Tercümesinden o çıkmıyor ki. “Esirgeyen” Türkçede konuşurken kullandığımız bir kelime değil; bir orada kullanılıyor. “Bağışlamak” da pek berrak değil. Bir izah ihtiyacı duymalı insan. Rahman ve Rahim, Osmanlıca sözlüklerde var.
“Allahuekber” deniyor. “Ekber” ne demek? “Tesbih” diyoruz. “Tesbih” ne demek? “Akılbaliğ” olmak çok kullanılırdı. Biraz merakla öğrenilir. Farz, vacip, sünnet anlatılırken “ef’âl-i mükellefîn” denilirdi.
Bunun ne demek olduğunu öğrenmezsem ben çatlardım. Okulda “bâis-i şekvâ”yı Namık Kemal bahsinde öğreniyoruz ya! Ef’âl-i mükellefîn’e şimdi ne deniyor, bilmiyorum.
“Yükümlülerin eylemleri” mi? İnsan bunu öğrenirken, fiil’i, ef’âl’i, mükellef’i, mükellefîn’i öğrenir. Zor değil ki. Biraz gayret yeter.
Kamil’i, Kemal’i, isim olarak kullanıyoruz. Tekamül’e yabancılık hissetmememiz lazım. Biraz ilgi yeter. Bu eğlenceli bir ilgidir de. Bunun ardından, “mütekamil, mükemmel, tekemmül...” yavaş yavaş gelir. Tevekkül’ü bilen, mütevekkil’i yadırgamaz, hemen algılar.
Sadece Fatîha’nın mealini düşünsen, bir sürü kelime öğrenirsin, azıcık zahmete katlanırsan, “sırat-ı müstakîm” Türkçe gibi olur. “İstikamet” onunla beraber gelir. Ben birçok kelimeyi çocukken, bulmaca çözme zevkiyle öğrendim.
Şimdi bazı kelimeleri hatırlamaya çalışacağım:
“Mükâfat-mücazat, teşekkül-müteşekkil, hüccet-senet-delil-karîne, kerim-mükerrem, nizam-intizam-muntazam, vasıl, sadık, takva-muttaki, mübarek-teberrüken, tadil-i erkân, temkin, ruhsat-azimet, kanaat-kanaatkâr, tama-hasis, resul-nebi, sahabe-sahabî, mazbut-mütedeyyin, hayır-şer, gayretullaha dokunmak, nail olmak, mazhar olmak, layık-liyakat, salih- amel-i salih, fesat-fâsit-müfsid, edâ, medyun, vâris, miras-murîs-tevarüs, ifrat-tefrit-müfrit, katî-zannî, umumi-hususi, isabet-musibet, teenni-itidal, hüsn-ü zan- su-i zan, şefkat-muhabbet-hassasiyet-rikkat, intisap-müntesip, ihlas-ihsan, edep-âdap, hal-ahval, kül-cüz, feyiz, zarf-mazruf, suret-siret, hüküm-ahkâm, tebliğ-beyan, irşad-mürşid, muvazzah-mufassal, metanet-salabet, tavzih-tasrih-şerh, kıraat-tilavet, mütalaa-mülahaza, vareste-münezzeh-muarra, neş’e-neşve-sürûr, latife-letaif, hidayet-delalet, hüsniniyet-suiniyet, hitap-muhatap, mahdum-kerime-refika-zevc-zevce, tezekkür-tefekkür-teemmül, feraset-basiret, ikamet-mukîm, cemile-cemilekâr, istihza-müstehzi-nükte-latife, tezat-tenakuz-tearuz, hakîm-hakîmane, bedihi-bedahet, basiret-feraset-kıyaset, vazıh-muvazzah, dahil-tedahül, maktu-münkati-merfu-mürsel, cehil-tecahül-tecahülü arifane, aşina-muarefe, sarih-tasrih, şûra-istişare-meşveret, tahayyül-muhayyile, inşirah, inkişaf, fert-münferit, bilhassa- bahusus-hassaten-hususiyle, bu böyle gider...
Bir Muhsine Teyze’miz vardı, ben küçükken ona Kur’an öğrenmeye giderdim. Bu kelimelerin hepsini de benzerlerini de bilirdi. Oysa bir okul bitirmişliği yoktu.
Esasen vaaz dinleyen cami cemaati de bunları bilirdi. Benim, dinî sohbetleri sırasında babamdan öğrendiğim kelimelerin ise haddi hesabı yoktur.
Sohbetlerdeki bazı kelimeler ne kadar sirayet ediyor diye düşünmekten de kendimi alamıyorum. Bir mana engeli belirince hemen onu aşacak özel kelimeleri suhuletle kullanıp duraksamadan devam ediyor.
Bir ince izah yoluna girip de o kelimeleri bilmeyen yarı yolda kalır. Heyecanımız kullanılan kelimelere dikkat etme duyarlılığımızı unutturmamalı. Basit manayı sade anlatacaklar çoktur, ince manayı anlatmaya talip olanlar ise kelimelerin kullanılışına özen göstermeli.
a.selim@zaman.com.tr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder