Çankaya'da ilk günlerin fotoğrafları
14 Nisan 2013
Turgut Özal’la ilk tanışmamız 1980’li yıllarda Dedeman Oteli’ndeki bir baloda olmuştu.
amacıyla düzenlenen baloda bir kısım orkestra üyeleri gönüllü olarak görev almışlardı. Eşim de bunlardan biriydi. O tarihlerde Orkestra’nın idari müdürü, çevresinde sevilen ve kurduğu ilişkilerle kuruma pek çok yararlar sağlamış olan flütist Mükerrem Berk idi.
Mükerrem Bey, Semra Özal’ın dayısıymış. Bu ilişki yüzünden olacak, davetliler arasında Özal çifti de bulunuyordu. Salonun orkestrası meşreplerine uygun havalar çaldığında sık sık dansa kalkıyorlardı.
Vücut yapıları bakımından tıknaz sayılabilecek bu çift dikkatleri üzerlerine çekmekte gecikmemişti.
Gazetecilik kimliğim dolayısıyla Mükerrem Bey bir ara beni birlikte oturdukları masaya götürüp tanıştırdı.
Hatırımda kaldığı kadarıyla Özal o sıralar Devlet Planlama Teşkilatı’nın başındaydı. İlk yüz yüze tanışmamız böyle gerçekleşti.
O yıllarda Turgut Özal ismi sıkça duyulmaya başlamıştı. Kısa bir süre sonra da başbakan olarak ülkeyi yönetmeye başladı. Özal’ın cumhurbaşkanı seçildiği günlerde Paris-Match dergisini Türkçe olarak yayınlamaya karar veren Karacan Yayınları, derginin örnek sayısı için bir Turgut Özal röportajı yapılmasını istedi.
Partiler arası çekişmeler sonucu seçilen yeni cumhurbaşkanının Çankaya’daki ilk haftası bol fotoğraflı bir röportaj olarak işlenecekti.
Röportajı yapacak olan dostum Kurtul Altuğ da, fotoğraf çekimi için mesai arkadaşı olarak beni seçti.
Özal cumhurbaşkanı seçilmeden önce Çankaya Köşkü’nün karşısındaki Başbakanlık konutunda oturuyordu. Köşkte hazırlık yapılmadan taşınması söz konusu olamazdı. Bürosunu hemen taşıtmış, rezidans bölümü ise hazırlıkların tamamlanması sürecine bırakılmıştı. Röportajımızı bu atmosfer içinde yaptık.
İşe başbakanlık konutundaki yaşamdan başladık. Sayın Özal, saklayacak bir şeyi olmadığını vurgulamak için doğal bir görüntü vermeye özen gösteriyordu.
Yeni döneme daha enerjik bir şekilde başlamak arzusuyla kilolarının bir bölümünü atma gayreti içindeydi.
Konutun bir odasını spor salonuna çevirmişti. Röportajın ilk fotoğrafları bu ortamda çekildi. Özal henüz iki günlük cumhurbaşkanı idi.
Röportaja, cumhurbaşkanlığının üçüncü gününde Köşk’te devam ettik. Makam odasında Kurtul Altuğ kendisiyle uzun bir konuşma yaptıktan sonra sıra Köşk’ün çeşitli yerlerinde fotoğraflarını çekmeye geldi.
Atatürk zamanında oraya konulmuş sedefli makam masasının henüz yabancısıydı. O yüzden oturtarak değil, masanın önünde bir fotoğrafını çektim. Köşk’e ilk taşıdığı eşya bilgisayarı olmalıydı. Bilgisayarla fotoğraf da şık olacaktı… Köşk’ün dışından çekilecek fotoğraflar için de bakanlar kurulu toplantısını bekledim.
Başbakan olarak veda edeceği ya da cumhurbaşkanı olarak selamlayacağı toplantıyı… Merdivenlerin hemen altında sabırsız kadrosuyla makam arabası hazır bekliyordu. Ekim ayının sonu veya kasım ayının başı. Hava serin, paltosunu giyip binadan çıktı.
Baktı, paltolu resim vermek hoş olmayacak. Paltoyu çıkarıp, janjanlı lacivert kostümüyle Köşk’ün ön tarafındaki terasa, benim yanıma geldi. İşi garantiye almak için mümkün olduğu kadar bol fotoğraf çekmek istiyorum.
Süre biraz uzayınca bana “Hadi ama, üşütüyorsun beni.” dedi.
Sayın Özal’ın Çankaya’ya çıkışı hayli olaylı olmuştu. O günlerde muhalifleri, “Oraya çıkamaz, çıksa da hemen indiririz.” gibi sözler ediyordu.
O anda şeytan dürttü, “Eeee” dedim, “Çankaya’nın havası biraz ayazdır efendim!” Birden ağzımdan dökülen bu şakalı söz, gerçek havanın soğukluğundan da daha soğuk algılanabilirdi.
Gülsün mü, kızsın mı, bilemediğini bana bakışından okuyordum adeta...
Sonraki yıllarda birçok kez, meslek gereği çeşitli vesilelerle karşılaştık.
Çankaya’nın rutin resepsiyonlarında, mesleğimizin temsilcileri olarak Ara Güler, Sami Güner, Mustafa Türkyılmaz, bir de ben, dördümüz Köşk’ün protokol listesindeki yerimizi koruyorduk.