ESER KARAKAŞ
İçinden geçtiğimiz süreç, Türkiye'nin en önemli meselesinin sivil-asker
ilişkilerinde egemen olan anormal yapılanma olduğunu bir kez daha
ortaya koyuyor.
Anormal yapılanmanın en tepesinde de muhtemelen en az tartışılan zihniyet meselesi geliyor; bu konuya bu kısa yazıda bile gireceğim.
Yazının başında sivil-asker ilişkilerinde egemen olan anormal yapılanmanın ülkemizin en önemli meselesi olduğunu vurguladım; "en önemli mesele" derken muradım mevcut sivil-asker ilişkilerinin tuhaf görünümünün ve işleyişinin aslında Anayasa'mızın 2. maddesinde ifadesini bulan demokrasi ve hukuk devleti kavramlarının aksak işleyişi anlamına geldiğini, bir ülkede hukuk devleti aksak işlerse sürdürülebilir ekonomik büyümenin yani kalıcı refahın olanaksız olduğunun da altını yüz defa çizerek vurgulamak.
Herkesin çok iyi görmesi, anlaması gerekiyor, sivil-asker ilişkileri normalleşmeden ülkemizde kalıcı refah artışı olanaksız.
Sivil-asker ilişkilerinin anormalliğinin ilk vurduğu yer her şeyden önce iş ve aştır, bunun iyi görülmesi lazım.
Sivil-asker ilişkilerinde hukuk sistemi içinde, Anayasa'da, yasalarda ve hatta bu kategorilerin içine girmesi olanaksız çok alanda birçok noktanın acilen değiştirilmesi gerekiyor; hukuk sistemi içinde bu düzenlemelerde bir normalleşme yaşanmadan da mesafe almak adeta imkânsız, bunları da tadadi olarak belirtmeye gayret edeceğim.
Ancak son tartışmaların gösterdiği başka bir konu ön plana çıkıyor; bu da zihniyet meselesi ve zihniyet meselesi hem askerde hem de sivilde tüm yanlışlığı ile sırıtıyor.
Askerin, en azından bir bölümü, Cumhuriyet'e kendine göre, Türkiye'nin altında imzası bulunan antlaşmalardan, Anayasa'dan, yasalardan görece bağımsız bir anlam çerçevesi çiziyor ve yine kendinden menkul gerekçelerle bu çerçevenin dışına çıkılabileceğini düşünüyorsa, her türlü Anayasa ve yasalar dışı faaliyeti kendine hak görebiliyorsa ortada mevcut en ciddi sorunun zihniyet sorunu olduğunu düşünmek normaldir.
Askerin en azından bir bölümünün ama eyleme geçebilecek kadar güçlü bir bölümünün söz konusu kendinden menkul hak edinimi aslında bugünün de meselesi değil, en azından bir asırlık bir geçmişi var; askerin tümünün, tüm rütbelerinde ve kurumlarında bu sakat zihniyetten kurtulması/kurtarılması şart; bu tuhaf ve yasadışı zihniyet sürdüğü sürece anayasal, yasal düzenlemelerin, normalleşme sürecinin de bir işe yarayabileceği kuşkulu.
Islak imza meselesiyle gündeme gelen marazi durumun TSK içinde ne ölçüde marazi görüldüğü doğrusu kuşkulu; bu tür us dışı, hukuk dışı girişimlerin askerin çok ama çok büyük bölümü tarafından lanetlenmediği durumlarda çağdaş bir ülke konumuna gelmemiz olanaksız.
Bu tür marazi ve yasadışı durumların emir-komuta zinciri içinde yaşanıyor olması ihtimali de zaten başlı başına bir hukuk ve çağdaşlık kâbusu.
Dünyaya, hukuka bakıştaki bu şaşılık maalesef sadece cihet-i askeriye ile de sınırlı değil; sözde/güya sivil kesim içinde de, Allah'a şükür, küçük ama son günlerde sesi borazan gibi çıkan bir kesim askerin hukuk dışı faaliyetlerini normal imiş gibi değerlendirebiliyor.
Televizyon ekranlarından, gazete sahifelerinden izliyoruz, kimi gazeteciler, yazarlar, profesörler ıslak imza meselesi etrafında oluşan çeteleşmenin doğru olmadığını, bu durumun bir komplo olduğunu söyleyip duruyorlar; böyle söyleyip, böyle inansalar yine de kabul edilebilecek bir saflık olarak nitelendirilebilir.
Ancak, bu arkadaşların ağızlarındaki bakla başka; bu arkadaşlar da aslında TSK içinde özerk ya da emir-komuta zinciri içinde oluşma ihtimali bulunan çeteleşmenin farkındalar, aksi takdirde gözlem ve analiz yeteneklerinden ciddi kuşku duymak gerekebilir; bu arkadaşlar aslında kısa bir süre sonra, mesele hukuken de sübut ettikten sonra, söylem değiştirecekler ve askeriyenin bu tür faaliyetler içinde bulunmasının normal karşılanması gerektiğini dile getirmeye başlayacaklar; bu traji-komik duruma şimdiden hazırlanmak lazım.
Yukarıda vurgulamaya çalıştığım gibi ülkemizde TSK'nın büyük bölümünde (Allah'tan aklı başında ve etkin bir kesim hâlâ mevcut da askeriye tümüyle batağa saplanmıyor) ve sivil kesimin azınlık ama gürültücü bir bölümünde sivil-asker ilişkilerinde hukuk dışılığı normal gören kesimler var; işin yine traji-komik tarafı bu kesimlerin kendilerini "modern", "çağdaş", "ilerici" gibi sıfatlarla nitelendiriyor olmaları.
Oysa çağımızda sivil-asker ilişkilerinde ülkemizdeki mevcut statükonun savunulması kadar buram buram ilkellik, anti-demokrasi, anti hukuk ve anti-cumhuriyetçilik kokan başka konu bulmak pek kolay değildir.
Tabii, bu zihniyet de havadan gelmiyor.
"Milli Güvenlik Siyaset Belgesi" gibi hukuken ne olduğu belirsiz bir belge, İç Hizmet Kanunu'nun ünlü 35. maddesi çağdaş bir ülkede kabul edilmesi hatta düşünülmesi olanaksız yetkileri TSK'ya güya vermektedir; ve TSK'nın da bir bölümü "Milli Güvenlik Siyaset Belgesi" gibi hukuken ne olduğu belirsiz bir metne dayanarak hukuk dışılığı savunabilme çizgisine savrulabilmektedir.
Milli Güvenlik Siyaset Belgesi, İç Hizmet Kanunu gibi belgelerin yanı sıra çok sayıda çağ dışı düzenleme hukuk sistemimiz içinde de yer almaktadır.
Çift başlı yargı diye bilinen çağ dışı duruma sözde hukuki meşruiyet veren Anayasa 145. madde, TSK'yı Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu kapsamı dışında tutan Anayasa 108. madde, Milli Güvenlik Kurulu'nu düzenleyen Anayasa 118. madde, YAŞ kararlarını yargı denetimi dışında tutan Anayasa 125. madde, yüzüncü yılına yaklaştığımız Cumhuriyet'e hâlâ bir askeri Cumhuriyet görüntüsü veren devlet protokolü, askerî bütçe ve bütçe dışı harcamaların ve askerî mal varlığının bir bölümünü TBMM ve Sayıştay denetimi dışı tutan düzenlemeler günümüzde Cumhuriyet'e çağdaşlık değil, tümüyle bir ilkellik görüntüsü arz ettirmektedirler.
Zihniyetin ve beraberinde anayasal, yasal düzenlemelerin gerçekleşmesi çağdaş bir Türkiye için atılması gereken ilk adımlar olacaktır.
e.karakas@zaman.com.tr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder