9 Aralık 2012
İddia dediğin saçmalıkta sınır tanımamalı ve olabildiğince sık
dillendirilmeli, yoksa kimse ciddiye almaz.
Maya takviminin 21 Aralık
2012’den sonrasını göstermemesi, bazılarına o günü kıyamet olarak
kodlamaya yetmedi.
Bu felaketten sadece Türkiye’nin Şirince’si ile Fransa’nın Bugarach’ının muaf olacağı tesellisini balonlara yükleyen bu felaket tellallarına insafsız damgası vuramayız. Bize sığınacak iki güvenli liman gösterdikleri için teşekkür etmeliyiz!
NE oldu? Amerika hükümeti, “Korkmayın, belirtilen tarihte dünyamız yok olmayacak” mealinde bir açıklama yayınladı. Rus ve Fransız hükümetleri de dehşete kapılıp dağlardaki gizli sığınaklara kaçanlarla intihar etmeyi düşünenleri yatıştırmak için bilimsel veriler yayınlanmaktan geri kalmadılar. Ne de olsa hükümetler vatandaşlar için vardır, öyle değil mi? İngiliz hükümetinden resmî bir açıklama gelmedi ama kıyamet sonrası hayatta kalabilmek için silah, fener, balta, ilaç, gıda maddeleri gibi gereçleri depolayanların, ok atmayı, odunla ateş yakmayı öğrenenlerin hikâyeleri, Prens William-Cambridge düşesi Kate Middleton çiftinin tahta verecekleri üçüncü vâris müjdesiyle yarışıyor...
ARALARINDA medya mensuplarıyla modern çağ filozoflarının da bulunduğu hatırı sayılır bir gözlemci tayfası Şirince ile Bugarach’a konuşlanmış durumda. Çevirmenler Fransız medyasına fazla itibar etmediğinden Şirince mahreçli haberlerle yetiniyoruz. Diyorlar ki, Hz. İsa 21 Aralık’ta Şirince’ye gelecekmiş. Altı gün sürecek kıyametin dehşetini yaşamasınlar diye üzerlerine inen mavi ışığın etkisiyle derin bir uykuya dalan insanları uyandırıp kurtarma gemisine alacakmış. Kurtarılanların maddî bedenleri ışığa dönüşecekmiş. Şirince’de deniz olmadığına göre tufan olmalıymış öncesinde ki, Nuh’unkine benzer bir gemi zuhur etsin de insanlığın altın çağını başlatmak üzere hırçın dalgaları yara yara ilerlesin. Üstelik adı lazım değil bir Türk’ün ahaliyi aydınlatma toplantılarında anlatılıyormuş bütün bunlar. Ne muhayyile ama!
KAÇINILMAZ sonu korku içinde bekleyenlere kimse sormuyor: Bırakalım masum insanların katline seyirci kalmayı, tohumlar kısırlaştırılırken yani yeniden üremek üzere ekilebilir tohum sayısı azalırken, arılar ortalıktan çekilip ormanlarla denizler talan edilirken neden kaçacak yer aramadınız? Sürece yayılan felaketlere ses çıkarmıyorsunuz da, malum son için belirli bir gün verilince mi korkuyorsunuz? 22 Aralık sabahı “hadi yırttık” neşesiyle, bir sonraki kıyamet senaryosuna kadar ‘bye bye’ mı diyeceksiniz birbirinize?
KIYAMETİN anlam yelpazesi çok geniş. Başına ‘kızılca’ kelimesi de eklenerek büyük kazalar, doğal afetler, katliam ve savaşlar için kullanılıyor. Buradaki temel kavramın “radikal değişim” olduğunu hatırlarsak, mesela yağmurun kıyameti, buluttan kopup denize düşmektir diyebiliriz. Damla iken derya olmuştur. Görünüşte aşağı inmiş ama cirminin üstünde bir güce yükselmiştir. Tohum için kıyamet, başını topraktan çıkarmaktır. Sonrası bayramdır: Gövde edinir, üstüne dalları dizilir, yaprakla bezenir ve meyvede miracını tamamlayıp yeniden toprağa, tohum haline döner.
BİR bebeğin dünyaya gelişi de aslında kıyamettir. Çünkü annesinin iç denizinde huzurla yüzerken, hiç bilmediği, baştan aşağı kaotik bir düzende yaşamaya başlamıştır. Yaşayan her nesne, her an artlarında ölümlerini bırakarak halden hale geçer. Hepimizin bir değil nefes sayımız kadar cesedimiz var. Kayıt yapan melekler onları özel defterlere defnederler. Büyük finale doğru, anlık kıyametlerle yürür hayat kervanı. Başımızı nereye çevirsek orada kıyamet...
KELİMENİN kökeninde ayağa kalkma var. Yatay olanın dikey pozisyona geçmesi yani. Hastanın şifa bulması, uyuyanın uyanması, kapalı olanın açılması, karanlığın aydınlanması... Ayağa başka ne zaman kalkarsın? Ya milli marşın çalınıyordur ya da bulunduğun mekâna çok önemli bir zat gelir, saygı ve ürpertiyle doğrulur, gözlerini bayrağından veya o güzel insandan ayıramazsın. Bu manada kıyamet talep edilesi “iyi” bir şeydir, acıyla kıvrandırmaz insanı, gönendirir.
DEĞİŞİK inanç ve kültürlerden beslenen bütün “büyük kıyamet” senaryolarında dünya korkunç bir şekilde bitiyor. Kur’an’ın o güne dair betimlemeleri son derece sarsıcı. Fakat Allah’ın veli kullarının sözlüğünde kıyametin bambaşka bir anlamı var. Onlar gök çatırtılarla yarılmadan, güneş sönüp kör olmadan, dağlar pamuk gibi savrulmadan önce, kendi ölümlü bedenlerini koruyarak, hayatın fiziksel realite safhasını bitirip farklı bir varoluş seviyesine geçiyorlar. Yaradan, maddî düzlemi onlara özel bir şekilde çökertiyor ve karşılığında eşyanın hakikatini veriyor. Bu hediyeyi alanlara artık dünyevî bütün acılar vız gelip tırıs gidiyor. Gizemli bir neşter, göz bebeklerine bir çizik attığı için bizler gibi şaşı bakmaktan kurtuluyorlar. İşte bu, kıyametlerin en şahanesi oluyor. Çünkü güneşle ay birleşiyor; ışığı yansıtan, ışığın kaynağında sönüyor.
HAYAT işte böyledir. Kıyametin uğramayacağı iddia edilen köylere kaçanlar kadar kendi şahsî kıyametini talep edenlere de yer açılmış âlemde. Birinciler medya desteğiyle sonlarını kâh korkarak kâh eğlenerek beklerken, ikinciler dileklerini sadece seccadelerine fısıldarlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder