ŞERIFE GÜLPINAR*
Bir inanç sistemi ve yaşam rehberi sunan din ve öğretiler, insanı
yüceltmeyi odağa alan bir dünya tasavvuru ortaya koymaktadırlar.
Ferdî
olgunluk ve bütünlüğün erdemli bir toplumun en önemli bileşenlerinden
olduğu vurgusu, diğer koşullarla birlikte kutsal mesajların toplumsal
düzenin korunması bakımından ilkesel bir tavrı olduğunu göstermektedir.
Bu bilgi/inanç eksenli kavrayış hem toplumsal durumun yarattığı hem de insanın kendi içindeki zenginliğini anlamlandıracak ilkesel ve sabit bir zemine kaynaklık eder. İnsanı ‘eşref-i mahlukat', ‘Allah'ın halifesi' nitelendirmeleri ekseninde bir değerle donatan İslam açısından insan ile içine doğduğu ve kendini saran en dar çevreden en geniş toplumsal daireye kadar tüm varlık arasında ‘iyiliği emr, kötülükten nehy' temelinde bir bağlılık söz konusudur.
İnsan ile toplum; insan ile evren birbirinden kopuk yaşam hücreleri olarak kabul edilmemektedir. Böyle bir perspektifle çok zorlanmadan insana saygı insanlığa saygıyla, insan onuru insanlık onuruyla bütünleşme/özdeşleşme olanağı bulmaktadır.
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın düzenlediği Kutlu Doğum Haftası'nın ‘Hz. Peygamber ve İnsan Onuru' başlıklı etkinlik teması kayda değer bir insanî sorun üzerinde yeniden düşünmek için bir fırsat sunmakta.
Haftanın açılış programında, insanın doğal olarak ya da sonradan içinde gezdiği ve kendi hikâyesini yaşadığı süreçleri ikincil öneme düşüren ‘insan olmaklığın', insan için en temel değer olduğu fikri işleniyordu.
Hz. Peygamber odaklı ‘onur' teması İlahî muradın insanî olanla kesişebileceğini göstermesi bakımından önemli bir tercih.
Aslında kavram Batı doğumlu ve o dünyanın ‘dünya görüşü' göz ardı edilerek benzer sözcüklerle eşleştirmek çok kolay değil. Diğer yandan son zamanlarda özellikle İslam dünyasının yaşadığı dramlar karşısında atılacak çığlığın Batılı muhataplarında daha anlamlı akisler yaratacak olma ihtimali de vardır.
Sadece son yüzyılın acıları ve tüm bunların bedelini yaşamıyla, yerinden yurdundan edilmeyle ödeyen, en nihayet bazen tarih bile olmayacak acıtıcı hikâyelerini toprağın örttüğü insanların hatıraları henüz dimağlarımızı zorlayacak kadar eskide kalmadı.
Yok saymanın zor olduğu cürümlerin günahını devletlere veya iktidarlara yükleyerek telafi uğraşına girmek nispeten daha kolay. Ve yapay da olsa vicdanî bir sükun getirebiliyor.
Böylesi soyut ve sahipsiz bir gerçeklikten insana düşen kısmını çıkarabilmek ise oldukça zor. Hele bir de fayda-işlevsellik ekseni, insan hayatında değer alanlarına kadar önemli bir ölçü olarak tutunmaya çalışırken, “karşılıksız ve adeta ‘öylesine' yüklenme hevesini ilham edecek kaynak neresidir?” sorusu daha çok anlam kazanıyor.
‘Onur'dan yola çıkılarak kurulacak insanî tabloyu daha ‘içeriden' membalardan besleyip derinleştirmek mümkün. Örneğin çoğu zaman ‘edep', ‘haya', anlamlarında da kullanılan iffet'in geleneksel ahlak dünyasında bu kadarla kalmayan bir derinliği var.
Kavram, İslam ahlakçılarının kemal yolundaki insanın nefsini tanıma ve melekelerini keşf etme yolculuğundaki işaretlerden birisi olarak takip ettikleri bir arınma katmanına tekabül etmektedir.
Adalet, şecaat ve hikmet; iffetle birlikte olgunluğa erebilmesi için kişinin adanması gereken en temel vasıflardır. Anılan özellikleriyle erdem insanın içkin tecrübeleri kadar ‘dışarıdaki' daha çetrefil engeller karşısında takınacağı insanî/ahlakî bir tavrın alametleri olarak okunabilir.
Batılı dünyanın bireyci yaklaşımlarının yön verdiği bir evren anlayışıyla Müslüman geleneğinin onura dair birikimini aynı bağlamda bir güncelliğe taşımanın güçlüğü ortadadır.
Dinî bir nitelendirme olarak; insanın müdahaleci bir tanımlamaya izin vermeyen varlık ve kimlik beyanlarını kendi bilgi-değer ölçüsünce saygın bulan, yanı sıra kişiyi ve onun çıplak varlığını başlı başına ham bir değer olarak dikkate alan kavram, her şeyden önce insanın bütünselliğine gönderme yapmaktadır.
Varlığının fiziksel bakımdan olduğu gibi duygusal, manevi parçalanmaya karşı da emniyete alınmasının önemi, insanın çevreyle ilişkisinde de benzer bir tutarlılık talebini beraberinde getirmektedir.
Nebevi perspektif 'insan için kendi yaptığından başkasının olmaması' düsturu ile kişiyi bilinçli eylemlerinin sorumlusu yaparken, tercihe dayalı olarak faaliyet göstermediği sahayı 'amel' dışı saymamaktadır.
Kişi başına düşmesi umulan uhrevî lütuflar, sayısız seçenekler içinde talep edilen- terk edilen dengesinin ancak en zayıf bir miyarı mertebesinde değer bulmaktadır.
İlahi hitabın muhatapları, gönüllü katkılarla bereketlendirilmemiş asgari ölçülere itibar ederek yalnızca görev ifa etmiş olmaktan dolayı haklı olarak yerinirler.
Bu türden bir fazladan vermenin modern literatür içinde en fazla ‘hediye' diye adlandırıldığını ve bunun bile karşılıklılık imalarıyla dolu olduğunu hatırlamak yeterlidir.
Tüm bunlar vahyi işaretlerin ideal görüntüleri sayılmakla birlikte Müslümanların gündelik gerçekliğine aynı kıvam ve netlikle, hatta istenen ölçülerde yansımış olduğu söylenemez.
Zira öncelikle Müslüman âleminin kendi referanslarıyla sahih irtibatı ve Batı dünyasıyla yine kendi sabitelerini ihmal etmeden kuracağı insanlık zemini konularında zihnî bir berraklığa ulaştığını söylemek zordur.
Toplumsallığın en patolojik sayılabilecek formlarının dahi deneyimlendiği hissine kapıldığımız kürenin son asrındaki hastalıklarına ve insanlığa yönelik suçlara karşı Müslüman dünyanın çareler sunmakta beklenenin altında kaldığı bilinmektedir.
Dahası hayata yansıyan siyasetin insanlık onuruna değen ahlakî normlarla açılan mesafesi politik pragmatizmin kriterleriyle rahatlıkla meşru bir izah bulabilmektedir.
Halkının çoğunluğu Müslüman olan ülkelerdeki yönetimlerin ise benzer sicillerden masun olduğunu söylemek imkânsızdır. Aslında insana ve onun şarta bağlanamayan kişisel dokunulmazlıklarına yönelik saldırı ya da tacizler şaşırtıcı ölçüde yeni olgular değildir.
Yeni olan sosyal psikolojinin müsait ikliminde çabucak emilebilen tasarım ürünü doğallıklar içine yedirilmiş itibarsızlaştırma tekniklerinin yanı sıra olanca aleniyetiyle işletilen kaba yöntemleriyle yok saymaktan fiilî işgal ve öldürmeye kadar giden bir imha kararlılığının insanlıkta yarattığı şaşkınlık ve anomalinin insanlığın idrak kaybını katmerleştirici etkisidir.
Böylesi köklü dönüşümlerin açtığı derin fay hatlarında insanlığın kayıplarının telafisinde onurdan yola çıkan bir bakış açısı içerdiği kadar dışladığı temalara nispetini de çekinmeden belirlemelidir.
Örneğin insanlık adına erdem arayışı ile çoğu zaman ‘onur' yerine ve eş anlamda kullanılan ‘gurur'la hesaplaşmak arasındaki ilintiyi görmezden gelen bir ‘insan onuru' söylemi, bu konuda yapılacak bir muhasebenin yüz yüze gelmesi zor kimi yanlarını gölgelemek anlamına gelecektir.
*Aksaray Üniversitesi Öğretim Görevlisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder