"İhlâs; güzel bir iş
yaptığında,
onun konuşulmasından hoşlanmaman,
o güzel işinden dolayı övgü
beklememendir."
Ahmed ibn-i Asım
el-Antaki
"İhlâs; amel eden kişinin,
"İhlâs; amel eden kişinin,
amelinin kabul edilmesine vesile
olan şeydir."
Ebû Hayır Nessâc
"Bir şeyin zıddı bilinmez ise kendi de bilinmez.
"Bir şeyin zıddı bilinmez ise kendi de bilinmez.
İhlâs da, zıddı olan riyayı
tanıyıp,
onu terk etmekle bilinebilir."
Ebû Osman Mağribi
"Her kim ihlâs ile bir amel işlese ve
"Her kim ihlâs ile bir amel işlese ve
sonradan onunla övünse,
o kimse kabul olunan amelini iyilik
divanından siler,
riya divanına yazar."
Süfyan-ı Sevri
"Güzel bir amel; halk görmesin diye terk edilirse riya,
"Güzel bir amel; halk görmesin diye terk edilirse riya,
halk görsün diye işlenirse de
şirktir;
ikisinin de terki ise
ihlâstır."
Malik bin Dinar
"Her şeyin kirlendiği günümüz
dünyasında,
kalpler, hatta ruhlar dahi
kirleniyor...
Kalpleri ve ruhları temiz tutmanın
yegâne yolu İhlâstır..."
Âyetler-i
Kerimeler:
1) “Onlara sadece şu emredilmişti: Bâtıl dinleri
bırakarak yalnız Allah’a yönelip ona itaat etsinler, namazı kılsınlar, zekâtı
versinler. İşte doğru din budur.” (Beyyine Sûresi [98], 5)
Yahudi ve
hıristiyanlara tıpkı İbrâhim aleyhisselâm gibi olmaları, Allaha hiçbir şeyi
ortak koşmamaları, ona kayıtsız şartsız boyun eğmeleri, mütevâzi ve saygılı
davranmaları emrolunmuştu. Kendilerinden sapık fikirleri bırakmaları, yalnızca
Allah’a ibadet edip namaz kılmaları, zekât vermeleri istenmişti. Zaten Allah tarafından
gönderilen bütün kitaplarda yazılan budur. Diğer bir ifadeyle söylemek
gerekirse ilâhî dinlerde değişmeyen üç esas vardır: Allah’a imân etmek, namaz
kılmak ve zekât vermek. Fakat onlar bu emirlere uymadılar. İşte bu sebeple
müslümanların ihlâs, samimiyet ve dürüst bir niyetle Allah’ın buyruklarını
yerine getirmeye çalışmaları şarttır. Cenâb-ı Hakk’ın emirlerine uymayan yahudi
ve hıristiyanlara hiçbir şekilde benzememeleri gerekmektedir.
2) “Kurbanların ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşır. Allah’a sadece sizin ihlâs ve samimiyetiniz ulaşır.” (Hac Sûresi [22], 37)
Kurbanın
akıtılan kandan ve dağıtılan etten ibaret olduğu zannedilir. İnsanlar için
durum böyle olabilir. Allah Teâlâ kurbanın ne etine, ne de kanına bakar. Onun
için önemli olan, hayvanın sırf Allah rızâsı için kesilmesidir. Kurban edilen
hayvan Allah rızâsı için kesilmiyorsa, o kurbanın hiçbir değeri yoktur. Cenâb-ı
Hakk’ın değer verdiği, karşılığında mükâfat yazdığı şey insanın ihlâsı, iyi
niyeti ve samimiyetidir.
3) “De ki, gönlünüzdeki duyguları saklasanız da, açıklasanız da Allah hepsini bilir.” (Âl-i İmrân Sûresi [3], 29)
Gizlilik veya
açıklık insanlar için söz konusudur. Allah Teâlâ insanların gözlerden uzakta
gizlice yaptığı şeyleri bildiği gibi, kalblerinden geçen duygu ve düşünceleri
de bilir. Allah’a inanan, onun gönderdiği dini benimseyen bir kimse bütün
davranışlarını, hatta gönlünden geçen duyguları bile kontrol etmelidir.
Hadis-i
Şerifler
1) Mü’minlerin emîri Ebû Hafs Ömer ibni Hattâb
radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken
dinledim, dedi:
“Yapılan işler
niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır.
Kimin niyeti Allah’a ve Resûlü’ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek
sevap da Allah’a ve Resûlü’ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir
dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti
de hicret ettiği şeye göre değerlenir.”
Buhârî, Bed’ü’l-vahy 1, Îmân 41,
Nikâh 5, Menâkıbu’l-ensâr 45, İtk 6, Eymân 23, Hiyel 1; Müslim, İmâret 155.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Talâk 11; Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd 16; Nesâî, Tahâret 60;
Talâk 24, Eymân 19; İbni Mâce, Zühd 26
Hz. Ömer
(ra.)
Hz. Ömer (ra.),
Kureyş kabilesinin Benû Adî kolundan olup soyu Peygamber Efendimiz’in soyu ile
birleşir. Hadisimizin başında Nevevî’nin zikrettiği bu nesep zinciri şöyledir:
Ömer - Hattâb - Nüfeyl- Abdüluzzâ - Riyâh - Abdullah - Kurt - Rezâh - Adî -
Ka`b - Lüey - Gâlib
Hz. Ömer,
Resûl-i Ekrem’den 10 yaş kadar küçüktü. İslâmiyet ile şereflenmeden önce
müslümanlara pek eziyet ederdi. Nüfuzuyla, güç ve kuvvetiyle tanınmış bir yiğit
olduğu için, onun müslüman olması diğer müslümanları güçlendirdi. İslâm ile
şereflendiği gün Kâbe’ye giderek namaz kıldı. Diğer müslümanlar da ilk defa o
gün Kâbe’de namaz kıldılar.
Medine’ye
hicret edince, şehir merkezine bugün 3 km. uzaklıkta bulunan Kuba’ya yerleşti.
Gün aşırı Resûl-i Ekrem’i ziyaret ederek, bütün gün onun yanında kalırdı. Medine’de
Hz. Ebû Bekir’le birlikte Resûlullah’ın en büyük yardımcısı oldu. Onun
katıldığı bütün savaşlarda bulundu. Kızı Hafsa’yı onunla evlendirerek Hz.
Peygamber’in kayın pederi olma şerefini elde etti. Resûlullah (sav.)
Efendimiz’i o kadar derin bir muhabbetle severdi ki, onun vefat ettiğini
duyunca büyük bir şoka girdi. Kılıcını çekerek, Peygamber öldü diyenleri ikiye
biçeceğini söyledi.
Son derece
doğru ve isabetli düşünürdü. Henüz hakkında vahiy gelmeyen 15-20 önemli konuda
Hz. Peygamber’e başvurarak o hususlarda âyet indirmesi için Allah Teâlâ’ya dua
etmesini istedi. Bazan da o konulardaki kanaatini Hz. Peygamber’e arzetti. Hz.
Ömer’in açıklık getirilmesini istediği hususlarda âyetler nâzil oldu. Hakkında
âyet nâzil olan bu konulara, Ömer’in âyete uygun görüşleri anlamında
“Muvâfakât-i Ömer” denmiştir (Bu konuda geniş bilgi için bk. Tecrîd Tercemesi,
II, 349-353).
Hz. Ebû
Bekir’in vefâtından sonra İslâm’ın ikinci halifesi oldu. İran, Irak, Suriye,
Mısır topraklarını İslâm ülkesine kattı. Kudüs, Azerbaycan, Ermenistan,
Horasan, İskenderiye onun zamanında fethedildi. Basra, Kûfe, Musul gibi büyük
şehirleri kurdu. Eşsiz adalet anlayışıyla, dünya tarihinde benzeri görülmeyen
adalet örnekleri verdi. Yardıma muhtaç olan herkese maaş bağladı. Devlet
idâresinde önemli yenilikler yaptı. İdârî, adlî, mâlî ve askerî teşkilât kurdu.
İslâm’ın, Kur’ân-ı Kerîm’in ve İslâmî ilimlerin daha geniş muhitlere yayılması
için faaliyet gösterdi. İslâmiyet’i uzun yıllar boyu bizzat Resûlullah
Efendimiz’den öğrenmesi sebebiyle İslâm Hukuku’nun birçok meselesinde şahsî
görüşleri vardı.
Hz. Ömer sert
tabiatına rağmen pek mütevâzi bir insandı. Yamalı gömlek giyer, dul kadınların
evine sırtında su taşır, çıplak döşemede yatıp uyur, develeri kendi eliyle
kaşağılayıp temizlerdi. Halifeliği süresince geceleri sokak sokak dolaşır,
herkesin şikâyetini dinler, halkın dertlerine çözüm getirirdi. Çok güzel
konuşur, hikmetli sözler söylerdi. Mert ve doğru sözlü olanları sever, kendini
tenkid etseler bile onlara gücenmezdi. Halka hitap ettiği birgün, yanlış işler
yaparsa, kendisine nasıl davranacaklarını sormuştu. Cemaatten biri hemen
ayağa kalkarak:
- Seni
kılıcımızla doğrulturuz, demişti. Hz. Ömer adamın cesaretini denemek için:
- Benim
hakkımda böyle konuşmaya nasıl cüret ediyorsun? diye sormuş, o adamın gözünü
kırpmadan:
- Evet, bu
sözleri senin hakkında söylüyorum, demesine pek sevinmiş ve:
- Allah’a
şükürler olsun ki, yanlış yola sapacak olursam, halkımın içinde beni kılıcıyla
doğrultacak kimseler var, demişti.
Hz. Ömer
hicretin 24. yılında Zerdüşt bir köle tarafından şehid edildi ve Hz. Peygamber’in ayakları dibine gömüldü.
Allah ondan
razı olsun.
Açıklamalar
“Yapılan işler
niyetlere göre değerlenir” hadisi, insanın kazanacağı sevap ve günahlar ile
yakından ilgili ve son derece önemlidir. Ahmed İbni Hanbel, Ebû Dâvûd, Tirmizî,
Dârekutnî gibi büyük âlimler, bu hadisle, İslâmiyet’in üçte birini anlamanın
mümkün olduğunu söylemişlerdir. İmâm Şâfiî, bu hadisin yetmiş ayrı konuyla
ilgisi bulunduğunu, bu sebeple de onu din ilminin yarısı saymak gerektiğini
belirtmiştir. İmâm Buhârî ise, kitap yazanlara bir nasihatte bulunarak,
eserlerine bu hadisle başlamalarını tavsiye etmiştir.
Şimdi
niyetin ne olduğunu görelim:
Niyet; bir işi
Allah rızâsı için yapmayı kalbden geçirmektir.
İş; ya kalble,
ya dille veya diğer organlarla yapılır.
Kalbimizle
yaptığımız işler; niyet ve düşüncelerimizdir.
Dilimizle
yaptıklarımız; konuşmalarımızdır.
Organlarımızla
yaptığımız işler de; fiil ve davranışlarımızdır. Sözler ve davranışlar çoğu
zaman niyete bağlı olduğu için, iyi niyet bazan başlı başına bir ibadet olur.
"Ameller yâni yapılan işler niyete göre değer kazanır" sözü, çoğu
zaman organlarımızla yaptığımız işleri kapsar. Yoldaki bir taşı, insanlara
zarar vermesin düşüncesiyle ve sevap kazanmak ümidiyle kaldırıp atmak bir
ibadet sayılır. Birinin malını meşrû olmayan yollardan elde etmeye karar
vermişken, Allah korkusuyla bu düşünceden vazgeçmek de aynı şekilde sevap
kazanmaya vesile olur.
Kalbden geçen
düşünceler, iyi niyete dayandığı zaman Allah katında değer kazanır. Bu esnada
kalbin uyanık ve şuurlu olması gerekir.
Dil bir şeye
niyet ederken kalb bu düşünceye katılmazsa, niyet makbul olmaz. 7. hadîs-i
şerîfte görüleceği üzere Allah Teâlâ bizim şeklimize, kalıbımıza değil,
kalblerimize bakar, niyetlerimize değer verir.
Abdullah İbni
Ömer’in âlim ve zâhid oğlu Medine’nin yedi fakihinden biri olan Sâlim, halife
Ömer İbni Abdülazîz’e yazdığı mektupta şöyle demişti: “Şunu iyi bil ki,
Allah Teâlâ’nın kuluna yardımı, kulun niyeti kadardır. Kimin niyeti tam olursa,
Allah’ın ona yardımı da tam olur. Niyeti ne kadar azalırsa, Allah’ın yardımı da
o kadar azalır.”
Herkesin
yaptığı işin karşılığını niyetine göre alması şu gerçeği vurguluyor: Yapılan
bir ibadet ve herkesin takdirini kazanan bir hizmet görünüş bakımından kusursuz
olabilir; ancak o ibadet ve güzel hizmetin samimi bir niyetle ve sadece
Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla yapılması şarttır.
İnsanların takdir ve
teveccühünü kazanmak veya hem Allah rızasını hem de insanların takdirini
kazanmak düşüncesiyle yapılan ibadet ve hizmetlerin Allah katında hiçbir
kıymeti yoktur. Yapılan işleri Allah katında değerli kılan bizim ihlâs ve
samimiyetimiz, yani o işleri sadece Allah rızası için yapmış olmamızdır. Meselâ
insanlar beni görsün ve takdir etsin diye namaz kılmak, zekât vermek şirk
derecesinde büyük bir günahtır.
Fakat gösterişi aklından geçirmeyen bir
mü’minin, başkalarını o ibadeti yapmaya teşvik etmek niyetiyle herkesin
göreceği bir yerde namaz kılıp, zekât vermesi faziletli bir davranıştır. Böyle
bir mü’min hem görevini yapmış hem de iyi niyetinden dolayı ayrıca sevap
kazanmış olur.
İyi niyete
dayanmayan, sadece gösteriş için yapılan ibadetlerin ve güzel davranışların
Allah katında hiçbir değeri bulunmadığını Peygamber Efendimiz ibretli bir
misâlle ortaya koymuştur. Bu hadîs-i şerîfe göre kıyamet gününde ilk defa bir
şehid hakkında hüküm verilecek. Allah Teâlâ ona ne yaptığını sorduğunda:
— Senin uğrunda
çarpıştım, şehid edildim, diyecek. Fakat Cenâb-ı Hak ona:
— Yalan
söyledin. Sana cesur adam desinler diye çarpıştın, buyuracak ve o adam yüz üstü
sürüklenerek cehenneme atılacak.
Daha sonra ilim
öğrenip öğreten ve Kur’an okuyan bir kimse getirilecek. Ona da ne yaptığı
sorulacak.
— İlmi öğrendim
ve öğrettim. Senin rızânı kazanmak için Kur’an okudum, diyecek. Allah Teâlâ
ona:
— Yalan
söyledin. İlmi, sana âlim desinler diye öğrendin. Kur’an’ı ise, güzel okuyor
desinler diye okudun. Nitekim öyle de denildi, buyuracak. O adam da yüz üstü
sürüklenerek cehenneme atılacak.
Hadîs-i şerîfin
devamında zengin bir kimsenin huzura getirileceği, onun da malını Allah rızası
için harcadığını söyleyeceği, ona, “cömert adam” desinler diye malını
sarfettiği söyleneceği ve diğerleri gibi onun da cehenneme atılacağı
belirtilmektedir (Müslim, İmâre 152).
Bu niyet
hadisinden şöyle bir sonuç da çıkmaktadır:
Aslında ibadet
olmayan bazı işler, iyi niyetle yapıldığı takdirde ibadete dönüşebilir. Meselâ
yemek yiyen kimse, bu gıdalardan elde edeceği kuvvetle ibadet edeceğini
düşünürse, yemek yerken bile sevap kazanmış olur. Normal ticaretini yapan
kimse, işini en iyi şekilde yaparak insanlara hizmet etmeyi, onları aldatmamayı
düşünürse, hem para hem de sevap kazanabilir.
Hadîs-i
şerîfimizde “Kimin niyeti Allah’a ve Resûlü’ne varmak, onlara hicret etmekse,
eline geçecek sevap da Allah’a ve Resûlü’ne hicret sevabıdır” buyuruluyor.
Hicret, bir şeyi terketmek demektir. Allah Teâlâ’nın yasak ettiği şeyleri
terkedip yapmamak da genel mânâda hicret sayılmaktadır. Bu sebeple Peygamber
Efendimiz:
“Muhâcir,
Allah’ın yasakladığı şeyleri bırakan kimsedir” buyurur (bk. 1569 nolu hadis). Hadiste
sözü edilen hicretten maksat, kâfirlerin elinde bulunan vatanı bırakıp İslâm
yurduna göçmek demektir. Hz. Peygamber ile ashâbı, Mekke’den Medine’ye bu
maksatla göçmüşlerdir. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in söylemek
istediği şudur:
Bir adam hicret
ederken dünyevî bir çıkar düşünmemiş, sadece Allah’ın rızasını kazanmayı ve
Resûlullah’ı hoşnut etmeyi hedef almışsa, hicreti makbûl olmuştur; Allah ve
Resûlü’ne hicret etme sevabını elde etmiştir. Kim de hicret ediyor görünse bile,
aslında bir dünyalık elde etme veya bir kadınla evlenme arzusuyla yola
çıkmışsa, onun hicreti makbul sayılmaz ve hiçbir sevap kazanamaz. Bu gerçeği
Allah Teâlâ şöyle belirtmiştir: “Kim âhiret kazancını istiyorsa, onun
kazancını çoğaltırız. Dünya kazancını isteyene de dünyalık veririz; ama onun
âhirette bir nasibi olmaz” [Şûrâ sûresi (42), 20].
Bu hadîs-i
şerîfin söylenmesine şöyle bir olayın sebep olduğu anlatılır:
Sahâbîlerden
biri, Ümmü Kays adlı bir hanımla evlenmek ister. Fakat o günlerde Ümmü Kays
Medine’ye hicret etmeyi düşünmektedir. Kendisiyle evlenmek isteyen sahâbîye,
niyeti ciddî ise Medine’ye hicret etmeyi ve orada evlenmeyi teklif eder.
Mekke’deki kurulu düzenini terketmeyi henüz düşünmeyen o sahâbî Ümmü Kays’la
evlenmek arzusuyla Medine’ye hicret etmek zorunda kalır. Bu durumu bilen
sahâbîler, Ümmü Kays’ın muhâciri anlamında “Muhâciru Ümmü Kays” diye
takıldıkları o zâtın, hicret sevabı kazanıp kazanmadığını tartışmaya başlarlar.
İşte o zaman Peygamber Efendimiz, bu hadîs-i şerîfle meseleye açıklık getirerek
herkesin niyetine göre sevap kazanacağını belirtir.
Hadisten
Öğrendiklerimiz:
1. Yapılan işlerden sevap kazanabilmek için o işlere iyi
niyetle başlamak gerekir.
2. Niyetin kalben yapılması önemli olduğu için, bunu
ayrıca dille söylemek şart değildir.
3. Allah rızası gözetilmeden yapılan işlerden sevap
kazanılamaz.
4. İnsan göründüğü gibi olmalı, dünyevî bir çıkar için
dini kullanmamalıdır.
5. İhlâs, niyet sağlamlığı demektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder