Popüler Yayınlar

29 Nisan 2013 Pazartesi

Diyarbakır’da ‘Türk’ü konuşmak!

 
15 Nisan 2013 / MURAT TOKAY
 
Diyarbakır’da “Türk Sorunu” başlıklı forum düzenlendi. Genç Siviller’in organize ettiği programda, “Kürt sorununun çözüm sürecinde yeni sosyal yaralara yol açmamak için ne yapılmalı?” sorusuna cevap arandı.
 
Diyarbakır’da bir seyyar satıcı... Bir oğlu dağa çıkmış, bir oğlu askerde. Adını vermek istemiyor ama “Artık yeter! Bu topraklar kardeş kanına doydu.” diyor. Genç Siviller’in düzenlediği “Türk Sorunu” başlıklı forumun yapılacağı salona gitmek üzere bindiğimiz taksinin şoförü de benzer şeyler söylüyor:

“Barış istiyoruz. Tayyip Baba bu işi çözecek.”

Şehirde iyimser bir hava hâkim. Kimse aksini düşünmek istemiyor. Çatışmanın verdiği bıkkınlık sohbetlere yansıyor. Bahar havasını sokakta, lokantada, kahvehanede, her yerde görmek mümkün.

Gazeteciler, aydınlar, sanatçılar, milletvekilleri Diyarbakır’ı yol etmiş. Neredeyse her gün bir toplantı, bir panel yapılıyor. Sürecin nereye evrileceği, Kürtlerin talepleri, duygu ve düşünceleri bu şehrin gözünden aktarılıyor, anlaşılmaya çalışılıyor.

Toplantının başlığı ilgi çekici:

Türk Sorunu. Forumun konuşmacıları arasında üç “akil adam” var. Cemal Uşşak, Yıldıray Oğur, Vahap Coşkun. Diğer panelistler siyaset bilimci Mehmet Ö. Alkan, Mümtaz’er Türköne, Sevan Nişanyan, Berat Bekir Özipek,  eski DEP Milletvekili Sedat Yurtdaş ve Ceren Kenar…

Toplantıyı takip edenler arasında ise AK Parti Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu, AK Parti İstanbul Milletvekili Bilal Macit, Siyasetçi yazar İbrahim Güçlü gibi isimler yer alıyor.

Salondaki koltukların çoğu boş. Yaklaşık 60-70 kişi programı takip ediyor. Mümtaz’er Türköne, bu ilgi azlığını “Diyarbakırlılar bu tür panellere, toplantılara doymuş.

Bu doygunluk, sorunun çözüm sürecine girdiği kanaatine dayalı, yeni bir dönemin başlangıcına işaret ediyor.” diye yorumluyor.

Başlığın “Türk Sorunu” seçilmesindeki ironi de pek anlaşılmışa benzemiyor. Hemen toplantının başında salondan Diyarbakır’da Türk sorununu konuşmanın anlamsızlığına yönelik itirazlar yükseliyor.

Argümansa “Ezilenler Türkler değil, Kürtler. Ezen tarafta yer alan Türkleri niye konuşuyorsunuz?”



Bu sorunun cevabını Genç Siviller Koordinatörü Fatih Demirci veriyor:

 “Kürt sorunu üzerine neredeyse yazıp çizmeyen, konuşmayan kalmadı. Türk sorunu çıkmaması için ne yapmamız lazım? Bunu konuşmak istedik.”

Mümtaz’er Türköne de “Ezen Türkler” ifadesine itiraz edip şu ayrımı yapıyor: “Ben Türk’üm. Eğer benim tercihim olmayan şeyleri bir üstünlük vesilesi olarak kullanıyorsam buna ırkçılık denir ama ben Türk olmamı değiştiremem. Türk veya Kürt olmak doğuştan geliyor. Kürtler, doğumdan itibaren elde ettikleri kimliklerinin yok sayılmasına itiraz ettiler. Siz Türkleri, doğuşlarından itibaren kazandıkları özelliklerinden dolayı suçladığınız zaman bu, ırkçılık olur. Yani ben Kürtleri Türk olarak ezmedim. Kürtleri ezenler Türkler değil. Bunun farkını anlayın. Bunu yapan devlet.”

Genç Siviller eylemleriyle  de, açıklamalarıyla da ses getirmeyi, kamuoyu oluşturmayı başarmış bir sivil toplum örgütü. Kürt sorununa ilgileri yeni de değil. İlk olarak 19 Mayıs 2006’da Orhan Gencebay’ın “Batsın Bu Dünya!” şarkısından ilhamla “Eğer bu ülkede Türkler ve Kürtler barış ve huzur içinde bir arada yaşayamayacaksa batsın bu dünya!” pankartlarıyla meydanlara iniyorlar. Daha sonra “Biraz da biz Kürtleşelim!” sloganıyla Kürtçe dil dersleri alıyorlar. “Yurttan Kürtçe Sesler Korosu”nu kurup salonlarda Kürtçe şarkılar söylüyorlar. Diyarbakır Forumu da bu zincirin son halkası.

Türkiye 90 yıl kaybetti

Toplantının ilk konuşmacısı Doç. Dr. Mehmet Ö. Alkan, meseleyi tarihsel süreçte ele alan bir tebliğ sundu. Alkan, “Bugünkü meselelerin konuşulması yeni değil.” diyerek başladığı konuşmasında Doktor Mehmet Şükrü Sekban’ın 1923 tarihli “Kürtler Türklerden Ne İstiyor?” başlıklı mektubuna dikkat çekti.

O mektupta Sekban özetle, “Türkler, bugün Türkiye sınırları içindeki Kürtleri, Osmanlı devleti yönetiminde olduğu gibi ya kendi hâllerine terk ederler ya Türkleştirme politikasını izlerler ya da Panturanizm gayesini takip ederek imha ve tehcir politikasını sürdürürler. Bir başka ihtimal de Kürtleri bir millet olarak tanıyıp kendilerine uygun çözümleri ortaya getirirler.” diyor.

Alkan, 90 yılın sonunda asimilasyon ve toplu tüfekli mücadelenin işlemediğinin ortaya çıktığını, barış süreciyle üçüncü şıkkın konuşulmaya başladığını ifade etti. Alkan, bu dönemde Kürt aydınlarına önemli rol düştüğünü belirterek “Kendisini Türk olarak tanımlayan ve bazı hassasiyetlere sahip bir kesim var. O insanların da hassasiyetini anlayabilecek en iyi grup şu an Kürtler.” dedi.

“Türk Sorunu: Türklerin Hassasiyetlerini Anlamak” konulu bölümde Mümtaz’er Türköne ve Sevan Nişanyan konuşmacıydı. Türköne, 2007’den itibaren devletin zorunlu asimilasyon politikasından vazgeçtiğini belirtti. Barış sürecini devletin kendini restore etme girişimi olarak tanımladı. Türk sorununun varlığını kabul ederken bunun etnik ve siyasi temelden çok sosyal bir sorun olduğunu söyledi:

“Kürt sorunu, Türk kimliğini savunma durumuna sokarak çözülmez. Böyle bir karşıtlık oluşturmak çok yanlış. Çözümden bir Türk savunması çıkartılmamalı. Tepkiler duygusal. Ortak paydalar, geçmiş ve ortak gelecek kuvvetle vurgulanmalı. Ortak bir dünyayı paylaşarak birarada yaşamak, kader birliğini sürdürmek bazı şeyleri hatırlamak, bazı şeyleri unutmaya bağlıdır. Millet olmak biraz da unutmaktır. Sabırlı olunmalı, yangına körükle gidilmemeli. Türkiye’nin batı kesimlerinde, belirsizliğin, cevabı verilmeyen soruların, entrikanın karşılığı olan duygusal bir patlama yaşanıyor. Kendiliğinden, çok kısa bir zamanda soyut şeyler somutlaştığında sönecek ve kaybolacaktır. En çok ihtiyaç duyduğumuz şey sabır, empati ve tahammül.”

Uzun bir parantezi kapatmanın arifesindeyiz

Yazar Sevan Nişanyan ise “5 yıl önce Diyarbakır’da Türk sorunu hassasiyeti üzerine toplantı yapılacak ve burada Türklerin hassasiyetlerini anlatma vazifesi sana verilecek diyecek kişinin aklından zoru olduğuna inanırdım.” diyerek başladı konuşmasına.

Son 10 yılda Türkiye’de radikal değişiklik yaşandığını söyleyip bir tahminde de bulundu: “Barış süreci başarılı olduğu takdirde siyasi sonucu muhtemelen Tayyip Erdoğan’ın yüzde 60 küsur oyla cumhurbaşkanı seçilmesi olacaktır. Bu CHP, MHP gibi partilerin ölümle karşı karşıya gelmeleri demektir. Bu partilerin varlık nedeni kalmıyor. Memlekette bir Türk sorunu var. Türk ulusal kimliğinin yeniden tanımlanması memlekette nüfusun yüzde 30-40’a gelen kesiminin işine gelmiyor. Bundan ötürü kendilerini mağdur hissediyorlar. Kurulu dünyalarının yıkılmakta olduğunu düşünüyorlar. Sonuçta böyle bir olgu var.”

Yıldıray Oğur ise Kürt meselesinin nereden gelip nereye gittiğini aktardı. Leyla Zana’nın Hürriyet gazetesine verdiği röportajda dillendirdiği “Bu sorunu Erdoğan çözer.” sözünü yeni sürecin ilk adımı olarak değerlendirdi. “Türkiye bu süreçten demokratikleşmiş olarak çıkacak. Cumhuriyetin iki düşmanı bir araya geliyor, bir dönem kapanıyor.” yorumunda bulundu.

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkan Yardımcısı Cemal Uşşak ise kardeşlik hukukunun 100 yıldan bu yana atılan yanlış adımlar sonucu bu duruma getirildiğini ifade etti. Milat gazetesinden Ahmet Ay da sorunun çözümünde İslam’a vurgu yaptı. “Türkiye bu sürece gelene kadar 60 bin insanını kaybetti.” derken “Değerlerimizden, inancımızdan, geleneklerimizden hareketle bu sorunu çözmek mümkündür.” ifadesini kullandı.

Taraf gazetesinden Ceren Kenar ve eski DEP Milletvekili Sedat Yurtdaş da “Yeni Ortadoğu ve Yeni Siyaset”i konuştu. Programın son bölümünde Berat Özipek ve Vahap Coşkun barış sürecini değerlendirdi. Bütün konuşmaların özünde çatışmasızlık ortamı ile oluşan barış havasının sürmesi için daha dikkatli bir dil kullanılması sık sık vurgulandı. Özipek, “Uzun bir parantezi kapatmanın arifesindeyiz.” derken; Vahap Coşkun, “Barış, demokrasi getirmeyecek demek doğru değil. Kürt meselesini çözen Türkiye otoriter bir devlet olamaz. Bu süreç sadece Kürtlere yaramayacak, kültürel ve siyasal alan genişleyecek. Bu süreç başarılı olursa herkes kazanacak.” diye konuştu.

Toplantıda konuşmacılar gelinen noktayla ilgili iyimser yorumlarda bulunurken süreçle ilgili birçok soru cevapsız kaldı. Bölgede Öcalan’ın düşük profilli taleplerini yeterli bulmayanlar az değil. Fakat kimse şimdilik bunu yüksek sesle dillendiremiyor. Yine BDP’liler Kürt sorununu çözen bir AK Parti’nin bölgede oylarını artıracağını düşünüyor.

Mümtaz’er Türköne: Sosyal bir sorun

Türk sorunu denen sorun, etnik veya siyasi bir sorun değil. Bu sorun son 30 yılın kanıyla beslenen ve toplumu korkutan bir canavarın eseri. Batı illerinde ve özellikle sahil yörelerinde zirve yapmasının sebebi, tamamıyla toplumun son yıllarda yaşadığı tecrübelerle alâkalı. Büyük ölçüde 90’lı yıllarda artan iç göçle birlikte yaşam sorunlarına yol açtı. Kısaca mesele siyasi değil, sosyal bir mesele. Sosyal meseleler çözülmezse siyasileşir. Türk sorunu, çözülemeyen bu sosyal sorunların siyasileşmesi anlamına geliyor. Türklük üzerine yapılan vurgular ve etnik çözümler bu yüzden doğru değil.

Cemal Uşşak: Bu sorunu İslam kardeşliği hukuku çözer

Tarih boyunca Türklerin ve Kürtlerin bir arada huzur ve ahenk ile yaşadığı dönemler, İslam’ın engin ve zengin ‘kardeşlik hukukuna’ riayet edildiği zaman dilimleri olmuştur. Buna riayet edilemediği zamanlarda ise güven bozulmuş ve sıkıntılar baş göstermiş. Geçmişe baktığımızda Anadolu topraklarında bin yıla yakın hüküm süren İslami yönetimlerin, teb’a ile olan ilişkileri de karşılıklı rıza ve bey’at üzerine oturmuştur.

Bu ilişkide, farklı etnik veya dinî gruplar arasında, ast-üst;hâkim-mahkûm ilişkisi söz konusu değildir.Kerküklü Kürt gazeteci Kamran Karadaği ile yaptığım bir görüşmede “Ben merhum Turgut Özal ile El Hayat gazetesi için röportaj yaptığımda bana öylesine sıcak ve samimi davrandı ki ben kendimi sanki onun kardeşi gibi hissettim.” demişti. Bugün ise Türklere düşen, Kürt kardeşlerine gerçekten kardeşleri olduklarını söz, davranış ve icraatlarıyla hissettirmektir. “İslam Kardeşliği Hukuku” bunu gerektirmektedir.Çözüm Süreci bunun için bir fırsattır. Eğer bu fırsatı kullanabilirsek, Türk’üyle, Kürt’üyle ve bu ülkenin bütün unsurlarıyla hepimiz güçleneceğiz.

Vahap Coşkun: Bu süreç başarılı olursa hepimiz kazanırız

Bu sürece toplum büyük bir umutla bakıyor. Çatışmaların durması barış adına çok ciddi bir ortam doğurdu. Türkiye genelinde olduğu gibi Kürt kamuoyu da çatışmalardan bezmiş bir hâlde. Bu bezginlik bence çatışmanın sona ermesi konusunda en önemli motivasyon kaynağını oluşturuyor. Endişeler yok değil.

Birincisi, yeniden çatışma ortamına dönülmesi. Çünkü her geri dönüş çok daha sert oluyor. Hem can kaybı hem de toplumsal ortamın gerilmesi endişesi var.Bir de bir kısım insanların dillendirdiği mücadelenin ucuza verildiği kaygısından söz edebiliriz.

Öcalan’ın Nevruz’daki mesajı önemliydi. Mücadeleden değil silahlı mücadeleden vazgeçildiğinin altını çizdi. Başbakan da akil insanlarla toplantısında açıkladı. Sürece en büyük destek Güneydoğu ve Doğu Anadolu illerinden. Halkın bu süreçten memnuniyeti açık. Türklerdeki bölünme korkusunun ise abartıldığını düşünüyorum. 1991’den bugüne Kürt meselesinde çeşitli adımlar atıldı.

Bu adımların hepsini Türkiye toplumu kucakladı. Bugün Öcalan’la görüşülüyor, kıyamet kopmadı. Evet, Türk toplumunda bir hassasiyet olabilir. Dikkate alınmalı. Bu süreci sonuna kadar götürürsek hepimiz kazanırız. Götüremezsek hepimiz kaybederiz. Kürtlerin kazanması Türklerin kaybettiği anlamına gelmiyor.

http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-35313-diyarbakirda-turku-konusmak.html
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder