Murat Yülek |
Yurda
2004 yılında döndüğümde Türkiye’de bir ‘kafe’ furyası olduğunu fark
ettim. Dikkat edin ‘kahve’ ya da kahvehane değil ‘kafe’. Finans camiası
başta olmak üzere iş kesimi, yurtdışındaki meslektaşları gibi
toplantılarını ‘kafelerde’ yapıyorlardı.
Bu arada, özellikle İstanbul’da kafelere gidenlerin büyük kısmının ismini bile doğru telaffuz edemediği yabancı kaynaklı zincirlerdi.
Bu arada, özellikle İstanbul’da kafelere gidenlerin büyük kısmının ismini bile doğru telaffuz edemediği yabancı kaynaklı zincirlerdi.
Bu girişten sonra; kahve, Türkler ve Amerikalılar arasında ne ilişki mi var? Kültürel zenginliklerimizle birlikte yitirdiğimiz müteşebbisliğimizi bu ilişkide görebiliriz. Üzerinde oturduğumuz, ama kalkmamak üzere oturduğumuz, dünyanın belki de en zengin kültürel hazinesini nasıl dünyaya katkıya ve kişisel zenginliğe çevir(e)mediğimizin bir örneğini size bu üçlü rahatça anlatır.
Yemen’de yetişir - İstanbul’da yapılır - Dünyada içilir
İşte size hafif benim tarafımdan senaryolaştırılmış bir tarihçe. Yüzyıllar önce dağlık Yemen’de bir keçi çobanı, yorgun keçilerinin, bir ağacın yere düşen çekirdek şeklindeki meyvelerini yedikçe canlandığını fark eder. Bu çekirdeklerle yaptığı denemelerden sonra kahve içeceğinin ilk türünü geliştirir. Kahve zamanla o bölgede geceleri ayakta kalıp ibadet etmek isteyen mutasavvıfların ve geceleri çalışmak isteyen alimlerin popüler içeceği olur.
16. yüzyılın başında, Osmanlı İmparatorluğu’nun Yemen Valisi Özdemir Paşa, bu çekirdekleri diğer hediyelerinin yanında Sultan’a gönderir. Bundan sonra İstanbul’daki Türkler kısa sürede iki ‘inovasyona’ imza atarlar. Birincisi, bu kahveler, sonradan Türk kahvesi adı verilen tarzda yapılmaya başlanır. Arap kahvesi uzun süre kaynatılır ve şekersiz olarak sunulurken Türk kahvesi, özel bir kurutmadan geçtikten sonra çok ince çekilmekte, cezve denilen aletle daha kısa sürede pişirilmekte ve fincan denilen, o yıllarda Avrupa’da sanat eseri sayılabilecek özel bardaklarda sunulmaktadır. Kahvenin yanında su verilmesi, kahve fincanının kenarının inceliği İstanbul’da oluşan ritüellerdendir.
İkinci yenilik ise daha önemlidir. Gelişmiş İstanbul zevki, özel bardaklarda sunulan ve yavaş yavaş içilen bu sıcak içecek etrafında bir ‘sosyalizasyon’ kültürü oluşturmuştur. Yozlaşmadan önce, kahvehanelerde ve sonradan kıraathanelerde kahve içilirken okumalar ve tartışmalar yapılmakta, sohbetler dinlenmektedir. Dünyanın muhtemelen ilk stand up’çıları olan meddahlar bu kıraathanelerde daha çok tarihi hikayeleri tek başlarına bir ‘şov’ havasında canlandırmakta, müdavimleri hem eğlendirmekte hem eğitmekte hem de düşündürmektedir.
İşte bunlar sonradan Avrupa’ya yayılan kahve kültürü ve onun mucidi olan atalarımızın dehasının ve yenilikçiliğinin bir örneğidir. Şimdi 21. yüzyılda Amerikan dehasına geçelim.
Kahve, muteber rivayete göre, Avrupa’ya doğusundan, 2. Viyana Kuşatması eliyle yayılır. Geri çekilen Osmanlı askerlerinden kalan eşyaları yağmalayan Avusturya askerleri, ne olduğunu anlayamadıkları kahve çuvallarını da bulurlar. Osmanlı kültürünü tanıyanlar eliyle bu çuvallar sermaye yapılarak ilk kafeler kısa zamanda açılır Avusturya’da. Türk kahvesi bugün hâlâ Sacher’in menüsünde aynı isimle sunulmaktadır. Yanında bir bardak su da eksik olmaz tabii.
Rivayetlere göre bir taraftan İngiltere’ye de atlayan kahvehaneler kısa sürede Avrupa’da yayılır ve Fransa, İtalya gibi ülkelerde büyük kabul görür. Osmanlı bunun farkında mıdır bilinmez.
Gelelim Amerikan dehasına. Aradan birkaç yüzyıl geçer. Amerika’nın doğu kıyısında Seattle’da kahve hayranı birkaç ‘entelektüel’, kahve çekirdeklerini sattıkları Starbucks isimli küçücük bir dükkan açarlar. Daha sonra birkaç dükkana çıkar zincir. Tesadüfen Starbucks’ın sahipleriyle tanışan Schultz, İtalya’da tanıdığı kahvehane kültürünü Starbucks aracılığıyla uygulamak ister. Sahipleri Starbucks’ın bir içecek zinciri olmasını istemezler ve sonunda Starbucks’ı Schultz’a satarlar.
Amerikan girişimcilik dehası burada devreye girer. Kahveyi daha çok iş hayatında ayakta kalma aracı olarak bilen Amerika’da İtalyan kahve kültüründen esinlenir ama kendi nosyonlarını da ekleyerek dünyanın en büyük yiyecek-içecek zinciri haline getirir; sonradan biraz azalsa da 2000’lerin ortalarında dünyada toplam 16 bin civarında dükkanı olur Starbucks’ın. Starbucks, devşirme unsurların Amerikanlaştırılarak devleştiği bir işletme haline gelir. İşte Amerikan dehası ve girişimciliği.
Ve Türkiye...
2004’te döndüğümde Türkiye’de karşılaştığım manzara girişimcilik açısından üzücüydü. Son 200 yüzyılda yaşadığımız, Batı’dan ithal ettiğimiz her şeye olan hayranlığımız bu kez Starbucks ve benzerlerine yönelirken, girişimciliğimiz özü bize ait olan bir değeri bugüne uygun olarak yeniden geliştirmeye yetmemişti.
Girişimcimiz, bu alandaki girişimciliğini Anado-lu’nun ortasındaki bir kasabada açtığı ‘kafeye’ ‘George Coffee’ adını vererek gösterebiliyor. Bir iki büyük yerli zincirde bize ait olan kahve ve kahvehane kültürümüzün esamesinin okunmadığı görülüyor. Duyduğuma göre bunlardan birisi ‘Latin Amerika’ kahve kültürünü temel alıyormuş. Menüsünün ücra bir köşesinde de olsa Türk kahvesini eklemeyi unutmamış neyse ki. Tabii Türkiye’nin kendi kültürüne bigane kalıp, Latin Amerika bazlı bir kahvehane konseptini hangi altyapıyla kurabileceği bilinmez.
Sözün özü şudur: Girişimciliğimiz yetersiz, kendi zenginliğimizin ve bunun nasıl kültür bazlı ticari bir değere çevrilebileceğinin farkında değiliz. Böyle olursa, acı ama dünyada ve dünya ekonomisinde var olduk dememiz zor.
Kurtuba Kitap ve Kahve
Bu üzücü durum, Doç. Dr. Ulvi Saran dostumuz ile birlikte düşünmeye sevk etmişti. Ortaya birkaç sene evvel Ankara’daki Kurtuba Kitap ve Kahve çıktı.
Bugün Kamu Araştırmaları Vakfı tarafından işletilen bu modern kıraathanede öğrenciler, yazarlar, entelektüel hassasiyeti olan bürokrat ve işadamları okuyor, tartışıyor, yazıyor ve çok sayıda değişik Türk kahvesini ( Kurtuba’da bir ara 11 ayrı çeşit Türk kahvesi sunuluyordu ) diğer dünya kahveleriyle birlikte yudumluyor.
Kurtuba’nın bir kardeşi de Boşnak girişimciler tarafından Saraybosna’da Cordoba adıyla işletiliyor.
Anadolu’nun her tarafında Kurtuba misali girişimcilik örneklerinin açılmasını ve bunların dünyaya yayılarak, ‘varız’ diyelim.
Tabii kastım sadece kahvehaneler değil, yazılımdan makineye, markalaşmış ticari ürünlerden edebiyat ürünlerine kadar uzuyor.
http://www.zaman.com.tr/murat-yulek/girisimcilik-kahve-turkler-ve-amerikalilar_2080884.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder