25 Nisan 2013
ESER KARAKAŞ
Bu Yorum yazısını öğretim üyesi bir iktisatçı, amatör bir iktisat
tarihi meraklısı, okuru olarak kaleme alıyorum; yazımın başlığında konu
ettiğim ordu bugünkü TSK asla değil, hukuk da bugün anladığımız çağdaş
hukuk pek değil.
Yorum yazıma İtalya’nın Bologna kentinde, bir tarihlerde, sokaklarda dolaşırken karşıma çıkan bir bina ve bu binanın balkonuyla başlamak istiyorum; sözünü edeceğim bina bugün Bologna Ticaret Odası binası ama işin ilginç tarafı aynı bina on birinci asırda da o dönemin şehir devleti Bologna’nın da Ticaret Odası binası imiş.
Bu binanın ikinci katında, küçük bir meydana bakan küçük bir balkon var ve daha on birinci asırda bu balkondan, Bologna Ticaret Odası adına, Bologna’lılara yapılan açıklamalar var ve bu açıklamalar şehirde faaliyet gösteren ticaret erbabının iflaslarına ilişkin; iflas eden bir ticaret adamı varsa şehirde faaliyet gösteren diğer tüccarlara o kişinin iflas ettiği duyuruluyor ve böylece riskli ticari işlemlerin önüne geçilmek isteniyor.
Unutmayalım, tarih on birinci asır, yani, Alparslan’ın Malazgirt zaferiyle aynı dönem. Bologna’da, küçük bir şehir devletinde o tarihlerde bir balkondan iflas eden tüccarların açıklanması o şehir devletinde bir ticaret hukukunun gelişmeye başladığını, hatta belirli bir noktaya da geldiğini gösteriyor; aynı Bologna şehir devletinin o tarihlerde askeri gücü, mesela Alparslan ile karşılaştırıldığında komik denilebilecek ölçüde zayıf, hatta mukayesesi bile olanaksız, coğrafya izin verse, Alparslan Bologna gibi şehir devletlerinden onunun, yirmisinin bir araya getirdiği bir ordu ile karşılaşsa, muhtemelen yarım saatte hepsinin komutanını esir alırdı.
İtalya türü bir Avrupa ülkesi ile bir doğu devletini, Selçuklu’yu, Anadolu Selçuklu’yu, Osmanlı Devleti’ni karşılaştırmaya kalktığımda, bir iktisatçı ve iktisat tarihi amatörü olarak ilk gördüğüm şey hiç kuşkusuz Batı’daki şehir devleti yapılanmasıyla Doğu’daki merkezi devlet geleneğinin ortaya koydukları büyük farklılıklar.
Merkezi devletlerin, mesela Osmanlı’nın askeri gücünü, üstünlüğünü belirtmeye, açıklamaya pek gerek yok herhalde, bu üstünlük merkezi bir gelenekten gelen ordunun kurumlarıyla, geleneğiyle ortaya çıkmış, tartışmasız bir üstünlük.
Bu askeri gücü o tarihte Avrupa coğrafyasında egemen olan şehir devletlerinin askeri gücü ile mukayese etmek imkansız, 17’nci, hatta 18’nci asırlara kadar da bu üstünlük bir ölçüde sürüyor. Ancak, merkezi devlet geleneği tarihsel olarak başta ticaret hukuku olmak üzere diğer hukuk dallarının gelişimi konusunda askeri güç üretmek kadar olanaklar sağlamıyor; ticaret hukuku diğer hukuk dallarının gelişimi için çok önemli zira çok büyük coğrafyalar, Selçuklu Devleti gibi, Anadolu Selçuklu Devleti gibi, Osmanlı Devleti gibi, kendilerine yeterli coğrafyalar olarak ticareti, hukuka dayalı ticareti, vadeli alım sözleşmelerini siyasal birimler bazında zorunlu kılmıyor, merkezi otorite hukuk olmaksızın da işlemlerin güvenliğini garanti edebiliyor.
Oysa, Avrupa coğrafyasında, merkezi devletlerin o tarihler itibarıyla egemen olmadığı coğrafyalarda, mesela İtalya’da, şehir devletler için ticaret, vadeli alım sözleşmeleri hayatın sürdürülebilirliği için bir zaruret.
Küçük şehir devletleri coğrafyaları üretim bazında kendi kendilerine yeterliliği adeta olanaksız kılıyor, bir şehir devleti, bir feodal beylik sadece peynir, şarap üretebiliyor ama hayat bu iki madde üzerinden dönemeyeceği için mesela kumaş ya da buğday üreten başka şehir devletleriyle ticaret ve çok önemli olmak üzere vadeli ticaret zorunlu; kendi kendine ekonomik anlamda yetersiz coğrafyalardan oluşan şehir devletleri coğrafyalarında önce ticaret, vadeli ticaret, sözleşme hukuku gelişmeye başlıyor ve bu gelişim zaman içinde beraberinde genel anlamda hukukun, ekonominin gelişimini çekiyor.
Bu süreç otomatik olarak askeri bir güç üretmiyor doğal olarak ama sözleşme hukukunun gelişimi ticareti, ticaretin gelişimi ekonomiyi çekiyor ve 17’nci, 18’inci yüzyıllardan itibaren de gelişen ekonomi ve kurumları teknolojiyi çekmeye başlıyor; teknoloji de beraberinde askeri gücü kaçınılmaz olarak devreye sokuyor.
Özetle, bizlere okul kitaplarında Osmanlı’nın duraklama ve gerileme dönemleri olarak anlatılan periyotların, dönemlemelerin kökeninde Avrupa’nın şehir devleti geleneği ve bu geleneğin zorunlu olarak ürettiği sözleşme hukuku çekişli hukuk ve ekonomi, en nihai olarak da gelişen teknoloji yatıyor.
Merkezi büyük devlet geleneği muazzam bir askeri güç üretiyor ama bu gelenek hukuk üretimini engellediği, engellediğini söylemesek bile kolaylaştırmadığı ölçüde de hukuk ve ekonomi geleneği teknolojiyi, teknoloji de askeri gücü ürettiği için süreç bildiğimiz gibi işledi tarihte galiba.
Bizim tarihimizde de beylikler dönemi diye bir gerçek var ama Anadolu Beylikleri gerçeği Avrupa şehir devleti yapılanması gibi tarihsel bir kategori olarak değil de, belirli bir konjonktürde merkezi bir yapının çözülmesi sonucunda ortaya çıkmış, başka bir merkezi devlet, mesela Osmanlı Devleti güçlendiği anda da sonlanan bir ara kategori, bir süreç.
Anadolu Beylikleri bir çözülme, bir mağlubiyet, mesela 1243 Kösedağ savaşında Anadolu Selçuklu Devleti’nin Moğollara mağlubiyetiyle başlayan ama Osmanlı’nın güçlenmesiyle sona eren bir olgu, geçici bir durum, hatta arzulanmayan bir durum. Oysa, İtalya şehir devletleri ekonomik gelişmenin, tarihsel gelişimin bir parçası, geçici, arzulanmayan bir ara kategori hiç değil.
Batı’nın ticari, buna bağlı olarak da hukuki/ iktisadi ve teknolojik gelişiminin kökeninde şehir devleti yapılanması, daha öncelikli olarak da muhtemelen feodalite yatıyor; feodal geçmişi olmayan topraklarda adem-i merkeziyetçilik, yerel yönetim geleneği de gelişmiyor.
Son bin yıllık tarih, Avrupa, Anadolu coğrafyası karşılaştırması kapsamında, belki de süreç içinde adem-i merkezi yapıların ürettiği ticaretin, hukukun, teknolojinin merkezi devletlerin ürettiği güçlü orduları, bin senenin ikinci yarısında yenmesinin tarihi; içinden geçtiğimiz Avrupa ekonomisi krizi belki de, hızlı büyümeden taviz vermez isek, refah farkını azaltmak için iyi, tarihi bir fırsat.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder