Popüler Yayınlar

11 Nisan 2013 Perşembe

Yeni anayasa süreciyle ilgili bazı sorular

24 Ocak 2013


Anayasa Uzlaşma Komisyonu çalışmalarını sürdürüyor ama yeni anayasa konusu yine kamusal tartışma gündeminin arka sıralarına çekilmiş görünüyor. 

Bilindiği gibi Komisyon, çalışmalarını 2012 sonuna kadar tamamlamayı kararlaştırmıştı. Bu mümkün olmayınca, şimdi mart sonuna kadar süre uzatıldı.

Komisyon çalışmalarının devamı yönünde böyle bir kararın oybirliği ile alınmış olması, kuşkusuz, yeni anayasa için umutlanmayı teşvik edebilir.

Benzer biçimde, yeni anayasa ihtiyacının kuşkusuz en önde gelen sebebi olan “Kürt sorunu” konusunda, sorunun şiddet boyutunun izalesi yönünde güçlü bir eğilimin belirmiş olması da ayrı bir iyimserlik nedeni.

Buna rağmen, Komisyon çalışmalarının oybirliğiyle yeni bir anayasa metni ortaya çıkarabilmesinin önünde çok ciddi engeller de varlığını sürdürüyor.

Bir kere, neden yeni bir anayasa istediğimizin tam olarak netleştiğini söyleyebilir miyiz? Bence bu soruya doğrudan ve kolayca evet demek zor.

Hatırlanacağı üzere, 2007’den itibaren yaşanan anayasal ve siyasî nitelikli kriz anları, Türkiye’de anayasa sorununun daha çok devlet kurumları ile siyasî süreç arasındaki uyumsuzlukla ilgili boyutlarını öne çıkarmıştı.

Bu bağlamda Cumhurbaşkanlığı makamına tanınan yetkilere ek olarak askerî bürokrasi ile yüksek yargının demokratik siyasî süreç üzerindeki kontrolünün belirlediği vesayetçi rejimin tasfiyesi, Türkiye’deki anayasa sorununun özü gibi düşünülmüştü.

Oysa, sorunun özü, devlet kurumları ile demokratik siyasî süreç arasındaki bu vesayetçi ilişkide değil, bu ilişkinin bütün Cumhuriyet örgütlenmesine damgasını vuran temel siyasî karar veya tercihte yatmaktadır.

Bu siyasî karar, Türkiye Cumhuriyeti’nin homojen bir ulus-devlet olarak inşa edilmesi gerektiği yönündeki karardır.

Bu, kanımca Milli Mücadele dönemine ve onun ürünü olan 1921 Anayasası’na damgasını vurmuş bulunan ve bugünün diliyle “Türkiye halkının demokratik egemenliği” diye yeniden ifade edebileceğimiz kararla çelişen ve tek-parti otoriterliğine meşruiyet sağlamaya yönelen bir karardır.

Nitekim bu siyasî karar doğrultusunda önce tek-parti ideolojisi anayasaya sokularak devlet ideolojisi haline getirilmiş sonra da bu ideolojinin vesayetçi kurumlar tarafından demokratik sürece karşı bir denetim zemini olarak kullanılmasını mümkün kılan anayasalar yapılmıştır.

Sorun, 1982 Anayasası’yla zirveye erişen bu otoriter vesayetçi ideolojik kurumsal yapının tasfiyesiyle Türkiye toplumunun kendi çoğulculuğu içinde kendi kendisini idare etmesini mümkün kılmaktır.

Bu ise sadece vesayetçiliğin kurumsal tasfiyesiyle değil, toplumun çok kimlikli, çok kültürlü yapısına uygun bir çağdaş demokratik düzenin temellerini oluşturan yeni bir anayasa ile yapılabilecektir.

Vesayetçiliğin tasfiyesi yönünde çok önemli ilerlemelerin sağlanmasına rağmen anayasa sorununun çözülmemiş olması, özellikle de Kürt sorununun bütün ağırlığıyla varlığını hissettirmekte oluşu bu görüşü te’yid etmektedir.

Özetle, ‘neden yeni bir anayasa?’ sorusunun asıl cevabı, kuşkusuz, homojen bir ulus-devlet inşa etme kararından arınmış, toplumun farklılıklardan oluşan özelliklerini siyasî-kamusal alanda özgürce ifade edebilme imkânı bulduğu, özgürlükçü, çoğulcu, adem-i merkeziyetçi yeni bir siyasî beraberlik biçimine duyulan ihtiyaçta aranmalıdır.

Bu ihtiyacın nasıl karşılanacağı ise ana çizgileriyle mensubu bulunduğumuz Avrupa Konseyi normları başta olmak üzere, çağdaş dünyada yeterince belirgindir.

İkinci soru, sınıfsal, etnik, dinsel, cinsiyet ve cinsiyet yönelimine dayalı toplumsal farklılıklara saygılı, özgürlükçü, çoğulcu, adem-i merkeziyetçi, demokratik hukuk devletini benimseyen yeni anayasada, bu sözünü ettiğimiz nitelikleri gerçekleştirmek için mutlaka parlamenter sistem şart mıdır?

Sorunun cevabı tarihî olarak “evet” olmalıdır. Türkiye’nin tarihî hareket noktası Milli Mücadele döneminin halk egemenliğini tesis etme kararı ise ve bu karar “Meclis üstünlüğü” üzerinde somutlaşmışsa, Türkiye’nin yeni anayasasında da parlamenter üstünlüğün olması gerektiğini kabul edebiliriz.

Bununla birlikte, başkanlık sisteminin de, Türkiye’deki yanlış “başkancı sistem” veya tek adam otoriterliği diye anlaşılmaması ve bundan önemli olarak gerçek bir adem-i merkeziyetçilik yahut bölgeli devlet düzeni içinde düşünülmesi kaydıyla geçerli olabileceği söylenebilir.

‘Neden yeni bir anayasa?’ sorusunun cevabı üzerinde anlaşabiliyorsak ve bu cevap doğrultusunda nasıl bir kurumsal yapı gerektiği üzerinde de uzlaşma sağlayabiliyorsak geriye çözülmesi hiç de zor olmayan konular kalmaktadır.

Ancak, yukarıdaki ilk iki soru ve bunlarla ilgili alt konular üzerinde uzlaşmak galiba pek o kadar da kolay olmuyor ve olmayacak.

Kürtçe başta olmak üzere Türkçe dışındaki dillerin hukukî statüsünden Diyanet’in ve din eğitiminin anayasal konumuna, yerel özerkliğin ne düzeyde gerçekleştirileceğinden Cumhurbaşkanlığı makamının yetkilerine kadar pek çok konuda Komisyon’un öngördüğü “oybirliği”nin sağlanması çok zor.

Üstelik bu zorluk, sadece Komisyon’da yer alan siyasî partilerin tavrından da kaynaklanmıyor. TESEV’in yayınladığı Konda araştırmasında açıkça gösterildiği üzere, Türkiye toplumunun da bu konularda biraz karışık ve çelişkili tavırları söz konusu.

Bu araştırmaya göre Türkiye toplumunun büyük çoğunluğu “Kürt sorunu”nu yeni anayasa ihtiyacının temel sebebi olarak görüyor ama bu sorunun çözümünde anahtar rol oynayacak anadil ve yerel özerklik ve uluslararası özgürlükler hukukunun standartları gibi konularla “Atatürk ilkeleri” veya “Türk milliyetçiliği” gibi ideolojik duruşları yan yana getirebiliyor.

Tabii bu çelişkili görünüşün daha detaylı olarak analiz edilmesi gerekiyor ama sonuçta Komisyon’un oybirliğiyle karar alma şartını yerine getirmesini zorlaştıran “uzlaşamama” ihtimali aslında doğrudan toplumun içinden kaynaklanıyor gibi görünüyor.

Bu durumda da şu sorunun cevabı önem kazanıyor: Komisyon’un çalışmaları bir “yeni anayasa taslağı” ile sonuçlanmazsa, ne olacak?

Bir ihtimal Nisan 2013’ten sonra siyaset, önce 2014 yerel seçimlerine, sonra Cumhurbaşkanlığı seçimine ve sonra da 2015 genel milletvekili seçimlerine odaklanacağı için, yeni anayasayı birkaç yıl için unutmak gerekecek.

Bu iyi olmaz çünkü mevcut Anayasa ile bu üç seçimden kriz üretmeyecek bir siyasî tablo çıkması çok zor; Kürt sorununun çözümsüz kalacağı ortamın etkisini hiç hesaba bile katmıyorum.

O zaman, Başbakan’ın geçmişte birkaç defa dile getirmiş olduğu bir ihtimal ortaya çıkabilir mi: Oybirliğiyle uzlaşma olmuyorsa, uzlaşanlar yola devam edemezler mi?

Ederler tabii, ama bu durumda “uzlaşanların yolu” bir anayasa değişikliği mi olur, yoksa yeni bir anayasa mı? Bu yol anayasa değişikliği yolu olursa, o zaman Anayasa’da geçerli olan usule göre ilerlenir.

Ama “uzlaşanların yolu” “yeni anayasa” olursa, o zaman bunun usulü de yine mevcut Anayasa’daki usul müdür, yoksa şimdi çalışan Komisyon’un kararlaştırdığına benzer bir biçimde, uzlaşanlar yeni anayasanın usulünü de kendi uzlaşmaları içinde belirleyebilirler mi? . . . Devam edeceğim.

 http://www.zaman.com.tr/yorum_yeni-anayasa-sureciyle-ilgili-bazi-sorular_2044600.html


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder