5 Temmuz 2012
Zaman gazetesinde Prof. Mümtaz'er Türköne 26 Haziran tarihinde
"İmam-hatip okulları misyonlarını tamamladı mı?" başlıklı ilginç bir
yazı yayımladı; daha sonra da, yine Türköne, 28 Haziran'da "İmam-hatip
mi, din eğitimi mi?", 1 Temmuz'da da "İmam-hatipler için bir gelecek
inşa etmek" başlıklı iki yazı daha yayımladı.
Tartışma bu iki mümtaz öğretim üyesi ve köşe yazarı arasında belki de ve umarım devam eder zira konu çok önemli, mutlaka tüm detaylarıyla toplum önünde teşrih masasına yatırılmalı.
İmam-hatip okulları tartışması özünde bir eğitim-öğretim tartışması değil, bu anlamda imam-hatip okulları sadece imam-hatip okulları değiller, topluma, eğitim-öğretime, gelecek tasavvurumuza, yurttaş-devlet, toplum-devlet ilişkilerine yönelik çok önemli bir anlama kılavuzu niteliğindeler.
Türkiye'nin genel siyasal durumunu, Türkiye'de yaşanmış, yaşanan ve yaşanacak siyasal gelişmeleri, yurttaş-devlet ilişkilerinin serencamını imam-hatip okullarının üzerinden okumak, anlamak mümkündür kanısındayım.
Bendeniz de bugünkü Yorum yazımda bu tartışmaya ilişkin görüşlerimi belirtmek istiyorum; yazımın başlığında kullandığım davetsiz, "İmam-hatip okulları tartışmasına destursuz girmekten" muradım da bu.
Tartışmanın tarafları, hem Sayın Karaman hem Sayın Türköne tanıdığım insanlar, dolayısıyla yorumlarımda olabildiğince tarafsız kalmaya çalışacağım ama yine de açık, dürüst olmak ve Sayın Türköne'nin itirazlarına, önerilerine daha yakın durduğumu da itiraf etmek zorundayım.
İmam-hatip okulları, Diyanet İşleri Başkanlığı, okullarda okutulan zorunlu din dersleri konuları aslında, özünde aynı meselenin farklı yüzleri kanımca. Tüm bu konuları söz konusu hizmetleri kim üretiyor sorunsalından ayrı ele aldığınız zaman mesele çok farklılaşıyor, çok farklı yerlere gidebiliyor.
İmam-hatip liselerinden örnek vererek konuya çok doğrudan bir giriş yapabiliriz. Sayın Türköne yazısının bir yerinde aşağıdaki ifadeyi kullanıyor: "İmam-hatiplerin artık misyonunu tamamladığını ve bu okullar üzerine inşa edilecek din eğitiminin ve doğrudan genel eğitimin gelecekte büyük sorunlara yol açacağını düşünüyorum. (Prof. Türköne)"
Prof. Türköne'nin değerlendirmeleri arasında yöntemsel açıdan katılamayacağım tek cümle galiba yukarıya aldığım cümlesi, açmaya çalışacağım.
İmam-hatip okulları, şu ya da bu nedenden, meselenin bu boyutunun beni ve başkalarını ilgilendirmesi gerekmiyor, bunu sorgulamanın anlamını görmüyorum, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının azımsanmayacak bir bölümünün çocukları için tercih ettikleri bir öğretim kurumu tipi.
Benim kişisel kanım da imam-hatip okullarının belirli bir süredir din eğitimi destekli bir genel öğretim kurumları, ortaöğretim ve liseler oldukları. Ailelerin çok büyük bölümü çocuklarını bu kurumlara imam olsunlar diye göndermiyorlar, amaç çocukların klasik bir lise öğretimi ile birlikte yoğun bir İslami terbiyeden de geçmesi; toplumumuzda böyle büyük bir talep var, bunu görmezden gelmek mümkün değil, bu konuyu da misyonu sonlanan bir süreç (M.T.) olarak değerlendirmenin çok özgürlükçü bir bakış açısı olmadığını düşünüyorum.
Kurumların, bunlara şu ya da bu tür okullar da dahil, demokratik toplumlarda misyonlarının sonunu sadece ve sadece bu kurumlara olan toplumsal talep belirler kanısındayım ve bu talep bugün hâlâ çok canlı bir biçimde sürüyor.
Türköne'nin aşağıdaki ifadelerine ise tümüyle katıldığımı belirtmek isterim: "Önce imam-hatip okullarının, Tevhid-i Tedrisat Kanunu'na dayandığını hatırlatalım. Bu okullar, eğitimde devlet tekelinin eseri. Müslüman halk, devletle kavga etmeden din eğitimi ihtiyacını karşılamak için bu kapıyı zorladı. Daha ötesi din eğitimi ihtiyacını hep devlet iktidarının sınırları içine hapseder (Prof. Türköne)."
DİN EĞİTİMİ KAMU HİZMETİNE GİRER Mİ?
Bu aşamada galiba meselenin tam da özüne geliyoruz; imam-hatip okullarına hâlâ güçlü bir toplumsal talep mevcut, sistem bu toplumsal talebin arzını yaratmak zorunda, özgürlük kanalları sonuna kadar açık tutulursa toplum bu arzı bir biçimde yaratır.
Ancak yukarıdaki cümlemde özenle söz konusu toplumsal talebi devletin değil sistemin, toplumun karşılayacağının, arzı toplumun gerçekleştireceğinin altını çizmek istiyorum.
Düşünce silsilemizi bir aşama daha ileri taşırsak, konu geliyor, laik bir devlet yapısında, din öğretiminin, din sosyolojisi, din felsefesi, din tarihi gibi alanları kastetmiyorum, bir kamu hizmeti niteliği taşıyıp taşımadığı noktasında düğümleniyor.
Şayet din öğretimini klasik bir kamu hizmeti gibi görüyorsak, bu alana yönelik toplumsal talebi devletin karşılaması doğal ve anlamlı ama şayet din öğretimi standart kamu hizmeti özelliklerini haiz değilse bu talep karşısında devletin genel bütçeden yapılacak harcamalarla bu hizmeti finanse etmesi büyük sorunlar içerir.
Geçerken, Sayın Türköne'nin de kanımca meselenin özü olan kamu hizmeti sorunsalına girmediğini belirtelim. Bendenizin kişisel görüşü din öğretiminin standart kamu hizmeti özellikleri taşımadığı, bu nedenle bu hizmetin kamusal kaynaklarla finansmanının sorunlu olduğu yönünde.
Özel kesimin, sivil toplumun kamu hizmeti özellikleri taşımayan bir hizmeti üstlenmesinin kuramsal açıdan çok daha doğru, anlamlı, etkin ve hakkaniyete uygun olduğu görüşümü bu vesileyle bir kez daha arz etmek istiyorum.
Kamu hizmeti, ihtimaliyat teorisi çerçevesinde, eksiksiz her yurttaşa ulaşabilme potansiyeli taşıyan bir hizmet demek; oysa, imam-hatip okullarının ürettiği çok önemli, talebi çok yüksek hizmet türü, yine ihtimaliyat kuramı çerçevesinde, azımsanmayacak sayıda vatandaşa kapalı, bazı vatandaşa ulaşma ihtimali sıfır olan bir hizmet türü ve bu tür hizmet türlerinin kamu hizmeti olarak değerlendirilmesi vergi gelirlerinin hakkaniyetli kullanımı ilkesine aykırı.
Bir hizmete olan toplumsal talebin çok canlı olması bu hizmete kamu hizmeti niteliği kazandırmaz ve buna bağlı olarak da bu canlı talebin arzının devlet tarafından gerçekleştirilmesini gerektirmez.
İmam-hatip liselerinin, daha genel olarak din öğretiminin devlet tekelinde olmasının getirdiği başka sakıncaları Prof. Türköne çok güzel özetlemiş: "İmam-hatipleri merkeze almak, devletin din eğitimi üzerindeki tekelini olduğu gibi kabul edip sürdürmek anlamına geliyor.
Benim çocuğumun alacağı din eğitiminin içeriğini, süresini ve yöntemini neden sadece devlet belirliyor? Bu soru afakî değil. Çoğu kimse imam-hatiplerin Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun amir hükmüyle kurulduğunu bile bilmiyor. İmam-Hatip Liseleri Yönetmeliği'nin 6. maddesine göz atanlar, bu devlet tekelinin ne anlama geldiğini görecektir. İmam-hatiplerde Atatürk ilke ve inkılaplarına ve Atatürk milliyetçiliğine bağlı öğrenci yetiştirmek size ne kadar sahici geliyor?
İmam-hatipleri de ihata eden Millî Eğitim Kanunu'nun 10. maddesine uymaya kalkıp imam-hatiplerdeki fıkıh ve hadis derslerinin içeriğini Atatürk ilkelerini ve Atatürk milliyetçiliğini temel alarak belirlemeyi deneyin. Kanundaki ve yönetmelikteki bu garabetle nasıl tatmin edici ve kalıcı bir çözüm bulabilirsiniz?
Dindar nesli devlet yetiştirecekse, gelecekten mutlaka endişe etmeniz gerekir. Çünkü devlet, öğrettiği her şeyi sevimsiz hale getirir (Prof. Türköne)."
Prof. Karaman'ın görüşlerinde katılamadığım temel konu bu hizmeti kimin, yani devletin mi, sivil toplumun mu üretmesinin daha hakkaniyetli ve etkin olacağı konusuna hiç girilmiyor olması.
Mesela din dersi konusu, bu hizmeti kimin ürettiğinden bağımsız tartışılırsa sorunsuz bir alan gibi gözükür, aklı başında birinin kendi başına din dersi hizmeti üretimine karşı çıkması beklenemez ama mesele bu hizmeti kimin üreteceği noktasına geldiğinde sorun farklılaşmaktadır.
Sayın Prof. Karaman ile bu konuyu yüz yüze tartışma olanağımız olsa meselenin çok önemli ve toplumsal talep düzeyi çok yüksek din öğretimi hizmetinin bir kamu hizmeti olup olmadığı noktasında düğümleneceğini de sezer gibi oluyorum.
Sayın Karaman ve Sayın Türköne bu çok önemli konuyu çok düzeyli bir tartışma ile bir kez daha gündeme getirdikleri için büyük bir hizmet ürettiler; bendeniz de bağa, pardon konuya destursuz, izinsiz girdim, beni bağışlasınlar.