25 Nisan 2013
Fotoğrafta gördüğümüz nehrin adı, bir kıyıdan bakınca Arpaçay,
ötekinden Akhurian.
Üzerindeki köprü ise 100 yıllık acının özeti… Ve iki
ayağını kavuşturmak için tamir etmemizi bekliyor.
1914 yılında, Osmanlı arşivlerine göre, bugünkü Türkiye sınırları dâhilinde 2.200 kilise ve 300 manastır vardı, bugün, yok. O binaların sahipleri de. Bu yüzden işte, Diyarbakırlı Udi Yervant Bostancı “Döneceğim” dediği zaman heyecanlanıyoruz.
Geçiş Döneminde Adalet İçin Uluslararası Merkez - International Center for Transitional Justice (ICTJ), BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme’nin 1915 olaylarına ilişkin uygulanması ile ilgili olarak, “Herhangi bir kişi veya devlet aleyhine hiçbir yasal veya mali talep ya da toprak talebi yapılamaz.” diyor. Bu açıklama, Türkiye Cumhuriyeti devleti kuruluşundan sonra yapılmış Dersim Katliamı’nı bile kabul eden hükümet bakımından oldukça rahatlatıcı olmalı.
Aynı raporun devamında ICTJ “Olayların bütünü göz önünde bulundurulduğunda Sözleşmede tanımlandığı şekliyle soykırım suçunun tüm unsurlarını içinde barındırdığı söylenebilir ve hukuk uzmanlarının yanı sıra tarihçiler, siyasetçiler, gazeteciler ve diğerlerinin bu şekilde tanımlamayı sürdürmelerinde yeterli dayanak mevcuttur.” demişti. Yani uluslararası hukuku bir yana bıraksak bile konuşulması gereken bir şeyler olduğunu söylemek istemişti.
İşte bu yüzden 1915’i tarihçilere bırakmayalım; tarihi bir kenara bırakalım. Aslında 1915’ten beri akan acıyı sona erdirmek için yapılması gerekenler ise hiç de öyle karmaşık değil. Tepkisel bir siyaset geliştirerek korkularımızın egemen olduğu bir dilin belirleyici olmasından vazgeçerek ümitleri besleyebileceğiz. Doğduğu topraklara dönmek isteyenlerin dönmesi için “Gel” çağrısını yapmak, “burası senin de, hadi gel” demek ilk adım. Ve bugün bu adım atılıyor belli belirsiz…
Hrant Dink yıllar evvel yazmıştı, “Türkiye’nin bugün önündeki problem ne inkâr ne de ikrar sorunudur. Türkiye’nin temel sorunu idraktir.” Acının idraki ile geçebileceğiz bu sınırı. Önce acıyı idrak edeceğiz. Evlerinden gönderilenlerin acısını görüp anlayarak…
Ve acıyı sorumluluğuyla birlikte paylaşarak. İyileşmenizin ve iyileştirmemizin, yani normalleşebilmemizin yolu diplomatik zaferlerden geçmiyor. Her 24 Nisan arifesinde çeşitli ülke meclislerinde gündeme gelen “soykırım yasa tasarıları”nı engellemek de gerçek zafer değil. Kültür Bakanı Ömer Çelik, “Şu ya da bu şekilde Türkiye’yi terk etmiş herkes evine, yurduna dönebilmeli” dediğinde yaklaşabiliyoruz normale. Arasından ışık sızan kapı tam da orası…
Udi Yervant, “İnsanlar doğduğu yerlerde ölmeli” diye eklemişti “Döneceğim” dedikten sonra. Sahiden; 1915’te bu topraklarda kimin yaşayacağına, nasıl yaşayacağına ve nerede öleceğine muktedir olanların iktidarını sona erdirmenin vakti sizce de gelmedi mi?
Binlerce kilisesi, okulu, evi, hastanesi artık orada durmuyor olsa bile, “Ahtamar’a gel” demek mümkün hâlâ. Kars’a gelip Ani’yi görmek, Van’a gelip Ahtamar Kilisesi’nde iki kelime dua etmek, gelene de çağırana da iyi gelecek.
Fotoğraf tüm durumumuzu özetliyor. Akhurian’ın üzerinden yürüyemiyoruz. Çünkü Ani’nin iki tarafını bağlayan köprü yıkıldı. Eğer 1915’te ölenleri gömersek; evinden uzaklarda yaşattıklarımızı evlerine davet edersek, Akhurian/Arpaçay’ın üzerinden yürüyerek geçebileceğiz.
Çünkü köprünün ayakları yine de dimdik ayakta hala...
Avukat, İstanbul Barosu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder