20 Nisan 2013
Büyükler böyledir işte. İlle kendilerine benzetirler yavrularını.
Düğün
dernek mi var, darısı bizimkilere deyip, prova yaptırırlar kızlarına.
Büyük gelinle yetinmeyip, bir de yanında minyatürünü isterler.
Çocukları
oyuncaklarıdır çünkü.
Kürşat
Bayhan’ın Kars’ın Kenarbel köyünde çektiği bu fotoğrafa “babalarının
kendileri için İstanbul’dan gönderdiği gelinliklerle düğüne gitmeye
hazırlanan kız kardeşler” notu düşülmüş.Kızlar gündelik giysileri üzerine geçirmişler gelinlikleri. Üşütmesinler diye anneleri öyle uygun gördü herhalde, bak sonra duvağınızı takmam diye de korkutmuştur kesin.
Kızlar hediyelerine bayılmış, bir an önce beyaza kesmek istemişler belli ki. Koskoca İstanbul’dan alınmış, kimbilir kaç paralar sayılmış. Belleklerindeki küçük sözlüğü açsak göreceğiz, gelinlik demek mutluluk demek. Aksi olsa babaları göndermez, anneleri giydirmez, onlara her bakan yakında sahicisini de giyeceklerini düşünmezdi.
Büyükler böyledir işte. İlle kendilerine benzetirler yavrularını. Düğün dernek mi var, darısı bizimkilere deyip, prova yaptırırlar kızlarına. Büyük gelinle yetinmeyip, bir de yanında minyatürünü isterler.
Çocukları oyuncaklarıdır çünkü. Vaktiyle oyuna doyamadıklarından, şimdi arayı böyle kapatırlar. Bilmezler onları nasıl yaraladıklarını, tanımazlar kendi yaralarını.
Bu kız kardeşler, bir yol ağzında durup kameraya böyle tatlı gülümserken akılları evde kalan duvaklarında mıdır? Rüzgar tülden eteklerini uçururken uygun bir eş var mıdır hayallerinde?
Gelin olmanın öteki yüzünü biliyorlar mıdır? Olgunlaşmaları beklenmeden kocaya verilmek istendiklerinde, bu provanın hayrını görecekler midir?
Kendileri aşka düşüp de sevdiklerine verilmediklerinde, kaçıp bir an önce gelinliğin hatırına, sonra ateşlerde yanacaklar mıdır; arkalarından kovalanıp canları alınacaklar mıdır?
Kızlar, canım kızlar, gülüm kızlar. Ananız ne söyledi size evlilik hakkında? Vakti gelince siz ne anlatacaksınız çocuklarınıza?
Bunların hepsi kitapta yazılı. Ama kitabı gören var mı?
MARTILARI VURMAYIN
Ne zaman bir kovboy şapkası görsem ve panço giymiş bir adam, Clint Eastwood gelir aklıma, hele de silahı varsa.
İyi Kötü Çirkin’in Blondie’si. O şahane filmin, adını bağışlamayan “Sarışın” lakaplı iyisi. Çok gençtim; iyiliği, kötülüğü ve çirkinliği yekpare ve som kendisi sanırdım.
Film aslında güce bağlı olarak hayatın bu üç renginin nasıl birbirlerine dönüştüğünü gösteriyordu da ben anlamamıştım. Şimdi martıları vurmaya çalışan bu çocuğa bakarken, her birinin diğerlerini de kapsadığını bile bile, onları ayrıştırıyorum:
İYİ:Çünkü çocuk dünyayı fethedeceğine inanıyor. Aksi takdirde büyümeye değmezdi. Tabağında kırıntı bırakmaması bu yüzden. Güçlenecek ki vakti geldiğinde kötülerin silahını susturacak elindeki silahla. Kimsesizlerin kimsesi, çaresizlerin çaresi olacak. İmkansızı başaracak özetle. Herkes gibi onun da ihtiyacı var bu vehime.
KÖTÜ:Çünkü öldüre öldüre bitecek sanıyor kötüler. İyileri korumak için evet bazen silah gerekiyor da, onu tutan temiz elin namluyu iyilere de çevirebileceğini bilmiyor henüz. Halbuki martılara nişan alması vahim bir işaretti. Çocuk deyip geçtiler, kuşlar masumdur demediler. Güç sahibi olmanın tehlikelerini anlatmadılar.
ÇİRKİN: Çünkü büyükler tutuşturuyor o silahı çocuğun eline. Kendileri için talep ediyorlar gücü, yeterince muktedir olamadıklarından. Öfkelerini oyuncaklara saklıyorlar. İktidarın hasını, benliklerini altedince kazanacaklar da, off uzun hikaye. Hayat kısa, kim uğraşacak bu yolla! Hem çocuğun eline kalem verseler ne olur? Büyüdüğünde nefsin hokkasına banar banar yazar artık. Ha kan ha mürekkep...
23 NİSAN GELİYOR
Ali Ünal, Ankara’nın Kızılcahamam ilçesindeki odun kömürü üreten işletmelerde çalışan ailelerin çocuklarını fotoğraflamıştı iki yıl önce ve büyük ödül kazanmıştı.
Hepsi birbirinden etkileyici o kareler beni hâlâ canevimden vuruyor. Ara sıra gazetenin arşivine girip onlara bakıyorum.
Sadece yaptıklarımızın değil, yapmadıklarımızın da hesabını vereceğimizi hatırlıyorum acıyla. Çocukların ciğerindeki her bir kömür tozu için yargılanacağımızı...
Benim sorumluluğum değildi diyebilecek miyiz? Ellerimizin suçu olmayabilir peki ya gözlerimizin? Tanıklığımızın bir bedeli olmayacak mı?
Ağır işlerde çalıştırılanlar, maddi manevi taciz edilenler, sevgiden ve ilgiden nasipsizler... Çocuklara karşı işlenen suçlar için bağışlanma talep edemeyiz. Vatanımızı çocuk cenneti yapamadık, güya Müslüman’ız!
Üç gün sonra 23 Nisan. Hüzün doluyor insan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder