Popüler Yayınlar

26 Nisan 2013 Cuma

Dershaneler ve Diyanet İşleri Başkanlığı [Yorum - Eser Karakaş]

13 Eylül 2012

Başlığı okuyanlar bugünkü yorum yazımda iki farklı konuyu işleyeceğimi düşünebilirler ama öyle olmayacak, birbirleriyle kurumsal, işlevsel ilişkileri yok gibi duran iki kurumun yani dershanecilik kurumu ile Anayasa'nın 136. maddesinde ifadesini bulan Diyanet İşleri Başkanlığı kurumu arasındaki benim çok önemli bulduğum benzerliği, devletin bu iki çok farklı kuruma bakışındaki aynılığı ortaya koymaya gayret edeceğim.

Konuya dershaneler meselesinden başlamak istiyorum; Sayın Başbakan Erdoğan'ın üniversite giriş sınavlarını iki sene içinde kaldırma ve dolayısıyla dershaneleri kapatma kararı basında, kamuoyunda tartışılıyor. Dershanelerin kapatılmasının lehinde ve aleyhinde görüşler seslendiriliyor, sıcak tartışmalar yapılıyor ama kanımca, birazdan açmaya gayret edeceğim işin özüne asla gelinmiyor.

Senelerdir faaliyette bulunan dershaneler lehine söylenecekler aşağıdaki gibi özetlenebilir;

Birinci konu: Üniversite genel kontenjanları ile toplam talep arasında, toplam talep lehine bir dengesizlik vardır, bu durumda bir seleksiyon mekanizması, bir sınav kaçınılmaz olmaktadır ve bu tür seleksiyon mekanizmalarının zorunlu olarak devreye girdiği, tayınlamanın zorunlu olduğu ortamlarda yurttaşların bir bölümü söz konusu rekabet ortamında kendilerini daha avantajlı, daha rekabetçi kılacak yöntemlere başvurmaktadırlar, bu engellenemez, bu konuda da bu yöntemlerin başında dershaneler gelmektedir.

Siyasi otorite ya da üniversite sisteminin bizatihi kendisi toplam arz ile toplam talep arasındaki makası olabildiğince kapatsa bile, günümüzde böyle bir süreç işlemektedir, çok sayıda bölümün kontenjanları dolmamaktadır, ancak belirli fakülteler için de çok sert bir rekabet, seleksiyon süreci hâlâ işlemektedir ve daha uzun bir süre işleyecektir; daha mikro bir ölçekte rekabet de artarak sürecektir ve bu ortamlarda devreye dershaneler benzeri kurumların girmesi kaçınılmazdır.

Boğaziçi Üniversitesi, ODTÜ, İTÜ gibi üniversitelerin sınırlı kontenjan arzı ile bu kurumlara yönelik çok yüksek, arzın kat ve kat üzerindeki talep arasında bir tayınlama ihtiyacı her zaman olacaktır ve bu tayınlama süreci de, adına ne derseniz deyin, dershaneler, özel ders mekanizmaları türü kurumları gerektirecektir.

Dershaneler için söylenebilecek ikinci olumlu konu, bu kurumların, başlangıç koşulları eşit olmayan gençleri üniversite sınavları karşısında daha kabul edilebilir bir eşitlikçi çizgiye çektikleri gerçeğidir; Alman Lisesi'nden, Galatasaray Lisesi'nden mezun bir çocuk ile Doğu'dan, Güneydoğu'dan, Orta Anadolu'dan gelen çocuklar arasındaki fırsat eşitliği uçurumunu üniversite arz-talep tayınlaması sürecinde dershaneler bir ölçüde kabul edilebilir çizgilere çekebilmişlerdir.

Dershaneler aleyhine ileri sürülebilecek en önemli argüman ise bu rekabet süreçlerinde öğrencilerin öğretim süreçlerinin en önemli aşamalarından lise aşamasını, yani klasik öğretim alma süreçlerini, klasik Türk ve dünya edebiyatını, kitap okuma keyfini, felsefeyi, iyi matematiği ıskalar duruma düşmeleridir; bu süreçten de dershanelerin ne kadar sorumlu olduğu doğrusu belli değildir.

Yukarıda belirttiğim gibi dershanelerin eğitim-öğretim süreçlerinde üstlendikleri rollere ilişkin olumlu, olumsuz çok şey söylenebilir, bu söylenenlerin tümünde de gerçeklik payı vardır, tartışma önemli bir tartışmadır, net bir sonuca varmak kolay değildir.

MESELENİN BU BOYUTU TARTIŞILMIYOR 

Ancak, bu tartışmadan tamamen bağımsız olarak dershanelerin kapatılması konusunun hiç tartışılmayan ve çok önemli bulduğum başka bir boyutu daha var. Dershaneler, yaptıkları üretim, verdikleri hizmetin niteliği açısından klasik bir kamu hizmeti üreticisi değillerdir; bu kurumlar, piyasada, başka bir alanda gerçekleşen arz-talep dengesizliğinde, ücret karşılığında, bir tür özel hizmet üretmektedirler.

Yurttaşların bu hizmeti tüketmesi zorunlu değildir. Dershanecilik hizmetinin piyasa koşullarında üretilen bir özel hizmet olmasına rağmen her dershanenin kapısında "Türkiye Cumhuriyeti-Milli Eğitim Bakanlığı-X Dershanesi" yazmasının demokratik bir ülkede, piyasa ekonomisi koşullarında bir anlamı, artık tümüyle boğucu, sınırlayıcı bir işlevi olan tevhid-i tedrisat ilkesi (!) dışında, yoktur.

Dershaneler piyasa ortamında bir destek, bir tür güçlendirme hizmeti veren kurumlar olduğuna göre, siyasi otoritenin bu kurumların kapanması konusunda bir inisiyatif kullanmasının, dershanelerin gerekliliği üzerine bir tartışma açmasının anlamı nedir?

Siyasi otoritenin yapacağı düzenlemeler, alacağı önlemler sonucunda her aşamada arz-talep denkliği sağlanır ise, bu kurumlar da, dershaneler, piyasa koşullarının bir gereği olarak kendilerini, bugünkü yapılanmaları veri iken, tasfiye ederler ya da başka bir yapılanmaya adım atarlar, özel okul statüsünü tercih edebilirler, yabancı dil dershaneleri olabilirler, gitar, piyano ya da Kur'an kurslarına vs. dönüşürler, bu kursların kapısına da "T.C. M.E.B." tabelası asmak hiç gerekmez ama bu kurumların kapanıp kapanmayacağına piyasa ortamında siyasi otorite karar veremez, vermemelidir.

Meselenin bu boyutu nedense hiç tartışılmamaktadır; herkes Sayın Başbakan'ın dershanelerin kapanması yönündeki ifadesini veri almakta, bu görüşün yanında ya da karşısında fikirler üretmektedirler ama kimse siyasi otorite bu özel kurumların kapanması konusuna neden ve nasıl müdahale eder diye sormamaktadır. Tevhid-i tedrisat cenderesi özel dershanelere, kurslara dahi karışıyor ise bu alanda da gerekli düzenlemeyi yapmanın vakti çoktan gelmiştir hatta geçmektedir.

Bir ihtimal de devletçilik virüsünün bizleri öylesine esir aldığıdır ki, piyasa ortamında faaliyet gösteren bu özel kurumlar ile devletin ne alakası vardır diye kimse soru soramamaktadır. Siyasi otorite yükseköğretimde arz fazlası, yirmi tane Boğaziçi Üniversitesi, on tane ODTÜ, otuz tane de İTÜ yaratabilir ise zaten dershanecilik sürecini piyasanın kendisi ortadan kaldırır, mesele bu kadar basittir.

Bu konunun Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilişkisi nedir? Diyanet İşleri Başkanlığı'nın üstlendiği fonksiyonlara, ürettiği hizmete de toplumda çok büyük ölçekte talep vardır ama bir hizmete toplumsal talebin çok yüksek olması bu hizmetin illa ki devlet tarafından üretilmesinin, vatandaşa sunulmasının gerekçesi olamaz.

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ürettiği hizmetlere, aynen bugünkü koşullarda dershanelerin ürettiği hizmetlere olduğu gibi, yüksek bir toplumsal talep mevcuttur ama her iki hizmet türünün de klasik kamu hizmeti tanımına tam uymamaları bu hizmetlerin piyasa ya da özellikle, öncelikle din hizmetleri için, sivil toplum tarafından karşılanmasının, üretilmesinin demokratik hukuk devleti gereklerine daha uygun olduğu, olacağı mutlaka bugün olduğundan daha yoğun tartışılmasını gerektirmektedir.

Dershane hizmetinin üretilmesi önemlidir, din hizmeti üretimi çok daha önemlidir ama her önemli hizmetin üretimiyle devlet kavramının bir araya getirilmesi bu önemli hizmetlerin özüne uygun olmayabilir.

Sadece dershanelerde değil, öğretim süreçlerinin her aşamasında öğretim görevlilerinin, din hizmeti üretiminde de din görevlilerinin statü, zihniyet, hukuksal/kurumsal bağlantılar açısından memurlaşmalarının eğitim-öğretim ve din hizmeti üretimi süreçlerine orta ve uzun vadede ne kadar yarar getireceğini sağduyuları çok yüksek okurların takdirine bırakmak isterim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder