları, antropoloji, arkeoloji gibi) beşinci ve son katmanda ise ilâhiyat yer alır.

Bu model, bilginin ve bilimlerin bir piramit yapısı şeklinde katman katman örgütlendiğini, her birinin bir öncekinin neticesi, bir sonrakinin sebebi olduğunu, birbirini tamamlayıcı fonksiyon gördüğünü kabul eder.

Hiçbir bilgi, bir diğerinden üstün değildir, Her bilgi kümesi, birbirine muhtaçtır.

Piramit organizasyonundaki bilim dallarından güzel bir seçkin derleme yaparak, ancak insanın gerçek bir insan olması sağlanabilir.

 Çünkü insanın içinde biyolojik, psikolojik, zihnî, sosyokültürel, tarihî, ahlâkî ve ruhî alt boyutlar olup, sağlıklı insan bu alt boyutların dengeli ve uyumlu etkileşimiyle ortaya çıkar.

Dolayısıyla bu alt boyutlar birlikte interdisipliner perspektifte çalışılırsa, insanın problemleri büyük ölçüde çözülebilir.

Bu bilim dallarının her birinde vurgulanan kritik başarı ve sağlıklı bir hayat sürmeyle ilgili farkındalıklardan asgari ölçülerde, insanı ve işletmeleri besleyemezseniz, o zaman, bütünü ve ağ tabanlı etkileşimi ihmal etmenin faturasını bir şekilde ödersiniz.

Bundan dolayı, insanların mânevî ihtiyaçlarını öncelikle karşılamayı hedef belirlemiş ilahiyatçılarımızın, interdisipliner bakış açısıyla meselelere yaklaşmaları;

bütün bilimlerin katmanlarından az çok nasipdar olmaları gerekmektedir ki, hem insanlara ulaşmada problem yaşamasınlar, hem de dinî ve mânevî bilginin, kâinat-insan-hayat kitabının prensipleri ışığında, çağın kokusu ve tadıyla renklenen bir üslûpla sunulamamasından dolayı, dinî ve mânevî değerlere karşı alerji oluşturmasınlar.

Çünkü beş katmanda örgütlenen farklı bilgi kümeleri, birbiriyle etkileştiğinde, mânâlı ve uyum sağlayıcı fonksiyonel bütünler oluşturduğunda, bir katma değer ve anlam oluşturur.

Bilgi katmanlarını birbirinden izole edip kopardığınızda ise, bilginin fonksiyonel değeri, çeşitli derecelerde hasar görür.

Kişi, aile, kurum ve toplumlar bu eksikliğin bedelini öderler. Çocuğun sağlığı, annesi ona hamile kaldığında başlar.

Annenin beslenme alışkanlıkları, ruh hâli, psikolojisi, bilhassa çocuğun beyin gelişimine doğrudan tesir eder. Bir başka örnek olarak, kanser ve kalb-damar hastalıklarını verebiliriz.

Kanserin, kalb-damar hastalıklarının ortaya çıkışı, kişinin genetik yapısından beslenmesine, hayat tarzından duygularının yönetimine kadar maddî ve mânevî birçok sebebi içinde barındırır.

Dolayısıyla interdisipliner bir bakış açısıyla ve takım ruhuyla çözüm aranmasını mecburi kılar.

Hâdiselere interdisipliner yaklaşmak mecbur.

Sağlıklı bir evliliğin kurulması ve devam ettirilmesi, interdisipliner bakış açılarıyla konunun çok yönlü araştırılmasını ve bilgi sahibi olunmasını gerektirir.

Çünkü evlilik, biyolojik ve fizyolojik bir vakıa olduğu kadar, psikolojik ve pedagojiktir.
Bir o kadar da, dinî, mânevî, sosyolojik, kültürel ve hukukî bir vakıadır.

Benzer şekilde işletmeler de interdisipliner pespektiften sistem dinamiği yaklaşımlarıyla modellenip kurgulanmalıdır ki, çınar gibi uzun ömürlü yaşayan bir ekosistem yapısına kavuşsunlar.

Çünkü her işletmede, etkileyen ve etkilenen yapı ve fonksiyonlar birbiriyle girift bir yapı oluşturarak anlam ve değer kazanırlar.

Meselâ, altyapı, teknoloji, insan kaynakları, çalışanların motivasyonu, stratejik işletme yönetimi, finans ve bilgi yönetimi, yatay ve dikey iletişim, kurum kültürü, kalite kontrol sistemleri, iç ve dış denetleyiciler, performans kriterleri, vizyon, misyon ve hedeflerin periyodik güncellenmesi, sosyokültürel çevre, hukukî zemin, mikro ve makro ekonomik göstergeler gibi işletmeye doğrudan tesir eden unsurları, birlikte çalışıp analiz etmezseniz sistemde katma değer karşılığı olan fonksiyonel iyileştirmeler yapamazsınız.

Çünkü bütün bu sayılan unsurlar birbiriyle bağlantılı ve etkileşim hâlindedir.

Bundan dolayı, işletmelerde ve kurumlarda hiçbir problem, tek başına indirgemeci bir anlayışla analiz edilerek, sağlıklı şekilde çözümlenemez.

İnterdisipliner yaklaşımlarla eğitim ve öğretimi yeniden kurgulamak

20. yüzyılın son çeyreğinde başlayan ve giderek artan hızlarda, eğitim ve öğretimde kendi içine kapalı uzmanlık anlayışından, etkileşime açık interdisipliner eksene doğru kayış yaşanmaktadır.

Bunun bir örneği, uzmanlaşmayı lisans eğitiminin son iki yılına veya lisansüstüne kaydırıp, ilk iki-üç yıl, öğrencinin varlığı, hayatı ve insanı birlikte etkileşen bütüncül ağ yapıları olarak görmesini sağlayacak bilgileri ve becerileri, interdisipliner perspektiften kazandıracak müfredatı izlemesine imkân sağlamaktır.

Bilhassa son 30 yıldır dünya genelinde interdisipliner bakış açılarıyla yapılan araştırma ve geliştirme faaliyetlerine destek giderek artmaktadır.

Hattâ 2000'li yıllardan itibaren, interdisipliner araştırma projeleri, öncelikle desteklenir hâle gelmiş, üniversitelerde, araştırma merkezleri, bölümler, interdisipliner perspektiften yeniden yapılandırmaya başlanmıştır.

Hattâ bu perspektiften sanayinin ve toplumun problemlerinin tanımlanıp çözümlendiği araştırma ve mükemmeliyet merkezlerinin varlığı ve araştırmacı sayısının çokluğu, 21. yüzyıl üniversitelerinin ayırt edici özellikleri arasında sayılmaktadır.

Bazı özel üniversitelerde yeni bir tecrübe olarak tematik bölümler, fakülteler (tabiat ve mühendislik bilimleri, mimarlık-mühendislik, biyomühendislik, tabiat bilimleri gibi) kurulmuş ve bu trend devam etmektedir.

Bunların olumlu netice vermesi, üst düzey yöneticilerin, akademisyen seçiminde ve akademik birimlerin yapılanmasında ve işleyişinde, interdisipliner yaklaşımlara ne kadar öncelik vereceğine ve kararlı duruş sergileyeceğine bağlıdır.

Günümüzün ana problemi, interdisipliner bakış açılarıyla hâdiseleri, problemleri analiz edememek ve çözümler geliştirememektir.

Bilimler arası diyaloğun olmayışıyla tesiri daha da fazla hissedilmekte olan uzmanlaşma körlüğü, indirgemeci, içine kapalı uzmanlık anlayışının yan tesiridir.

Çözüm, interdisipliner yaklaşımları kullanarak, insanı bütün boyutlarıyla ele almak; her bir bilim katmanından bir şeyler alarak onun temel ihtiyaçlarını karşılamaktır.

Bir sonraki adım ise, kurum ve işletmeleri interdisipliner perspektifte sistem yaklaşımıyla kurgulamaktır.

Üçüncü adımda, işlerin tabiî sahiplerini, tanımlanmış iş paketleriyle, görev-makamlarla buluşturmaktır.

Dördüncü adımda, interdisipliner perspektife uygun bir uzmanlık alanı seçerek, o noktada derinlemesine ar-ge yapmaktır.

Bir başka deyişle, önce ormanı görüp modelledikten sonra, ağaca odaklanmak ve onda derinleşmektir.

Böylesine zor bir işi, interdisipliner eksende kurgulanmış zihin motiflerine sahip takımların başarabileceğini kabul etmek gerekiyor.

Varlık ve hâdiseler karşısında, riskleri ve beklenmedik sürprizleri tahmin etmenin ve azaltmanın yolu, matematikî-fizikî modellerin yoğun kullanıldığı sistem dinamiği, kaos ve komplekslilik biliminin kavramları ve bakış açılarıyla varlık ve hâdiseleri, interdisipliner perspektifte anlamaya çalışmaktır.

Bu tür anlayışlara sahip takımlar, işletmeler ve kurumlar oluşturulabilirse, birçok kronik problem daha kolay çözümlenebilecektir.


 İNTERDİSİPLİNER NE DEMEK? 

1. insan hakları gibi ulusal ve uluslararası bir hukuk anlamına gelir. belli bir zamanda, belli bir ülkede anayasa ve yasalarla tanınan özgürlükler değil, insanlığın ulaştığı her gelişme aşamasında bütün insanlara tanınması gereken hak ve özgürlüklerdir.

2. disiplinler arası demektir, aynı anda birden çok anabilim dalının inceleme alanına giren konular için kullanılır.

http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/interdisipliner-arastirmalar-neden-onemli-ekim-2010.html

11 Mart 2013 Pazartesi

Varoluşta "İnce Ayar Fenomeni" - C. Hamza AYDIN


Varoluşun mahiyeti hakkındaki soruların en büyüğü, hayatın ilk defa nasıl ve ne şekilde ortaya çıktığıdır. Her şeyin ilk başlangıç ânına (menşeine) şahit olamadığımızdan ve ilk varoluş süreci, sıfırdan tekrarlanmadığından, bu konuda söylenecek sözler, kâinattan topladığımız değişik ipuçlarının yorumlanmasına dayalı makul hipotezlerden ibarettir. 
Dünya ölçeğinde iyi bilim yapan araştırmacılara 'hayatın yeryüzünde ilk defa nasıl ortaya çıktığını' sorarsanız, büyük bir kısmı, üzerinde yeterince düşünmeden 'tesadüfen, rastlantı neticesi' cevabını verecektir. Böyle bir tesadüfün olması, istatistikî açıdan, aklen, mantıken imkânsız iken nasıl gerçekleşiyor? 
Hayatın ve canlılığın ilk izlerinin görüldüğü iddia edilen prebiyotik dünyada, hayatı destekleyici ve çeşitlendirici kontrollü fizikî şartlar olmadığı hâlde, karmakarışık, düzensiz moleküllerin karışımlarından (prebiyotik çorba), koeservat isimli mahiyeti meçhul ilk hücremsi yapılar nasıl meydana geldi? 
Kâinatta düzen, dâima düzensizliğe doğru yürürken, bu düzensizliğe karşı koyan bir noktada, indirgenemez komplekslilik davranışları gösteren hayat nasıl ortaya çıktı ve çeşitlenmeye devam etti?

Düzenli ve hassas dengeler içinde canlılığını sürdürebilen hücrelerin, düzensiz, karışım hâlindeki moleküllerden nasıl ortaya çıktığını açıklamak ve anlamak zor problemlerden biridir. Kritik soru, düzensizlik içindeki molekül karışımlarının kendiliğinden düzeni nasıl oluşturduklarıdır? 
Ayrıca bilimin, hayatın başlangıç noktasını açıklayabilecek iyi formüle edilmiş, test edilebilir hipotezleri de yoktur. Sadece nasıl olabileceğine dâir, kozmolojik izlerden yola çıkarak, tahminlere ve peşin hükümlere dayalı akıl yürütmeleri vardır. Ayrıca kâinatın yokluktan varlığa geçişi ve enerji kullanabilen canlı bir başlangıç seviyesine sıçrama noktasında uzay-zaman cinsinden bir değere sahip olan başlangıç noktasını kabul ettiğimizde, kuracağımız fizikî teorinin mahiyeti değişecektir. 
 Kâinatın ilk başlangıcından itibaren hayatı ortaya çıkarıcı ve destekleyici şekilde varlığın inşasının ve hâdiselerin yönlendirilmesinin, seçilmesinin nasıl olduğunu açıklarken bilim ve felsefe çevrelerinde beş cevap yaygın şekilde kullanılmaktadır.

Birincisi; şans-tesadüf-rastlantı,
İkincisi; moleküllerin yapı özelliğinden kaynaklanan kendiliğinden organize olma, desen oluşturma,
Üçüncüsü; bizim kâinatımız gibi, çoklu kâinatların ve âlemlerin aynı ânda var olduğu ancak bizim kâinatın seçildiği,
Dördüncüsü; agnostik cevap olup; şu ânda bilim bunu tatmin edici şekilde açıklayamıyor. Ancak gelecekte ileri seviyede kucaklayıcı bir teori geliştirilerek bu açıklanabilir. Sabırla ve gayretle beklememiz gerekir.
Beşincisi; rahmeti ve merhameti sonsuz Yaratıcı'nın sıfat ve isimlerinin tecellisinden olan "Hassas Ayar Prensibi"dir.

Bu beş cevaptan hangisinin kabul edileceği, büyük ölçüde şahsın inançlarına ve felsefî dünya görüşüne bağlıdır. Birinci cevabı verenler, kâinatta gözlenen ince ayar fenomenini kabul etmez, hayatı mümkün kılan gelişmelerin sadece tesadüf ve rastlantılarla oluştuğunu iddia eder; ama bir gerekçe ve açıklama vermez. 
Bu cevabı benimseyen kişiler, kâinatın başlangıcından itibaren, insan hayatına odaklı tercih ve seçmeleri, varoluşa ait bir tesirinin olmadığına inanırlar. İkinci cevabı verenler, moleküllere bir ilim, kudret ve irade yükler. Bunlar, hayatın ve canlılığın, fizikokimyevî ve mekanistik tanım ve açıklamaların ötesinde, dinamik olarak icra edilen senfonik müzik olduğunu ifade eder; ancak bu senfoni orkestrasında, bir şefin olmadığında ısrarcı davranır. 
Üçüncü cevabı verenler ise, ince ayar fenomenini ciddiye alır ve bunu, çoklu kâinatlar içerisinden birisinin seçilmesinin neticesi olarak açıklar; fakat 'Kim?' ve 'Nasıl seçiyor?' sorularını cevapsız bırakır. Bunlara göre ince ayara sahip olma ihtimali olan çoklu kâinatlar içinden seçilen bir kâinatta ve Güneş Sistemi'nde karbon temelli bir hayatın yaşanıyor olma ihtimali, her zaman mümkündür. Dördüncü cevabı verenler ise, bu ince ayar fenomeninin gelecekte yeni geliştirilecek teorilerle açıklanabileceğini, dolayısıyla plânlı ve gâyeli bir ince ayar fenomeninin illüzyon olduğunu iddia eder.

Beşinci cevabı verenler ise, ince ayar fenomenini, plânlı ve gâyeli bir yaratılışın delili ve işareti kabul eder. Bu inanışa göre kâinat, Allah'ın Rahman, Rahîm, Hayy, Kayyum ve Hakîm isimlerinin varlıktaki tecellilerine ayna olan bir yaratılış meşheridir. Zîrâ yeryüzü, hayata bir tarla ve sergi olması sebebiyle ve varlıklar içerisinde hususi bir konuma sahip insana mesken olmasından dolayı, Son İlâhî mesaj Kur'ân-ı Kerîm'de, semâvâta denk tutulmuş ve sürekli onunla birlikte yan yana ifade edilmiştir.

Varlık ve hâdiseleri açıklamada bakış kaymaları
İnsan aklının yaratılmasının ve imtihanımızın gereği varlık ve hâdiseleri tanımlamanın, açıklamanın ve çözümlemenin birden fazla yolu, usulü vardır. Bir başka deyişle, varlık ve hâdiselerin var ediliş şekli, her zaman birden fazla açıklama tarzına imkân vermektedir. 
Bu açıklama tarzları genel olarak, felsefe-bilim (seküler) ve felsefe-ilâhiyat (dinî) ve felsefe-güzel sanatlar şeklinde üç başlık altında incelenir. Bu üç farklı yol, aynı fenomeni, farklı açılardan, seviyelerden ve farklı terminoloji ve metotlar kullanarak açıklar. Son birkaç asırdır, bilim ve dinin çatıştığı tezi, "Varlık ve hâdiseleri çözümlemede, kabul edilebilir, doğru tek bir açıklama vardır." yanlış anlayışından kaynaklanmaktadır.

Seküler paradigmaya dayalı felsefe-bilim, tabiatüstü, Nihai Sebeb'e (Allah celle celâlühü) atıfta bulunmadan varlık ve hâdiseleri, sadece görünen yüzleri itibariyle mekanistik açıdan tanımlayıp çözümleyebilir. Çünkü varlık âleminin belli seviyelerinde, fizikî, kimyevî, mekanistik sebeplerin ve işleyiş düzeninin olduğunu kabul eder. 
Bir başka deyişle, kâinatta Yaratıcı'nın sebepler plânında varlığı nasıl yoktan yarattığını, varı nasıl yok ettiğini, nasıl iş gördüğünü, görünebilir âlemde, Allah'ın (celle celâlühü) sıfat ve isimlerinin nasıl tecelli ettiğini idrâk edemediğinden; fiziğin, kimyanın, matematiğin (mekanik) diliyle anlamaya çalışır. Ancak bu faaliyetinin neticesinde bulduğu ilmî bilgilerin, icat ve keşiflerin arka plânındaki asıl faili ve kaynağı nazara vermez.

Bundan dolayı, hâdiselerin tamamen sebeplere dayalı bilimsel açıklaması ile sebepler perdesinin arkasındaki Zât'ı nazara veren bir terminolojiyle açıklama, birbirinden yüz seksen derece farklı iki zıt kutba ayrılmayı getirir. Hâlbuki bütün açıklama tarzları varlığı farklı seviyelerde ve zâviyeden sorgularken birbirleriyle müşterek bir doğruda buluşabilirler. 
Bilim dine düşman olmadan sadece görünen sebeplerle çalıştığını bilerek, hâdiselerin perde arkası hakkında meseleye daha bütüncül ve mânâ-yı harfî perspektifinden bakan din ile bir çatışmaya girmeden, metafizik dünyaya ait açıklamaları da kabullenebilir veya en azından saygıyla karşılayabilir. Gerek bilime, gerekse dine ve sanat anlayışına ait açıklamalar, birbiriyle diyalog içinde bulunabilirken, varlık âleminin farklı seviyelerine veya paralel kâinatlara ait açıklamalarda bulunabilir. Hepsi kendi katmanında doğru ve tutarlı olabilir. 
Çünkü bilim ve din, hakikatte aynı fenomen hakkında birbiriyle rekabet eden açıklamalar üretmez. Görünüşte birbiriyle çelişen ve farklı açıklamalarla ifade edilen bilgi kümeleri, aynı fenomene farklı seviyelerden ve zâviyelerden bakmaktan kaynaklanmaktadır. Hayatın mânâsına ve ne olduğuna dair ilâhiyat temelli açıklamayla, nasıl yaratıldığına ait bilimsel açıklama, meselenin farklı katmanlarına ve boyutlarına dikkati çeken, aynı ânda birlikte doğru olabilecek ve birbirini dışlamayan, aksine zenginleştiren açıklamalar olabilir. 
Bu farklı açıklamalar, varlığın çoğulcu boyutlarına dikkat çektiğinden, bütünü anlama ve resmetme noktasında, birbirini tamamlayıcıdır ve birbirlerinin varoluş sebebidir. Tabakalı açıklama yaklaşımı, bütün bilimlere yer veren ve onlarla diyaloğa zemin hazırlayan, çoğulcu açıklamaları kabul eden bilim anlayışının ürünü olup, pozitivist bilim anlayışının dar düşünme kalıplarını ve yorumlarını ortadan kaldırır.

Bilim, yakın gelecekte canlılığın ve hayatın moleküler detaylarını fizikî ve kimyevî açıdan tatmin edici şekilde ortaya koyarak, bilimsel yöntem ve teorilerle makul şekilde maddî sebeplere dayalı mekanik açıklamalar yapabilir. Ancak sıfırdan yeni bir canlıyı nasıl yapabileceğimizin algoritmasını ve denklemini çözüp çözemeyeceğimiz ise hâlâ tartışmalıdır. 
Zîrâ hayat sahibi varlıkları cansız yapılardan ayıran özellikler içerisinde, canlıların, iç içe katmanlar hâlinde ve hiyerarşik olarak düzenlenmiş, organize kompleks dinamik sistemler olmaları tesadüflere ve akılsız tabiata verilemeyecek temel hususlardır. Canlı dediğimiz bu muhteşem yapının bir molekül yığını olarak görülemeyeceği aşikârdır. 
Hücre içinde cereyan eden milyonlarca biyokimyevî sentez reaksiyonlarına ait bilginin her daim yeni ve değişen şartlara karşı mükemmel kontrol sistemleri ile yürütülmesi; maddî yapının dağılmaya ve dengeden uzaklaşmaya eğilimlerine rağmen enerji kullanarak dağılmayı ve parçalanmayı engelleyici, kendilerini kopyalayabilen, çoğaltabilen bir iç düzenleme ve tasarıma sahip olmaları, canlılığın bu sayılan kompleks özelliklerinin hepsinin, su içinde gerçekleştirilmesi hayat denilen fenomenin sadece maddî unsurlarla anlaşılmasını imkânsız kılar.

Yokluktan (kuantum vakumundan) varlığın yaratılışı, çoklu kâinatlardan uygun olan birinin hayat için seçilmesi, canlı yapılarda iş gören, özel desen ve motifler teşkil edebilen makromoleküllerin ve bunların organize olmasıyla inşa edilen mikro motorlar şeklindeki hücre yapılarının, "ince ayarlar" ile çok hassas bir şekilde hazırlanması 'Kâinatı ve içindeki hâdiseleri, fizikî, mekanik sebeplerle ne ölçüde açıklayabiliriz?' sorusunun cevabını bilimin sahasının dışına ve dinin içine çeker. 
Kâinattaki "hassas ayar fenomeni" bir durum tespiti olduğundan, iki noktaya atıf yaparak bunun açıklaması yapılır: Birisi, kâinattaki ince ayar fenomeni, Allah'ın sonsuz rahmet ve merhametine, Hayy, Kayyum ve Hakîm gibi isimlerine güzel bir aynadır. Bundan dolayı, ince ayar fenomenini Allah'ın hikmetli işlerinden biri olarak kabul etmek lâzımdır. 
Ayrıca ince ayar fenomeni, Yaratıcı'nın varlığını ve birliğini gösteren sayısız delillerden sadece biridir. Bu durumda, Yaratıcı'ya atfedilen bu fenomenin fizikî, mekanik sebeplere dayalı açıklamasını yapma noktasında, aşklı ve şevkli, ısrarcı olmama gibi bir ihtimal ortaya çıkmaktadır. 
Bundan dolayı, tevhide inanan dindar bilim insanları, zerreden galaksilere kadar her hâdiseyi Allah'a bağlarken, O'nun sıfat ve isimlerinin tecellilerine atıf yaptıktan sonra, zihin tembelliğine düşmemelidir. 
Aksine kâinatın içindeki hâdiselerin sebep-sonuç mekanizmalarını anlamaya, onların görünen yüzündeki hikmetli işleyişleri açıklamaya gayret ederek, "ol" (kün) ilâhî emrinin nasıl gerçekleştiğine ait sırları araştırarak, tefekkürü derinleştirmelidirler.

Yukarıdaki anlayışın aksine, bu hassas ayar fenomenini, Allah yerine, şans, tesadüf, kendiliğinden organize olan yapılar, koordinasyon dinamikleri gibi kavramlarla açıklamaya çalışanların, kendilerini inandırıcı kılmak için, hassas ayar fenomeninin fizikî, kimyevî, tabiî sebeplere dayalı açıklamalarının mantık, aklıselim ve vicdan kıstaslarına vurup ölçmeleri gerekmektedir.

Görüldüğü gibi problem, varlık ve hâdiselerin fizikî, kimyevî terimlerle mekanistik açıklamasının yapılıp yapılmamasında değil, yapılan müşahede ve toplanan verilerden çıkarılan tespitlerin neticede nereye bağlanacağı ve neye atıf edileceğidir. 
Bu atıf ve bağlamanın nasıl olacağı da, tamamen Allah'ın vereceği hidâyete ve kalbdeki iman nurunun varlığına bağlıdır. Bu husus tamamen bizim dışımızda olduğundan, icbar etme veya zorlama gibi bir yolla varılacak bir hedef veya netice de yoktur. 
 http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/varolusta-ince-ayar-fenomeni-kasim-2010.html        ....internet sayfasından alınmıştır.